Savaş Atı...

23:58 ebru altin 0 Comments

Hayvanlarla insanları birbirinden ayıran en temel özellik bilindiği üzere insanların ekstra konuşabilme ve düşünebilme yetisinin olmasıdır. En azından otoriteler tarafından kabul gören tanımlama bu yöndedir. Ancak biraz kurcaladığımızda bu kanıksanmış düşüncenin kişilere göre farklılık gösterdiğini rahatlıkla görürüz.

Peki siz hiç evinizde bir evcil hayvan beslediniz mi? İçmek için kendinize aldığınız bir bardak suyu, gözünüzün içine bakıp, ortak olmak isteyen bir canlıyla paylaştınız mı? Üzüldüğünüzde size mahzun gözlerle bakıp, yanınızdan ayrılmayan veya işten geliş saatinizde camda - balkonda yolunuzu gözleyen, evinize geldiğinizde ise üzerinize atlayıp sizi en derin sevgiyle yalayıp öpen bir köpeğiniz, kediniz oldu mu?

Veya kimbilir her gün sütünüzü sağmadan önce konuştuğunuz ineğiniz, yumurtasını sizin için hazırlayan bir tavuğunuz, kuzunuz, atınız oldu mu? Onlarla hiç konuşma şansınız oldu mu? Olduysa ne güzel, demek ki şanslı kişilerden birisiymişsiniz. Açıkçası bende o şanslı olanlar kategorisine giriyorum.

Zira daha bebekken gelip, şimdilerde kocaman bir adam olan, saf bir şekilde sevdiğim, büyük bir sadakat ve sevgiyle bana bağlı bir köpeğim, oğlum var…
Her canlının sevilmeye ve bunu görmeye ihtiyacı vardır. Siz küçücük bir sevgi verirsiniz, o ise size kocaman bir tutkuyla bağlanır. Bir de bakmışsınız en yakın arkadaşınız, sırdaşınız olmuş.

Bana bu satırları yazdıran aslına bakarsanız geçtiğimiz günlerde Tudem Yayınları’ndan Yaprak Hanımın göndermiş olduğu “Savaş Atı” isimli kitap oldu da diyebilirim.

Her ne kadar çok merak etsemde elimde bitirilmeyi bekleyen başka kitaplar olduğu için okuma eylemine ancak 3 gün sonra başlayabildim. Kıyısından köşesinden hikayenin içine girmek üzere sayfalarda gezinmeye başlamadan önce uzun uzun kapağına baktım. Okumayı düşünürseniz eğer sizde bu kapak tasarımı nasıl bir intiba bırakır bilemiyorum ama ben tek kelimeyle hayran oldum.

Hüzünlü ama bir o kadarda gururlu bir atın gözünden yansıyan askerler vardı, kapağın üzerinde… İsmi malum! Savaş Atı…

Kitabın sayfalarını özenle çevirmeye başladığımda şu notla karşılaştım. “Bu kitap, I. Dünya Savaşı’nda yaşanan fakat dile getirilemeyen o katliamları tıpkı kendilerine benzeyen insanlarla çatışan askerlerin gözünden anlatıyor.”

Bu cümle dahi kitabı merak etmem için yeterli birşeydi açıkçası. Usta öykücü Michael Morpurgo, I. Dünya Savaşı döneminde geçen, “Savaş Atı” isimli romanını Joey adlı bir atın ağzından kaleme alıyor.

Bir atın ağzından anlatılanlar karşısında yadırgamadan kanıksadığınız karakter Joey ile rahatlıkla empati yapabiliyorsunuz. Bu uzun ve tehlikeli yolculuk sırasında doğal olarak yol arkadaşınızda Joey oluyor. Gururlu, mağrur ve diğerlerinden farkını hemencecik gözler önüne seren Joey…

Altı aylık bile değilken annesinden koparılan ve hayvan pazarına götürülerek açık arttırmaya çıkarılan Joey, hayatın dikenli yollarına doğru ilk adımını atıyor ve sarhoş bir adama satılıyor. Niyeti bir buzağı almak olan adamın oğlu Albert, Joey’u görür görmez ona hayran kalıyor.

“Albert ve annesinin karanlığa doğru yürümelerini izledim. O an ömür boyu sürecek bir arkadaşlığın temellerinin atıldığını anlamıştım. Aramızda ansızın içgüdüsel bir güven ve sevgi bağı olmuştu. Aslında her atın çocuklara karşı içgüdüsel bir sevgisi vardır. Çünkü çocukların ses tonları daha yumuşaktır ve ufak tefek oldukları için tehlikeli görünmezler.” diyordu Joey kitabın bir bölümünde…

Soğuk uzun kışlar ve puslu yazlar birbirini kovalarken Albert ve Joey beraber büyüyerek asla unutulmayacak bir dostluk kurmuşlardı aslında farkında olmadan. Ta ki günlerden bir gün bankaya olan ipotek borcunu ödemek için paraya ihtiyacı olan Albert’ın babası, Joey’u 40 pound karşılığında İngiliz ordusuna satana kadar…
İşte Joey için hayatın acı dolu gerçeği de o andan itibaren başlıyor.

Çiftlik atından bir süvari atına dönüşen Joey, yeni tanıştığı ve uzun yıllar yol arkadaşı olacağı TopThorn ile cepheden cepheye koşarak herkesi kendisine hayran bırakıyor.

Yıllar süren savaş boyunca müttefik ve düşman kuvvetleri cephelerinde başına türlü türlü şeyler geliyor. Hatta bir ara esir bile düşüyor. Ancak herşeye rağmen mutlaka bir gün eski dostu Albert’a kavuşacağını ümit ediyor.

Ya Albert… O da en az kadim dostu kadar bunun hayaliyle yanıp tutuşuyor elbette. Sizce yolları kesişmiş midir yoksa kesişmemiş midir? Bu noktada kesişip, kesişmediğine dair herhangi bir ipucu vermeyeceğim ama kitaba dair şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, Savaş Atı son zamanlarda okuduğum en iyi kitaplardan birisiydi…

Merak edenler için kitaba dair küçük anektodlar…

***** “Savaş Atı” gerçek boyutlu kukla atların kullanıldığı tiyatro oyunuyla, İngiltere’de 10 yıldır sahneleniyormuş…

***** I. Dünya Savaşı sırasında İngilitere’nin kırlıklarında panoramik bir manzarada çekilen sadakat, umut ve azmin öyküsünün anlatıldığı Savaş Atı, Steven Spielberg’inde gözünden kaçmamış olsa gerek ki beyazperdeye uyarlanmış. Gösterime girer girmez izleyeceğim çalışmalardan birisi…

Şimdiden merakla beklemeye başladım bile, sizde kaçırmayın derim :) Ama önce okuyun, sonra gidip izleyin…

SAVAŞ ATI
Yazar: Michael Morpurgo
Çeviren: Arif Cem Ünver
Tudem Yayınları

You Might Also Like

0 yorum :