Başka Gezegenin Çocukları...

11:17 ebru altin 0 Comments

Çizgi roman dünyasının yetenekli yaratıcıları Nykko, Bannister ve Jaffré’den, içindeki yaramaz çocuğun sesine kulak veren her yaştan okurun büyük keyif alarak okuyacağı yepyeni bir çizgi roman dizisi: Başka Gezegenin Çocukları.

Sürükleyici öyküsü ve gerçekçi çizimleriyle “yaşayan” bir çizgi roman deneyimi sunan Başka Gezegenin Çocukları, sizi bambaşka dünyalarda gezintiye çıkarırken, önyargılarınızdan sıyrılarak özgürleşmenizi sağlayacak; hüznü ve neşeyi bir arada tutarken, sizi kendi büyülü dünyasının içine alacak.

Geçit, Gölgeler ve Gölgelerin Efendisi isimli üç değişik macera 144 sayfalık tek bir kitapta buluşuyor!

Noé, Théo ve Maxime, okul dönüşünde uğradıkları mezarlığın duvarına oturup gizemlerle dolu Gab Baba’nın cenaze törenini seyrederken, birkaç saat sonra başlarına gelecek garip olayları hayal bile edemezlerdi.

Rebecca isimli esrarengiz ve tatlı üvey torunu, üç kafadarın hayatını değiştirecekti...

Kahramanlarımız, Gab Baba’nın hayaletli olarak anılan korkutucu evine girmek için sabırsızlanıyorlardır. İçlerindeki bu merakı daha fazla bastıramayan çocuklar, soluğu yeni arkadaş oldukları Rebecca’yı da yanlarına alarak Gab Baba’nın evinde alırlar. Ama evdeki kimliği belirsiz gizemli gölgelerin bu davetsiz misafirler için bazı küçük sürprizleri olacaktır…

Gab Baba’nın göz kamaştıran kütüphanesinin tam ortasında, üzeri çarşafla örtülü dev bir makine yer almaktadır. Adeta bir film projeksiyon makinesini andıran bu esrarengiz nesnenin, Gab Baba’nın kütüphanesinde ne işi vardır? Evin genelinde yaşanan gizemli olayların bu sıra dışı makine ile nasıl bir ilişkisi olabilir?..

Meraklarına yenik düşen dört kafadarımız, bu aletin de yardımıyla, kendilerini bambaşka bir gezegene doğru, bilinmeyenlerle dolu bir yolculukta bulurlar. Evlerinden çok çok uzakta, ait olduğumuz dünyaya bir daha geri dönememe tehlikesi ile karşı karşıya kaldıkları bu serüvende onları gerçeküstü pek çok olay beklemektedir. En zorlusu ise “Gölgelerin Efendisi” ile giriştikleri zorlu mücadele olacaktır…

Başka Gezegenin Çocukları, gerçeklik olgusunu, espriyi ve yer yer hüznü bir arada tutan fantastik öyküsü ve çizimleriyle hayal dünyasının sınırlarını zorlamayı seven okurlara heyecan dolu bir maceranın kapılarını aralıyor.

0 yorum :

Kumdan Salıncak...

12:34 ebru altin 3 Comments

Ürkütücü ve gizemli olayları mizahla harmanlayarak, kendine özgü bir edebiyat tarzı yaratan Hanzade Servi'den, ağırlaşan sırların, sessizliğe gömülmüş acıların, keşke ben de aralarında olsaydım diyeceğiniz türden yakın dostlukların ve yıllardır hiç dağılmadan duran bir kum yığının yürek burkan hikayesi: Kumdan Salıncak...

Kumdan bir salıncak ve her sallanışında uçuşup giden kum taneleri ile birlikte yavaş yavaş yok olup sonsuzluğa karışan küçük bir kız...

Öyküleri ve romanlarıyla büyük bir okur kitlesi yakalayan Hanzade Servi, terk edilmiş bir oteli merkez aldığı Kumdan Salıncak adlı kitabında, önemli bir soru üzerine düşünmeye yönlendiriyor okurlarını: "Bir kitap, kaderi değiştirebilir mi?"

Yazara göre eğer kum taneciklerinin sonsuzluğa taşıdığı yalnız bir kızın hazin öyküsünü okuyan iki kardeşin değiştirmeyi başardıysa bu düşünce mümkün olabilir. Ancak yine de buna inanıp, inanmamak sizin elinizde. İyi mi bu gerçeği keşfetmek için yazarın büyük bir ustalıkla üzerini örttüğü sırların bir bir açığa çıkmasını bekleyelim...

Sırlar her zaman çekicidir. İnsan her ne kadar sakladığı gerçeklerin bir gün su yüzüne çıkacağından korksa da sırlarından asla vazgeçmez. Oysa saklanan şeylerin en sevdiği oyun, bir gün ortaya çıkmaktır. Peki, bir kum yığını, içindeki sırları ne kadar tutabilir?

Anadolu'nun küçük bir kasabasında kaderine terk edilmiş Salkımsöğüt Oteli, geçmişte yaşadığı görkemli günlere inat, dimdik ayakta durmaya çalışırken, boş koridorları Kartal, Yaşın ve Örsay adındaki üç yakın arkadaşın ayak sesleri ile yankılanıyor.

Yaşın'ın, odalardan birinde yer alan gizli bir oyukta bulduğu 8 yaşındaki işitme engelli küçük biz kızın günlüğü, peşi sıra gelecek gizemli olayların istemeden de olsa açığa çıkmasına ön ayak oluyor.

1963 yılında kaleme alınmış bu günlük, içerisinde iki farklı ailenin hayatını alt üst eden ve yazgısını değiştiren pek çok sır barındırıyor. Küçük dilsiz bir kızın yıllarca gizlediği hazinesini gün ışığına çıkarmanın heyecanı içerisindeki Yaşın, kendini tutamayarak, günlüğü okuyor. Üstelik, günlükte yazılanların kendi anne babasının geçmişi ile kesişen yakınlığını hiç tahmin etmeden...

Okurlar, günlüğün sahibinin gizli hazinesini bırakıp, nereye gitmiş olabileceği üzerine kafa yorarken, başka bir şehirde Yıldız adında dünyanın kendi etrafında döndüğünü düşünen bir kız çocuğu doğum gününü kutlamaya hazırlanıyor.

Kendisinin davet etmediği misafirler nedeniyle doğum günü partisi berbat olmaya yüz tutmuşken, Salkımsöğüt Oteli'nin gizleri de bir bir açığa çıkmaya başlıyor. Aslında gerçek şu ki, Anadolu'daki bir kasabada ıssızlığa mahkum edilmiş bir otelle, şehirli zengin bir ailenin güzel malikanelerinde yaşanan olaylar, birbirlerine çok uzak görünseler de bir günlüğün sayfalarında yazan gerçekler kadar yakınlar...

Salkımsöğüt Oteli, karanlık geçmişine kalın bir sünger çekip, eski misafirlerini ağırlamak için gün sayıyor: Zamansız ölümlere, vazgeçişlere, hayal kırıklıklarına, büyük aşklara, ayrılıklara, güçlü dostluklara ve asla unutulmayacak kötü anıların bile engelleyemediği umut dolu gelecek düşlere ev sahipliği yapan bu gizemli otel sizleri çağırıyor.

Bu kitabı okuduktan sonra, kum yığınlarının yanından öylece geçip, gidemeyeceksiniz...

3 yorum :

Tom Gates: Her şey Harika

18:31 ebru altin 1 Comments


Sevgili dostumuz Tom Gates için her şey harika sayılır. Zaten matematik dersi ve çatlak ablası Delia dışında kim Tom kadar neşeli birinin keyfini kaçırabilir ki? Doğru ya, başının belası Marcus Meleme’yi unuttuk değil mi? Neyse, komik çizimleri ve matrak bakış açısıyla Tom, elbet bulacaktır eğlenmenin bir yolunu.

Tom Gates’in macera dolu dünyasında yaşanan acayip olaylar, okurlarını gülmekten kırıp, geçirmeye devam ediyor. 

Derek’in adı kadar tuhaf olan köpeği Gıtgıt’ı, Yerel Köpek Yarışması’na sokmak sizce kimin fikri olabilir? Evet, doğru tahmin: Tom’un…  

Ödülünüz mü? Bir düzine karamelli gofret tabii ki! Tom Gates serisinin yaratıcısı Liz Pichon’un bu eğlenceli diziyle aldığı ödüller ise karamelli gofretler kadar değerli:

Roald Dahl En Komik Kitap Ödülü, 2011
Red House Çocuk Kitapları Ödülü, 2012
Waterstones Çocuk Kitapları Ödülü, 2012
The Tower Hamlets Kitap Ödülü, 2012
Southwark Kitap Ödülü, 2012
Blue Peter Kitap Ödülü (En iyi öykü), 2013

Tom’un doğum günü için geri sayım başladı. Baştan uyaralım. Buzdolabına yapıştırdığı hediye listesini çok kıskanacaksınız. İyisi mi, babasının hazırladığı Dino Köyü Partisi’nden şimdilik hiç bahsetmeyelim. Gerçi Tom bu partiye kimi davet edeceğine bir türlü karar veremiyor. Acaba “En güzel hediyeyi kim alacak?” konulu bir yarışma düzenleyip, davetlileri ona göre mi belirlese? Diğer yandan, Meşelik Okulu’nda düzenlenecek Disko Günü için hazırlıklar olanca hızıyla sürüyor. Partinin muhteşem konuğu ise Zombi Köpekler. 

Peki, efsanevi müzik grubu Zombi Köpekler, Disko Günü’nde sahne almaya hazırlar mı dersiniz? Tom, Derek ve Norman bunun için biraz gönülsüz gibiler sanki. Ne fark eder, Bay Bilgili yine de ısrarcı karakterini ortaya koyacağa benziyor… Unutmadan söyleyelim, Tom’un okulda yarattığı dar kesim modası da bir hayli popüler oldu. Kolları kısalmış, vücuda yapışan bir kazaktan daha şık ne olabilir ki? Ancak bir sorun var: Tom’un öncüsü olduğu bu yeni moda akımı, okul yönetimi tarafından pek de hoş karşılanmıyor galiba…

Yepyeni bir Tom Gates macerasına hazır olun...

1 yorum :

Dostluk Ekmeği...

17:26 ebru altin 3 Comments

Tam tarihini hatırlamamakla birlikte bundan seneler önce bir arkadaşım heyecanlı bir şekilde bir poşet içerisine koyduğu hamuru elime tutuşturmuş ve ne yapmam gerektiğine dair detayları da üzerine yazıp, gitmişti.

İtiraf etmem gerekirse eğer gözlerim bir optik tarayıcı edasıyla arkadaşıma odaklanmış ve aklından zorunun olup olmadığına dair sinyalleri toplamaya başlamıştı.

Tabii ki sinyaller sonucunda arkadaşımın aklından bir zorunun olmadığı ortaya çıktı. O zaman sorun kimdeydi diye soracak olursanız hemen söyleyeyim.

Sorun kısaca bendeydi. Çünkü yoğun çalışma süreci içerisinde ben bu ritüelleri çoktan kaçırmıştım. (Kaçırmamış olsaydım da ilgimi çeker miydi, hiç sanmıyorum doğrusu!)

Velhasıl üzerinden seneler geçti, gitti. Ama o da ne? Kader de seneler önce dolaylı yollarla mutfağıma giren, hamurla okuduğum kitap aracılığıyla tekrardan karşılaşmak varmış meğerse...

Julia, Livvy, Hannah ve Madeilene... Yolları bir şekilde Avolan'da kesişen 4 kadın! Bu 4 kadını bir araya getirerek, hiç bitmeyecek bir dostluğun oluşmasına yardımcı olan şey ise kısaca Amiş Dostluk Ekmeği'ni oluşturan hamur...

Buradan da anlayacağınız üzere hikaye bir ekmeğin etrafında dönüyor. Bir ekmeğin etrafında dönüyor dönmesine ama bu öyle basite alınabilecek bir ekmek de değil tabii ki...

Neden diye soruyorsanız eğer hemen söyleyeyim. Çünkü Amiş Dostluk Ekmeği'nde tüm olay ekmek pişirmekten ibaret değil. Ekmek sadece bir araç niteliğinde bu hikayeyi anlatmak için...

Hikaye Avalon adında küçük bir kasabada geçer. Julia kızı Gracie ile birlikte eve geldiğinde kapısının önünde bir tabak bulur. Amiş Dostluk Ekmeği tarifiyle birlikte hazır olarak pişmiş biraz ekmek, bir de "Umarım Beğenirsiniz" yazan bir not vardır.

Julia ve kızı ekmeğe tek kelimeyle bayılırlar ve ekmeği denemeye karar verirler. Ancak bunun için bir şart vardır. Hamuru mayalamanız durumunda bunu üç eşit parçaya bölüp, bu parçaları başka insanlara dağıtmanız gerekmektedir.

Ekmek, kasabada hızla yayılır. Bu ekmeğin insanların hayatlarına girmesiyle birlikte ise herkesin hayatı değişir. Olay yalnızca bir ekmek değil, paylaşmak ve dostluk adına da birşeyler yapmaktır aslında...

Darien Gee'nin ilk roman denemesi olan ve Arkadya Yayınları'ndan çıkan Dostluk Ekmeği, sizi iyi şeylerin hala var olduğuna inandırmak isteyen sımsıcak romanlardan bir tanesi niteliğinde. Ya kapak tasarımı... Tek kelimeyle müthiş.

"Koyu renkleri açık renklerden, açık renkleri de koyu renklerden ayırmaya devam edip, en iyisinin olmasını umut etmekti hayat..."

3 yorum :

Kim Korkar Umacı'dan!

20:17 ebru altin 0 Comments


Mizah yüklü kıvrak kalemiyle, edebiyatımızda kendine has bir üslup geliştiren sıradışı yazar Hanzade Servi’den, geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan umacılık efsanesinin hiç bilinmeyenlerini açığa çıkaran acayip bir roman! Umacıların hayali yaratıklar olduğunu sananlar, nihayet gerçekleri öğrenecekleri bir kaynağa kavuşuyor. Okuyunca anlayacaksınız ki hiçbir yazar bu kadar acayip şeyleri uyduramaz.

Yıllar yılı, dünyanın dört bir yanında, yaramaz çocuklar en çok umacılarla korkutulmuştur. Kural böyle olunca, unutkanlığı ile nam salmış bir annenin ve sürekli kendi çocukluğundan örnekler vererek onu kötü şeylerden korumaya çalışan bir babanın sekiz yaşındaki biricik oğulları Topaç da umacıların anlatıldığı gibi korkunç yaratıklar olduğunu düşünüyordu. Taa ki bir gece ansızın dolabından fırlayan sevimli umacı Gırrgor’la tanışana kadar... 

Tanışma dedikse öyle el ele tokalaşıp tanışma zannetmeyin sakın. Topaç her çocuktan bekleneceği üzere Gırrgor’u görür görmez koca bir çığlık attı. Gırrgor da diğer tüm umacıların yapacağı gibi çareyi yatağın altında saklanmakta buldu. Pek de güzel bir karşılaşma sayılmaz, ama olsun.

Umacistan’ın meşhur Umacılık Okulu’nun 150 yıl kadar süren zorlu eğitimini bin bir güçlükle tamamlayan Gırrgor’un yeni görevi, dolabına gönderildiği Topaç’ı korkutup ona sürekli huzursuzluk vermekti. Oysa, binlerce yıllık umacılık tarihinde ‘omlet pişirme’ dersini seçerek bir ilke imza atan böylesi yeniyetme bir umacının değil bir çocuğu korkutmak, bir kediyi korkutmaya bile gönlü el vermiyordu.

Umacılık geleneğini alaşağı edecek devrimci düşüncelere sahip Gırrgor’a göre umacıların asıl görevleri çocukları korkutmak yerine onlara yardım etmek olmalıydı. Peki, gün boyu dolapta saklanarak akşam vakti çocukları korkutmak için türlü oyunlar peşinde koşturmak üzere eğitilmiş bir yaratık nasıl olur da böylesine iyi niyetli bir girişime ayak uydurabilirdi? Yoksa, yıllardır umacılara öğretilen her şey koca bir yalan mıydı?

Topaç’la Gırrgor’un sıra dışı dostlukları umacılar hakkındaki tüm fikirlerinizi değiştirecek. Hem de kökleri Umacistan’a kadar uzanan ünlü çocuk psikoloğu Nadir Oynak’ın verdiği garip egzersizleri denemek için içinizde yanıp tutuşan o büyük isteği bastırmak için sarf ettiğiniz çabaya rağmen. İddia ediyoruz, bu kitabı okuduktan sonra gözünüz bir an olsun odanızdaki dolabın kapağından ayrılmayacak!.. Kirpiklerinizi her kırpıştırdığınızda sevimli umacınızın dolaptan fırlayıp ışık hızıyla dizinize yattığını ve sizin de usul usul onun renkli pofuduk tüylerini fırçaladığınızı hayal edeceksiniz…

Hanzadevari mizahi öğelerle bezeli keyifli bir okuma deneyimi sunan Umacı, her yaştan okurun kalbinde yatan küçük çocuğu uyandıracak güçte etkileyici bir roman.

0 yorum :

La Sonsuzluk Hecesi...

12:41 ebru altin 4 Comments

Nazan Bekiroğlu ile tanışıklığınız oldu mu yoksa olmadı mı bilemiyorum ama benimkisi geç gelen bir tanışma şeklinde olmuştu kendisiyle...
Ancak geç olmuş olmasına rağmen peşinden sürüklenip, gitmeden de yapamamıştım hani...
Öncesinde Bakü, Trabzon, Tiflis, İran, İstanbul derken uzun bir yolculuğa çıkmış, ardından da Nar Ağacı'nın altında oturup yolculuğu sonlandırmıştık yazarla birlikte.
O tadı alabileceğim başka bir kitap bulabilir miyim acaba diye araştırma içerisine girdiğimde ise olan olmuş ve La Sonsuzluk Hecesi ile başka bir yolculuğa çıkıvermiştim.
Nasıl başladığını anlamadığım bir yolculuktaydım sanki...
Yok, yok büyülü bir dünyaya geçiş yaptığım, kelimelerin gücü karşısında kendimi kaybettiğim bir hikayenin içerisindeydim bu sefer...
Daha öncesinde duyduğumuz, bildiğimiz kişiler vardı bu sefer kitapta. Ancak o kadar güzel ve etkileyici bir şekilde anlatılmıştı ki, bildiklerimden bile şüphe eder olmuştum kitap bitip de kapağını kapattığımda...
Hikayenin ismi düştü dilime bir gece: "La"
"İlla" dedim.
Bir ömür boyu aradığım hece harfinin "La" olduğunu bildim.
Sonsuzluk Hecesi ve La...
Kuldu Adem, fıtratındaki merak hissi fazla taşmış, kalbini delip, tenini bile istila etmişti.
O ağaç ve bilmek merakı bir ağaç kurdu gibi oydu beynini Adem'in...
Oysa ki kutsal ruhla balçık arasında geri dönen bedeniydi yalnızca...
Adem ilklerin insanıydı ancak bu ilk sınav hiçbir kula nasip olmayan ağırlıktaydı. 
Bu kadar çok hayır diyebilmek için ne kadar büyük bir evet demiş olmak gerekirdi acaba?
Hikayeyi anlamak için insanın kendisini biraz zorlaması gerektiğini baştan söylemekte yarar var. Zira bilinen tüm dillerin ve tüm insanlığın hikayesi olan Adem ve Havva hikayesi, her dilde başka başka yazılıyor ve herkes kendi dilinde biliyor bu iki ismi... 
Evet, bu iki ismi! Yani Adem ve Havva'yı!
İlk insan, ilk aşk, ilk yasak ve kovuluş...
Eğer Filbahar ağacının gölgesinde filbahar çiçeğinin kokusuyla başlayan ve yine filbahar çiçeği kokusuyla sonlanan böylesi bir hikayenin içerisinde yer alma gibi bir düşünceniz varsa La Sonsuzluk Hecesi'ne bekleriz efendimm :)

4 yorum :