Nasreddin Hoca ile Düşünmeyi Öğrenmek

21:40 ebru altin 3 Comments

Çocuklara felsefeyi sevdiren filozof çocuk kitaplarının yazarından Türk kültürüne özel bir armağan... Dünyaca ünlü Fransız filozof Oscar Brenifier'nin, felsefe öğretmeni Isabelle Millon'la kaleme aldığı Nasreddin Hoca ile Düşünmeyi Öğrenmek, halk kültürümüzün önemli kahramanlarındanNasreddin Hoca'yı özgün bir yaklaşımla ele alıyor.

Kitapta üç değişik başlık altında irdelenen ve yazarları tarafından farklı kaynaklardan derlenerek yorumlanan on iki Nasreddin Hoca fıkrası yer almakta. Fıkrayı anlamaya ve yorumlamaya yönelik sorulara, bireysel veya sınıf ortamında uygulamaya yönelik alıştırmalara ve ilgili fıkranın felsefi çözümlemesine yer veriliyor. Çocukların düşünme ve sorgulama yeteneklerini geliştirme amacıyla hazırlanan kitap, aynı zamanda eğitimciler ve anne babalar için de bir kaynak oluşturuyor.

Kitap, Nasreddin Hoca fıkralarının eğlenceli yönünün ötesinde okurların alt metinlerini okuma becerisi kazanmasını ve felsefi kavramlarla tanışmasını sağlıyor.

Nasreddin Hoca ile Düşünmeyi Öğrenmek, ödüllü illüstratör Serap Deliorman'ın resimleriyle görsel bir zenginlik de sunuyor. Özenle hazırlanışı, baskı kalitesi ve rengarenk sayfalarıyla çocukların ve gençlerin başucu kitabı olmaya aday bir eser...

3 yorum :

The Rite: Ayin

13:21 ebru altin 2 Comments

Malum korku / gerilim türünde herhangi bir film izlenirken ortamı o atmosfere uygun hale getirmek adettendir. Işıklar kapatılır, ortam olabildiğince karartılır, patlamış mısırlar yanınızdaki yerini alır. Eh filmin başlatılmasına herhangi bir mani kalmamıştır artık.
Yanınızda sevgiliniz, eşiniz, dostunuz, aile bireylerinden herhangi birisi varsa cesaretinizde olabildiğince tavan yapar. Fakatt bu saydığım kişilerden o an için bir tanesi bile yanınızda değilse o zaman seyreyleyin cümbüşü...

İşte bu ikinci kategoriye daha yakın olduğum geçtiğimiz günlerde adını birkaç arkadaşımdan duyduğum, The Rite/Ayin filmi için kolları sıvadım ve gerekli hazırlıklarımı yapıp, bilgisayarın başına geçtim.
Koltuğa yayıldıkça yayıldım. Ama sahneler akıp gittikçe koltukta kayboldum. Sindim, tırstım, pustum resmen! Hele ki filmin ilk  10 dakikasında var olan sekans geçişlerinde mide bulantısını o duygu geçişlerine eklemeyi de başardım ya, daha ne olsun :) Huzurluyum, mutluyum desemde inanmayın, kaldığım yerden filme devam ediyorum.
The Rite/Ayin, Şeytan'ın Dünya üzerindeki en kutsal yerlere bile ulaşabildiğini ortaya çıkaran doğaüstü bir gerilim.

Gerçek olaylardan esinlenen film, çok tartışılan şeytan çıkarma uygulaması ve kendi inancı hakkında şüphe duymasına rağmen şeytan çıkarma ayinlerini incelemesi için Vatikan'a gönderilen ilahiyat fakültesi öğrencisi Michael Kovak'ın öyküsünü anlatıyor. Şüpheciliğini bir zırh gibi kuşatan Michael, ele geçirilme vakalarının ardında iblisleri değil, psikiyatrik öğeleri aramaları konusunda üstlerine meydan okuyor.
Ancak alışılmışın dışında yöntemler uygulaması ve yaptığı binlerce şeytan çıkarma ayini ile tanınan Peder Lucas'ın yanına gönderildiğinde, Michael'ın zırhı da yavaş yavaş çatlamaya başlıyor. Kovak, Peder Lucas'ın bile becerilerinin yetersiz kaldığı bir vakaya karıştığında ise açıklayamadığı ve inandığı herşeyi sorgulamasına neden olacak kadar şiddetli ve bir o kadar da korkutucu kötülükle karşı karşıya kalıyor...

Yönetmenliğini Mikael Hafström'ün yaptığı The Rite/ Ayin'in öyküsü, Roma'da yaşayan bir gazeteci olan ve Vatikan'ın 2007 yılında şeytan çıkarma ayinini yeniden tanıyacağını ve dünya çapındaki her piskoposluk bölgesine bir şeytan çıkarma görevlisi atayacağını açıklamasından ilham alan Matt Baglio'nun kitap önerisi olarak her ne kadar başlasa da, sonuç beyazperdeye yansıtılmasıyla da devam etti.

Anthony Hopkins, Colin O'Donoghue, Alice Braga, Toby Jones, Ciaran Hinds ve Ruther Hauer'in yer aldığı The Rite/Ayin filmi, doğrusu son zamanlarda izlediğim en sağlam gerilim filmlerinden birisiydi. Bu türe özel ilgisi olanlara duyurulur...

Hamiş: Filmle ilgili biraz araştırma yaparken şöyle bir bilgiye rastladım. Sözkonusu filmde, danışman olarak görev yapan Peder Gary, -ki kendisi aynı zamanda Kuzey Kalifornia'da papaz ve şeytan çıkarma uzmanıymış- Şeytan çıkarma ayininin 1614 yılından beri yapıldığını ancak yine de birçok piskopos ve rahibin şeytanla ilgili olması dışında bir şeytan çıkarma ayininde neler olacağını bilmediklerini söylemiş.

2 yorum :

Onun Adıdır: Ölümsüz Aşk...

10:35 ebru altin 0 Comments

Kasımda aşk başkadır.
Çünkü kasım, "ölümsüz bir aşk" ı anlatır. ~10 Kasım 1938


0 yorum :

NaNoWriMo için meraklı bekleyiş...

14:59 ebru altin 0 Comments

ABD'de ulusal bir etkinlik olarak başlatılan ve kısa sürede uluslararası boyut kazanan NaNoWriMo yazma heveslilerini keyifli ve zorlu bir deneyime davet ediyor.

Dünyanın dört bir yanından katılımcılar, Kasım ayı boyunca yaklaşık 175 sayfalık çalışmalarını tamamlayıp, etkinliğin internet sitesine yüklemeyi hedefliyor.

Ay boyunca birbirleriyle iletişime geçip, fikir alışverişinde de bulunabilecek katılımcıların romanlarına son noktayı 30 Kasım'da koyması gerekiyor.

Etkinlik sayesinde birbirini tanımayan pek çok yazar adayı yazmanın keyifli ve zorlu yanlarını aynı anda deneyimliyor ve bu paylaşımın yazar adaylarına cesaret verdiği düşünülüyor.

NaNoWriMo, 1999 yılında 21 katılımcıyla başlamış, geçen yıl katılımcı sayısının 250 bini aştığı bildirilmişti.

AA (2 Ekim 2012)

Hamiş: Biz de böyle bir uygulama olsa ne güzel olur değil mi? Belki de benim bilmediğim böyle bir uygulama vardır, kimbilir...

0 yorum :

Romanların İnsan Beyni Üzerindeki Etkileri...

12:52 ebru altin 10 Comments

Büyük bir keyifle, hemen her sabah düzenli olarak takip etmeye çalıştığım edebiyathaber'de bu sabah ilgimi fazlasıyla çeken bir haberle karşılaştım.

Haber, "İnsan Beynini Etkileyen 10 Roman" başlığını taşıyordu. İçinde roman sözcüğünü görür görmez tahmin edeceğiniz üzere daha da dikkat kesilip, haberi okumaya başladım.

Haberde, edebiyatın iyileştirici niteliğinden yola çıkan bir grup bilim insanının, nitelikli romanların insan beynini geliştirip keskinleştirdiğini, sosyal bağları güçlendirerek, kişiliği değiştirdiğini ve ilişki kurmayı da kolaylaştırdığına dair kesitlere yer veriyordu.

Toronto Üniversitesi Öğretim Üyesi Psikiyatr Keith Oatley ve Ingrid Wickelgren tarafından Scientific American'da yazılan makaleye göre; roman kahramanlarıyla özdeşleşmek hayal dünyasını zenginleştirirken, sosyal bağları da güçlendiriyormuş.

Açıkçası kitap okumanın hayal dünyasını zenginleştirdiğini hemen hepimiz zaten biliyoruz. Ancak bunun sosyal bağ kısmını sanırım tahmin edenimiz pek yoktur gibime geliyor.

Dolayısıyla nitelikli bir roman bu etkileriyle insan beynini keskinleştirirken, insan davranışlarına dair de bilgiler veriyormuş. Bu iki bilim insanının, insan beynini en fazla geliştiren 10 romana dair yaptıkları çalışma soucunda hazırladıkları liste ise şu şekildeymiş arkadaşlar...

1. Genç Werther'in Acıları / Johann von Goethe
2. Aşk ve Gurur / Jane Austen
3. Kırmızı Leke / Nathaniel Hawthorne
4. Madam Bovary / Gustave Flaubert
5. Middlemarch / George Eliot
6. Anna Karenina / Leo Tolstoy
7. Bayan Dalloway / Virginia Woolf
8. Sevgili / Toni Morrison
9. Utanç / J.M Coetzee
10. Gönülsüz Kötendinci / Muhsin Hamid

Liste görüldüğü üzere bu şekilde... Hafızamın dehlizlerine inip hangilerini okumuşum, hangilerini okumamışım diye değerlendirmeye çalışırken, bu listeden okuduklarımın yalnızca 3 tane olduğunu görüyorum. Okumadığım diğer 7 kitabı da biran önce temin edip, okusam iyi olacak. Araştırmaya konu olmuşlarsa vardır bir bilinen ne de olsa, değil mi ama :)

Siz bu listeden hangilerini okudunuz peki? Yazın, haber üzerine de konuşalım, tartışalım. Size göre gerçekten bir roman insan beynini olumlu anlamda etkileyebilir mi, etkileyemez mi? Etkilerse de eğer size göre bunun etki oranı ne kadar devam eder?

10 yorum :

James Bond İzlemek Bir Ayrıcalıktır...

14:27 ebru altin 5 Comments


 O, bir James Bond...
Yakışıklı, son derece zeki, çevik, birbirinden sürükleyici maceralarıyla binlerce kişinin ilgisini bir anda üzerine çekmeyi başaran eşsiz bir yetenek! 7'den 70'e hemen herkes 007 denildiğinde aslında sözün bir şekilde James Bond'a geleceğini çok iyi bilir.

James Bond 007, bilindiği üzere Ian Fleming tarafından yıllar önce yaratılan hayali bir İngiliz ajan karakteridir. Nitekim Fleming, 1964 yılında ölünceye kadar bu karakter etrafında birçok roman ve küçük hikayeler yazmayı sürdürmüştür. Ancak, böylesi bir karakterin yaratılmasında büyük emeği olan Fleming'in hayata gözlerini yummasıyla birlikte, bayrağı da başkaları taşımak durumunda kalmıştır.

Dolayısıyla ilerleyen süreçte kaleme alınan James Bond hikayeleri, Kingley Amis, John Pearson, John Gardner, Raymond Benson ve Charlie Higson tarafından yazılmıştır. Christopher Wood ise eski romanları kullanarak iki senaryo daha ortaya çıkarmıştır.

Sean Connery, George Lazenby, Roger Moore, Timothy Dalton, Pierce Brosnan ve Daniel Craig olmak üzere bu zamana kadar James Bond serisinde toplamda 6 adet aktör rol almıştır.

1962'den günümüze kadar ki olan süreçte, çeşitli macera ve olayların içerisinden kolaylıkla kendini kurtarabildiğine şahit olduğumuz James Bond'u şu aralar 25. kez beyazperdenin o büyülü dünyasında büyük bir hayranlıkla izlemeye devam edeceğiz.

Serinin 25. filmi Skyfall'ı izlemeden önce, James Bond'un bugüne kadar olan maceralarına gelin birlikte kısaca göz atalım...
Dr. No (1962)
Yönetmen: Terence Young
Oyuncular: Sean Connery, Bernard Lee, Joseph Wiseman, Lois Maxwell, Ursula Andress

Dr. No, Ian Fleming'in yazdığı James Bond serisinin EON Productions tarafından çekilmiş seri filmlerinin ilkidir. Film, Jamaika'da başlar. İngiliz ajan John Strangways ve sekreteri aniden ortadan kaybolmuştur. Bunu araştırmak için James Bond, M tarafından Jamaika'ya yakın bir adada bulunduğunu fark eder.

Bu ada, halk tarafından kötü canavarların yaşadığına inanılan ve yaklaşmaya dahi korkulan bir yerdir. Adadaki örgütün lideri Dr. No, Amerikan Hükümeti'nin uzaya fırlatacağı füzeyi düşürme planları içindedir. Amerikan Hükümeti'ni de fidye vermesi için tehdit etmektedir. James Bond, adaya çıkarak Dr. No'nun başarılı olmasını engellemeye çalışır.

Rusya'dan Sevgilerle / From Russia with Love
Yönetmen: Terence Young
Oyuncular: Sean Connery, Robert Shaw, Bernard Lee, Lois Maxwell, Pedro Armendariz

EON Productions tarafından çekilen Bond serisinin ikinci filmi olmasının yanısıra filmin büyük bir kısmı İstanbul'da geçmektedir. İngiliz Gizli Servisi, James Bond'a Rusların elinde olan Lektor şifreleme makinesini alma görevini verir ve bu amaçla İstanbul'a gönderilir. Aslında Bond, bu görevde ezeli düşmanı S.P.E.C.T.R.E'nin tuzağıyla karşı karşıyadır.

Altın Parmak / Goldfinger
Yönetmen: Guy Hamilton
Oyuncular: Sean Connery, Bernard Lee, Honor Blackman, Gert Fröbe

İngiliz Ajanı 007 James Bond'u, bu filmde uluslararası bir mücevher kaçakçısı ve altın taciri olan Goldfinger'la mücadele ederken izleriz. Aurec Goldfinger'ın ilk bakıştaki planı, dünyanın en büyük ve zengin bankası olan Fonrt Nacks'ı soymaktır. Ancak macera geliştikçe aslında amacının burayı soymak değil, içinde nükleer bomba patlatarak ABD'nin altın rezervinin tamamını 58 yıl radyasyonlu bırakarak, kendi stoklarındaki altını karaborsa da 10 kat değerlenmesini amaçladığını görürüz.

Yıldırım Harekatı / Thunderball
Yönetmen: Terence Young
Oyuncular: Sean Connery, Bernard Lee, Desmond Llewelyn, Claudine Auger

Su da geçen Bond filmlerinden ilki olan Thunderball filminin büyük bölümü sualtı setlerinde ve fotoğraflarıyla çekilmiştir. Q tarafından verilen malzemelerin içinde, Bond'un kendine özgü bir şekilde uçarak kaçmasını sağlayan bir gereç de vardır.

İnsan İki Kere Yaşar / You Only Live Twice
Yönetmen: Lewis Gilbert
Oyuncular: Donald Pleasence, Sean Connery, Bernard Lee, Charles Gray, Akiko Wakabayashi

James Bond'u Sean Connery'nin canlandırdığı nefes kesici bir aksiyon. Blofeld III. Dünya Savaşı'nı çıkarmak için hazırdır ve bu durum Ruslarla Amerika arasında büyük bir savaşa neden olacaktır. Böylesine tehlikeli bir duruma karşı çıkabilecek tek kişi ise elbetteki James Bond'dur.

Kraliçe'nin Hizmetinde / On Her Majesty's Secret Service
Yönetmen: Peter Hunt
Oyuncular: Bernard Lee, Telly Savalas, Desmond Llewelyn, Lois Maxwell, George Lazenby

Ernst Blofeld, hayvanların üremelerinde ve bitkilerin saplarında kalıcı bir verimsizliğe yol açan öldürücü bir virüs geliştirmiştir. Yarattığı bu virüsü, sahip olduğu fizyolojik deneyler yapan Alpine Enstitüsü'ndeki alerji tedavisi gören güzel kızlar arasında yaymayı planlamaktadır. Blofeld'in amacı batıyı fidyeyle ele geçirmektir. Parada gözü yoktur fakat insanlığa karşı işlediği suçlarını affettirmek için bunu yapmak istemektedir. Uygarlığın geleceği 007 Bond'un elindedir ve batının en büyük yasadışı işler çeviren örgütünün başı olan Draco'nun kızı Tracy'nin kaderi de onun elindedir.

Ölümsüz Elmaslar / Diamonds Are Forever
Yönetmen: Guy Hamilton
Oyuncular: Sean Connery, Bernard Lee, Jill St. John, Charles Gray, Lois Maxwell

Büyük partiler halinde taşınan kesilmemiş elmaslar, uluslararası elmas pazarına ulaşmadan ortadan kaybolmaktadır. Olayı araştıran James Bond, ezeli takiplerinden Ernst Blofeld'in işin başında olduğunu öğrenir. Blofeld, çalınan elmasları kullanarak ölümcül lazer silahına sahip bir uydu yaparak dünyada istediği hedefi vurabilmeyi amaçlamaktadır. Güzel elmas kaçakçısı Tiffany Case'in de yardımıyla Bond, Blofeld ve onun iki kiralık katili Bay Wint ve Bay Kidd ile mücadeleye girişir.
Yaşamak İçin Öldür / Live and Let Die
Yönetmen: Guy Hamilton
Oyuncular: Bernard Lee, Lois Maxwell, Jane Seymour, Roger Moore, Clifton James, Yaphet Kotto

Roger Moore'un ilk 007 görevi, ilk Bond filmi Dr. No gibi bir Jamaica adasında geçer. Film, saatte 200 km. süratle giden bir hız motoru kovalamasıyla başlar.

Altın Tabancalı Adam / The Man with the Golden Gun
Yönetmen: Guy Hamilton
Oyuncular: Marc Lawrence, Bernard Lee, Christopher Lee, Lois Maxwell, Desmond Llewelyn

James Bond'a, kayıp bir cihazı bulma görevi verilmiştir. Cihaz, güneşin radyasyonunu kullanarak kontrol eden kişiye inanılmaz bir güç vermektedir. Bu arada, Fransisco Scaramanga adlı altın tabancalı bir katil, Bond'u öldürmek amacıyla peşine düşmüştür. Scaramanga, adasına çektiği Bond ile cüce yardımcısı Nick Nack ve çekici sevgilisi Andrea Anders'ın yardımıyla Bond'u öldürmeye çalışır. Bond, bir yandan Scaramanga'yı altedip hayatını kurtarmaya çalışırken, diğer yandan esas görevini yerine getirerek cihazı bulmayı deneyecektir.

Beni Seven Casus / The Spy Who Loved Me
Yönetmen: Lewis Gilbert
Oyuncular: Bernard Lee, Desmond Llewelyn, Curd Jürgens, Roger Moore, George Baker

James Bond ve güzel Sovyet Ajanı Anya Amasova, kayıp atomik denizaltıların durumunu araştırmak üzere beraber bir takım kurarlar. İpuçları onları milyarder sevkiyat kralı Karl Stromberg'e götürür. Pek yakında Bond ve Anya, global bir nükleer savaş planına karşı dünyanın tek kurtuluş umudu olacaktır!

Ay Harekatı / Moonraker
Yönetmen: Lewis Gilbert
Oyuncular: Michael Lonsdale, Bernard Lee, Lois Maxwell, Desmond Llewelyn, Lois Chiles

ABD'nin İngiltere'ye ödünç verdiği uzay mekiğini taşıyan Boeing 747, Atlantik Okyanusu'na çakılır. Uçak enkazında, uzay mekiğinden hiçbir iz bulamayan İngiliz Gizli Servisi, olayı araştırması için 007 James Bond'u mekiğin yapımcısı Drax Industries'e gönderir. Burada hayatı birkaç defa tehlike altına giren Bond, NASA görevlisi ve CIA ajanı olan ve yine Drax'ı araştıran Dr. Holly Goodhead ile tanışır. Ortak çalışmaları Drax'ın dünya nüfusunu toplu katletme ve dünyayı kendi istekleri doğrultusunda yeniden kurma planlarını ortaya çıkartır. İki cesur ajan ve Drax arasındaki heyecanlı kovalamaca California, Brezilya ve Amazon ormanlarında devam eder. Drax sonunda dünya dışındaki uzay şehrinde bulunur.

Yalnız Senin Gözlerin İçin / For Your Eyes Only
Yönetmen: John Glen
Oyuncular: Michael Gothard, Jill Bennett, Cassandra Harris, Julian Glover

İngiliz casus gemisi St.Georges kazayla bir mayına çarpar ve bir Varşova Paktı ülkesi yakınlarında batar. Taşıdığı değerli kargo, Batı ülkelerinin denizaltılarını kumanda edebilen iletişim aracı ATAC'dır. Şimdi, ATAC için İngilizler ve Ruslar arasında ölümcül bir yarış başlar. Bu yarışın kaderini İngiliz Gizli Servisi'nin en başarılı ajanı 007 James Bond tayin edecektir.

Ahtapot / Octopussy
Yönetmen: John Glen
Oyuncular: Roger Moore, Maud Adams, Louis Jourdan, Kristina Wayborn, Kabir Bedi

James Bond (Roger Moore) Ahtapot filminde kendine uygun bir eş (Maud Adams) bulmuştur. Bu büyüleyici güzel, yıkıcı nitelikteki bir askeri komploda tarafların yumuşamasını engellemeye çalışır. Hindistan'ın saraylarından, Almanya'nın hızlı giden sirk trenine ve yarı hava savaşında yüksekten uçan bir jet uçağının kanatlarına kadar süren bu kabus dolu projeyi yalnızca 007 Ajanı durduracaktır...

Bir Cinayete Bakış / A View to a Kill
Yönetmen: John Glen
Oyuncular: Roger Moore, Christopher Walken, Tanya Roberts

Çılgın milyoner iş adamı Max Zorin, Amerika´daki dünyanın teknoloji merkezi konumundaki Silikon Vadisi´ni yok ederek uluslararası mikroçip pazarını tekeline almayı planlamaktadır. Silikon Vadisi´ni yok etmek için dev bir deprem yaratmayı planlayan çılgın Zorin´i durdurmak ise MI6 ajanı James Bond´un görevi olacaktır. Bond, Sibirya´dan Paris´e, Londra´dan San Fransisko´ya kadar dünyanın dört bir yanında Zorin ve tehlikeli koruması May DAY ile mücadele edecektir.

Yaşayan Gün Işıkları / The Living Daylights
Yönetmen: John Glen
Oyuncular: Timothy Dalton, John Rhys-Davies, Jeroen Krabbé

James Bond, Rusya'dan kaçmaya çalışan bir Rus generale yardım ederken, onu öldürmeye çalışan güzel bir çellocu görür. Generalin kaçışı fark edilip tekrar ele geçirilince, Bond bu kez çellocunun peşine düşer.

Öldürme Yetkisi / Licence to Kill
Yönetmen: John Glen
Oyuncular: Timothy Dalton, Carey Lowell, Robert Davi, Talisa Soto, Anthony Zerbe, Frank McRae

007 James Bond, en iyi arkadaşlarından CIA Ajanı Felix Leiter'in ölümünün intikamını almak için uluslararası uyuşturucu mafyasının en acımasız ve güçlü liderlerinden birisinin peşine düşer. Bu arada ona olayı unutmasını söyleyen ve başka bir görev teklif eden İngiliz Gizli Servisi'nden ayrılır. Bond en cesaret dolu macerasında ülkesi ve adalet için değil, intikam için savaşmaktadır!

Altın Göz / Golden Eye
Yönetmen: Martin Campbell
Oyuncular: Pierce Brosnan, Sean Bean, Izabella Scorupco, Famke Janssen

İngiliz Gizli Servis Ajanı olan James Bond, kaçırılan üst düzey teknolojide bir görünmez uçağın peşine düşer ve bu arada yaşanan gizemli ve aksiyonlu olaylar dizisi ile tam bir Bond filmi olur. Film, ismini ise görünmez uçağın adından yani Golden Eye'dan almaktadır.
  
Dünya Yetmez / Tomorrow Never Dies
Yönetmen: Roger Spottiswoode
Oyuncular: Pierce Brosnan, Jonathan Pryce, Michelle Yeoh, Teri Hatcher

Finali İstanbul'da çekilen harika bir macera… Centilmen Ajan 007, babasından büyük bir miras kalan güzel kadını korumakla görevlendirildiğinde, şehvet ve adrenalin dolu bir maceraya adım atmış olur. Bu macera onu en ölümcül düşmanlarından biri olan zalim anarşist Renard ile karşı karşıya getirir.

Başka Gün Öl / Die Another Day
Yönetmen: Lee Tamahori
Oyuncular: Pierce Brosnan, Halle Berry, Toby Stephens, Rosamund Pike

James Bond filme, Kuzey ve Güney Kore arasındaki bölgede gerçekleşen hızlı bir hovercraft kovalamacasıyla başlar. Hong Kong'dan Küba'ya, oradan da iki Bond kızıyla karşılaşacağı Londra'ya uzanan James Bond, dünyayı ele geçirmeye çalışan kötü adamlarla mücadeleye girişir. Megolamanyak kötü adamın elindeki korkunç silahı yok etmek üzere kolları sıvayan Bond'un bu uzun ve tehlikeli takibi ise yine başladığı yer olan Kore'de sona erer.

Casino Royale
Yönetmen: Martin Campbell
Oyuncular: Daniel Craig, Eva Green, Mads Mikkelsen, Caterina Murino, Judi Dench

007 Ajan, kimliğiyle göreve başlayan James Bond'un görevi, dünya teröristlerine finans sağlayan Le Chiffre'ye engel olup bu ağı çökertmektir. Teröristlere inecek bu büyük darbe için James Bond, öncelikle Le Chiffre'yi, Casino Royale'de oynanacak olan yüksek bahisli poker oyununda da yenmesi gerekmektedir. 

Ajana bu yüksek bahisli oyunda parayı, görevli olduğu İngiliz hükümeti sağlayacaktır. Bu parayı koruması için de hazine dairesi, Vesper Lynd adlı kadını görevlendirir. Bond başta bu durumdan pek hoşlanmaz. Le Chiffre'nin düzenlediği bir grup saldırılarla mücadele eden Bond ve Vesper Lynd arasında bir yakınlık oluşur. Bu durumdan sonra olaylar daha da tehlikeli bir hal alır.

Casino Royale, serinin son yirmi bölümünde süregelen çizginin dışına çıkarak köklü bir değişime gider. Filmin baş karakteri James Bond ve Bond kızları olarak tabir edilen kadın karakterleri de bu değişimin içinde görmek mümkündür. İyi bir kişi izlenimi veren, öldürmesi gayet kolay ve normal görünen James Bond, bu filmde kişiliği sorgulanabilecek, zaman zaman kendisiyle de çelişen bir portreyle izleyicinin karşısına çıar.

Quantum of Solace
Yönetmen: Marc Forster
Oyuncular: Daniel Craig, Mathieu Amalric, Judi Dench, Gemma Anterton

Başrolünü Daniel Craig'in oynadığı “Quantum of Solace” James Bond serilerinin 22. filmidir. 22. “Bond” filminde, ünlü İngiliz ajan, bu kez de su kaynaklarına yönelik bir terör saldırısını önlemeye çalışır.

Ve gelelim serinin son filmi Skyfall'a. Film daha yeni vizyona girdiği için detay vermek yerine Adele'in film için seslendirdiği muhteşem şarkısıyla sizleri başbaşa bırakmak istiyorum.


5 yorum :

Nar Ağacı...

21:45 ebru altin 7 Comments

Uzun denebilecek bir yolculuk maratonunun ardından tekrardan evimdeyim (!) Bu arada ben size nereye gittiğimi söylemiş miydim?
Söylemedim mi?
Hay Allah, ben de söyledim sanıyordum.

Reel anlamda hiç tanımadığım güzel ve inanılmaz bilgi donanımına sahip yol arkadaşım eşliğinde Trabzon, Tebriz, Tiflis, Batum, Bakü, İstanbul derken uzunca bir yolculuğa çıkmıştım.
Daha önceden kararlaştırmış olduğum bir seyahat değildi aslında bu sürpriz gidiş...
Dediğim gibi yol arkadaşıma dair de herhangi bir fikrim yoktu zaten.
Yanımda oturacak kişinin kim olduğunu bilmeden oturdum koltuğa...
O sırada yanıma yüzünde hoş bir tebessümle orta yaşlarında bir kadın oturdu.
Evet, yol arkadaşımı tanımıyordum ama bir o kadar da tanıdık geliyordu bana nedense...
Bir tek adını ve soyadını duymuştum, o kadar...
Kimbilir belki siz onu daha önceden tanıyorsunuzdur, belli mi olur.
Benim yol arkadaşım Prof. Dr. Nazan Bekiroğlu'ydu.
5 senelik bir sürecin sonunda meyvesini aldığı Nar Ağacı'nın tanelerinden ister misin diye sormuştu, bana...
Hoşuna gidecek bir doğu masalının içerisinde kaybolmaya var mısın diye de eklemişti ardından...
Masal mı, büyülü bir yolculuk mu?
Kaçırır mıyım?
Yada hayır deme gibi bir lüksüm var mı, sizce?
Cevap belli...
Elbette ki hayır, böylesi bir yolculuğu imkanı yok kaçıramam.
Her ne olursa olsun o büyülü masalın ardından gitmeli, o dönemi bizzat yaşamalıydım.
Yolumuz uzundu ne de olsa...
Anlatacak şeyler de epeyce fazlaydı.
Ama bu anlatış benimkilerden ziyade, daha çok yol arkadaşımın kaleminden çıkan kelimelerle bezeliydi...
Bekiroğlu'nun kaleminden dökülen o sihirli kelimelerle, Balkan Savaşı yıllarından, I. Dünya Savaşı'na uzanan bir öykünün içerisinde adeta kendime yer bulmaya çalıştım.
Tuhaftır ki o dönemi özümserken hiç zorlanmadım.
Aksine kolayca adapte oldum.
Kah Yasemen oldum, kah büyükhanım...
Trabzon'da ve Tebriz'de doğup birbirlerine doğru yol alan iki hayat vardı önümde...
Ve delice akarken bir anda durgunlaşan iki ırmak...
Aslında sadece iki değil, çok ırmak vardı...
Tebriz'in meşhur halı tüccarının deli fişek oğlu Setterhan ve Trabzonlu inci tanesi Zehra...
İki büyük savaşın savurup yeniden şekillendirdiği hayatlar, muhacirlik, tehcir, mücadele, kader...
Farklı inançların aktığı ortak zemin, üç ülke, üç sevda...
Doğu masalı kadar zengin, hayal kadar güzel, hayat kadar gerçek bir hikayeydi bu...
Ve o büyülü hikayenin adı gövdesine inen balta iziyle gözyaşını akıtan "Nar Ağacı" idi.

NOT: Son zamanlarda okuduğum en etkileyici kitaplardan birisiydi Nar Ağacı. Okumadım, adeta o dönemi yaşadım. Karakterlerle yakınlık kurdum. İmgeler beynimin kıvrımlarında yer etti adeta. Bu kitabı bizlerle buluşturduğu için Timaş ailesine binlerce kez teşekkürler...

Nar Ağacı - Nazan Bekiroğlu from Timaş Yayın Grubu on Vimeo.


7 yorum :

Bayram Ganimetleri 2...

15:44 ebru altin 2 Comments

Bayram ganimetlerime görmüş olduğunuz gibi kaldığım yerden tam gazla devam ediyorum. Ganimet kapsamında okuduğum kitaplardan bir diğeri ise yıllar önce bir arkadaşımın hediye ettiği, dolayısıyla seneler sonra ikinci kez okuduğum Oscar Wilde'ın 'Violette'in Aşk Destanı' isimli kitabıydı...

Kitap, püriten ahlakın, güç ve güvenin sembolü olan Viktorya Dönemine ait bir takım bilgileri öncelikle okuyucuyla paylaşıyor.

Dönemin getirdiği katı ahlak ve gelenekleri doğrultusunda bir kozanın içine hapsettiği insanların erotizme dair bastırılmış duyguları, Gelbert Frederick imzasıyla bir sunu şeklinde ele alınıyor.

Sözkonusu sununun içeriğinde çok ilgi çeken bilgilerde yok değil hani...
Bunlardan ilkini ise Oscar Wilde hakkında genç erkeklerle yaşadığı eşcinsel ilişkilerden dolayı dava açılıp, hapis cezasına çarptırılmış olması oluşturuyor. Ve daha neler neler...

Viktorya dönemine ait genel bilgiler verildikten sonra ise kitabın asıl konusunu oluşturan bol erotizm dolu hikayeye geçiliyor.

Kitabın arka kapağında da yazıldığı üzere; belki sözkonusu eserin ahlaki yanını onaylamıyor olabiliriz ama şu unutulmamalıdır ki, kitabın kendisi bir hayal ürünü olsa dahi, burada anlatılan yaşam tarzı ve olaylar çağın gerçeğinin bağrından kopmuştur.

Dolayısıyla Violette'in Aşk Destanı'nı okuyan bir kişi burada sunulanların sadece erotik bir öyküden öte, Viktorya döneminin cilalanmış erotik söyleminin arka planını, kokuşmuşluğunu yansıtıyor olmasınıda önemseyecektir.

Elimdeki kitap çok eski bir sayı olduğu için yayınevi olarak Öteki Yayınevi gözüküyor. Şu an baskısı var mıdır, varsa da hala Öteki Yayınevi'nden mi çıkarılıyordur, orasını bilemiyorum tabii...

Bir ihtimal sahaflara bakarsanız belki bulabilirsiniz...

2 yorum :

Bayram Ganimetlerim 1

13:51 ebru altin 0 Comments

Aslında ganimet dediğime bakmayın siz...
Ali baba ve 40 Haramilerle herhangi bir tanışıklığım yok.
Ehh "açıl susam, açıl" dediğimde de açılacak bir kapı olmadığına göre öyle etrafta ışıl ışıl parıldayan mücevherlerle karşılaşmam gibi bir durum, şu an için ancak rüyalarımda olabilir, anlayacağınız.
Ama yine de kendime göre bir ganimet havuzum da yok değil, hani...
Bir sürü büyülü kelimelerin havalarda uçuştuğu, her birinin bambaşka hikayelere sürükleyeceği kitaplardan oluşan bir ganimetim var.
Daha ne olsun...
Bundan ala ganimet mi olur, değil mi ama...
Açıkçası bayramın gelmesiyle birlikte ister istemez tatil moduna girdiğimiz için bol bol kitap okuma moduna geçebildiğim gibi, aklımda olan filmlere de göz atabiliyorum.
Ki bundan dolayıda tahmin edebileceğiniz üzere inanılmaz mutluyum...
3 günlük tatil süresince kafadan 3 kitap bitirdim ki, kendimle ne kadar övünsem azdır herhalde...
Hepsini sırasıyla sizlerle paylaşacağım ama önceliği Tolstoy'un "Masallar" isimli kitabı alacak...
Tolstoy mu dediğinizi duyar gibiyim...
Evet, evet şu meşhur "Savaş ve Barış", "Anna Karenina" gibi unutulmaz eserlerin sahibi Tolstoy'dan bahsediyorum...
Hani şu Shakespeare'dan sonra dünya dillerine en çok tercümesi yapılan yazar olan Lev Nikolayeviç Tolstoy yani...
Savaş ve Barış gibi büyük bir eserin sahibi çocukları da unutmamış tabii..
Bu kitabın içeriğini oluşturan masallar ise bakın nasıl ortaya çıkmış...
Rusya'daki köy çocukları için açılan ilk okul -ki 1800'lü yılların ortaları-, Tolstoy tarafından açılmış.
Okul açılmış açılmasına ama karşılarında da önemli engeller varmış.
O engeller neymiş biliyor musunuz?
Çocukların kolayca okuyabileceği, ilginç kitapların olmamasıymış meğerse...
Kaldı ki çok az çocuğun kitabı varmış ve onlarında birçoğu sıkıcıymış zaten.
Oysa çocukların daha ilgi çekici ve canlı kitaplara ihtiyacı varmış.
Ah ne kadar da doğru, değil mi?
Bunun üzerine büyün dünyada ünlü kitaplarıyla tanınan büyük yazar, tüm çocuklar için kolayca okunabilecek ve ilgi çekici hikayeler yazmaya başlamış.
Bir, iki, beş, on derken böylece ortaya elimdeki bu "Masallar" kitabı çıkmış.
Öyle aman aman çok kalın bir kitap değil.
Toplamda 103 sayfalık bu kitabın içinde uzunlu kısalı 36 tane şu ana kadar pek duyulmamış masallar var.
Kimi zaman hüzünlenebileceğiniz, kimi zaman bir ağız dolusu gülebileceğiniz, kimi zamansa ders alabileceğiniz birbirinden güzel 36 masal...
Kitabın tek eksik yönü bana göre illüstrasyonların az ve siyah - beyaz olması.
Ama yine de çocuklarınız için eşsiz bir kaynak olacağı çok açık, benden söylemesi...

Bu da bayram şekeri niyetine kitabın içinde olan masallardan bir tanesi...

"Yaşlı İtfaiye Köpeği...

Zaman zaman sorumsuz anne babalar evden çıkarlar ve çocuklarını evde yalnız bırakırlar. Böyle durumlarda çocuklar için tehlikeli bir durum vardır. Yangın!

Alevlerin parladığı sırada şaşkınlık içindeki çocuklar, seslerini çıkaramazlar ve kuytu bir yere sığınırlar. Hiç kimse dumanlar arasında onları bulamaz.

İşte bu gibi tehlikeler için özel itfaiye köpekleri vardır. Onlar çocukları kurtarmak için eğitilirler. Bir ev yandığında, itfaiyeciler küçük çocukları kurtarmak için köpekleri yanan evin içine salarlar.

Bunların arasında ünlü bir köpek vardır. O pek çok yangından çocukları kurtarmıştır. İşte bir çocuğu kurtarışının hikayesi...

Bir defasında itfaiyeciler yanan bir eve ulaştıklarında, hıçkırarak ağlayan bir kadınla karşılaştılar. Kadın, iki yaşındaki çocuğunun alevlerin içinde kaldığını söylüyordu. Bunun üzerine ünlü itfaiye köpeği yangının içine yollandı.

Köpek dumanların arasından eve girdi ve merdivenleri tırmandı. Birkaç dakika sonra da, üzerinde geceliği bulunan küçük bir kız çocuğuyla kapıda göründü.

İtfaiyeci yaşlı köpeği tuttu, alevlerin ona zarar verip vermediğini anlamak için tüylerini karıştırdı. Fakat cesur köpek aniden tekrar alevlerin içine daldı. Evde başka birileri daha olabilirdi.

Alevlerin ve dumanların içine doğru fırladıktan hemen sonra ağzında başka bir şeyle tekrar göründü. Herkes merakla, ne olduğunu görmek için ona doğru yaklaştı. Bir süre sonra da bütün yüzlerde bir gülümseme belirdi.

Yaşlı itfaiye köpeği, ağzında kocaman bir bez bebek taşıyordu."

0 yorum :

İyi Bayramlar...

00:01 ebru altin 8 Comments



                   Sevdiklerinizle birlikte keyifli vakitler geçirip,
Şen kahkahalarla etrafı çınlatacağınız,
Neşesi bol,
İkramı çok,
Paylaşıma ık,
Nice zel bayramlara hep birlikte girmek dileğiyle...

8 yorum :

Sosyal Sorumluluk Projesi'nde Yer Almak İsteyen Bloggerları Bu Tarafa Alalım Lütfen... :)

17:18 ebru altin 15 Comments

Herkese merhaba,

İzlenimlerin Derinliği ismini verdiğim kültür sanat içerikli blogumda bu zamana kadar hiç böyle bir duyuruya yer vermediğimi blogumu takip edenler çok iyi bilirler.

Bu sefer ki post'um aslında ortak payda da sizlerle birşeyler yapmaya yönelik olduğu için diğer iletilerimden daha farklı bir özelliğe sahip olacak.

Lafı çok fazla uzatıp, vaktinizi alma gibi bir niyetim yok. Bu nedenle sizlere sadece şunu sormak istiyorum. Bloggerlar olarak bir Sosyal Sorumluluk Projesinde yer almaya var mısınız, yok musunuz?

Malum yaşadığımız coğrafyanın bizlere sunduğu avantajlardan bahsetmeme gerek yok. Burada ne sert bir kış yaşıyoruz, ne de aradığımız bir kaynağa ulaşamama gibi bir sıkıntı çekiyoruz. Aksine yediğimiz önümüzde, yemediğimiz arkamızda. Calliue'lu defterimiz yoksa ağlıyoruz, ben 10'li çantamız yoksa okula gitmiyoruz. Ya doğuda yaşayan kardeşlerimiz... Maalesef onların bizlerinkisi gibi bir şımarıklığı yok, isteseler de yapamıyorlar zaten. Çünkü hayat onlara birşeyleri bizlere sunduğu gibi altın tepsilerde sunmuyor.

Durum böyleyken taşın altına elimizi koyma vakti... Bu nedenle evinizin tozlu raflarında duran hikaye kitaplarınızı, çocuklarınızın sbs kitaplarını, romanları, ansiklopedileri, bilimum aklınıza gelen kırtasiye malzemelerini toparlama zamanı diyorum.

Tabii ki sadece gereksinim kitap ve kırtasiye yönünde mi olacak? Elbette ki hayır. Ben kitap veya kırtasiye konusunda destek olamam ama çok güzel örgü örebilirim. Kışlık atkıları da benden olsun diyorsanız ne ala...

30 Kasım tarihine kadar destek olmak istediğiniz kitap ve kırtasiye gereçlerini (atkı da olabilir) bana veya Seda Ayangil'e ulaştırabilirsiniz. Sözkonusu toplayacağımız yardımları Ağrı'nın Patnos ilçesindeki bir köy okuluna göndereceğimizi tekrardan bilginize sunarım.


Gönderilerinizi ulaştırabileceğiniz adres bilgilerini öğrenmek için ebrualtin@gmail.com veya sedaayangil@gmail.com adreslerinden irtibata geçip, bilgi alabilirsiniz.

Şimdiden hepinize teşekkür ederim... :)

 

15 yorum :

Kışın Okuyacaklarım...

18:54 ebru altin 6 Comments


Güneş, deniz, kumsal derken koca bir yazı göz açıp, kapayıncaya kadar devirdik. Hatta o da yetmedi. Sonbaharı da neredeyse yarıladık. Malum önümüz kış. Geçtiğimiz sene olduğu gibi yağmuru, çamuru, karı, ayazı oldukça çetin bir kış mı yaşarız, yoksa ılık bir hava akımının peşinden mi sürükleniriz bilemiyorum ama şu an bildiğim tek şey o da yün çoraplarımızı ayaklarımıza geçirip, battaniye altında, bir fincan limonlu ıhlamur eşliğinde kitap keyfi yapacağımız saatlerin daha da artacağıdır.

İnsanın kanını donduran soğuk kış akşamlarında yapacağımız en keyifli şeyin kitap okumak olduğu varsayımından yola çıkarsak -ki bu noktada kapımızda bekleyen bir adet harika kitap fuarının olduğunu söylememe gerek yoktur herhalde- eğer kitap stoklarımızı şimdiden kontrol etmemizde yarar var diye düşünüyorum.

Sizi bilmem ama ben kış ayı süresi içerisinde bana fazlasıyla yetecek -yoksa yetmez mi dersiniz- kitap listemi şimdiden oluşturdum.

Koca kış ne okuyacağımı merak edenler ve ne okusam acaba diye tavsiyeye ihtiyacı olanlar için işte benim listem...

1. Schubert'le Yaşamak: Bonnie Marson'ın kaleme aldığı kitapta, Lisa adında bir avukatın içine ünlü besteci Schubert'in ruhunun girmesiyle birlikte tepetaklak olan yaşamı anlatılmakta. Oldukça eğlenceli bir kitap olacağı konusundan bile belli, daha ne diyeyim. :)

2. Karısını Şapka Sanan Adam: Oliver Sacks'ın bu kitabını çok zaman önce duymuş olmama rağmen okuyamamıştım. Kısmet kışaymış meğerse...

Nöroloji ile ilgilenenlerin mutlaka okuması gereken kitaplardan olduğuna dair bir not düşünülmüş, benden söylemesi...

3. Akra'da Bulunan Elyazması: Paulo Coelho hayranı olduğumu beni yakından tanıyanlar bilir. Yazarın şu ana kadar yayınlanan hemen hemen tüm kitaplarını büyük bir heyecanla alıp, okumuşumdur. Akra'da Bulunan Elyazması hariç. Okumak için sabırsızlanıyorum...

4. Yürüyen Ölüler: Walkind Dead - Yürüyen Ölüler efsanesinin yeni sezonunu takip ederken, kitabını okumak oldukça keyif verecek doğrusu...

5.  Zaman Haritası: Gerek kapak tasarımı, gerekse de ön plana çıkartılarak okuyucuyu merakta bırakan "Kırık bir kalbi iyileştirmek için zamanı tersine çevirir miydiniz?" cümlesinden dolayı Felix J. Palma'nın bu kitabını alacağımı söylememe gerek yok sanırım. Koridor Yayıncılık tarafından çıkartılan bu kitap, umarım beni hayal kırıklığına uğratmaz.

6. Sapkın: Doğan Kitap tarafından yayınlanan S.J Parris'in yazdığı kitap size öncelikle şunları söylüyor. Büyücü, tanrıtanımaz, muhbir, sapkın... O bunların hepsi ve hiçbiriydi. Wowww ortaya kimbilir nasıl bir hikaye çıkacak, çok merak ediyorum.

7. Şeytan ve Şair: John Underwood'un usta kaleminden çıkan Şeytan ve Şair, gerçek belgelere dayandırılmış, ezber bozan bir roman niteliğinde...

8. Baharat Kokulu Hayatlar: Maeve Binchy ile zamanında İrlanda sokaklarını arşınladığım düşünülecek olursa eğer Erica Bauermeister'in de hikayesine büyük bir zevkle misafir olabilirim demektir. Bazı insanlar hayatın güzel olduğunu hatırlatmak için vardır. Hımmm, etkileyici bir hikaye yine beni bekliyor belli ki...

9. Northanger Manastırı: Jane Austen, henüz yirmi iki yaşındayken yazdı "Northanger Manastırı"nı. Yayıncısı romanın haklarını satın aldı ancak basmadı, hem de yazarın ölümüne dek ve sonunda abisi devreye girdi, yayıncıya parasını iade etti. Kendi çabasıyla romanı dünya edebiyatına kazandırdı. Jane Austen severler bu kitabı kesinlikle kaçırmasın derim. Bu kitabın, filmi de yapılır mı dersiniz?

10. Mart Menekşeleri: Dalgaların sesine kulak verin. Ada, kendine ait olanları geri çağırıyor. Hayat birine seni seviyorum demenin kararsızlığını yaşamak için çok kısadır. Etkileyici...

11. Ruhlar Evi: Isabel Allende, Ruhlar Evi'nde bir aileden ve o ailenin üç kuşak bireylerinden söz ediyor ve ailenin yaşadığı evi, tüm roman içerisinde önemli bir kişilik olarak tasarlıyor.

12. Asma Pansiyon: Hayal kırıklıklarından kaçmaya çalışan bir genç kız ve tesadüfen sığındığı küçük pansiyonda yaralarını sarmaya yardım eden beş yetişkinin öyküsü...

13. Alex Sayılar Diyarında: Matematiğin harika dünyasına eğlenceli bir yolculuk yapmaya ne dersiniz? Açıkçası çocuklara yönelik bir kitap olmakla birlikte üzerinde çalıştığım oyunda kaynak olması bakımından inceleyeceğim...

6 yorum :

Penceremdeki Mavi Melek Mimlemiş mi Beni Yoksa...

14:11 ebru altin 5 Comments

Gökyüzünden süzülüp, penceremin kenarına konan bir adet mavi melek, camımı tıklatıp kaçmaya hazırlanırken o da nesi?
Eyvahh! Notunu düşürmüş!
Kime yazdı acaba? Bana mı yoksa bir başkasına mı?
Aman canım kime yazarsa yazsın, pencere benim pencere olduğuna göre ben açıp okurum.
Peki o notta ne mi yazıyor?
Durun, durun birazdan söyleyeceğim...
İşte mavi meleğin inci gibi yazısıyla kaleme aldığı kişisel notu...
Bu bir okuma köşesi mimidir...
Sen de okuma köşene dair bilgilerini senin gibi kitapkurdu arkadaşlarınla paylaşırsan memnun olurum...
Hımmmm... Ne yapmalı, nereden başlamalı acaba?
Sayfa sayısına bakmaksızın hayatımızın birçok zaman diliminde bizimle birlikte olan, yeni karakterlerle tanıştığımız, yeni maceralara sürüklendiğimiz, kah üzüldüğümüz, kah mutlu olduğumuz, hiç gitmediğimiz bir ülkenin sokaklarında karakterin peşinden başı boş bir şekilde gitmeyi göze aldığımız okuma köşem neresi olabilir acaba diye çok düşündüm.
İşin içinden de ne yalan söyleyeyim çıkamadım.
Çünkü benim öyle yer ayırdım yoktur.
Her yerde, her konumda okuyabilirim.
Evde, işte, durakta, herhangi bir mekanda veya yolda yürürken...
Evet evet kendimi aştım artık...
Yolda yürürken bile okuyabiliyorum...
Tek okuyamadığım yer var...
O da işte bu otobüsün içi...
Onun dışında her yerde okurum.
Ama derseniz ki ya Epruuu sen nasıl bir yerde bu kitaplarını okumak istersin?
Vereceğim cevap işte burası olurdu...
Evet, evet böyle bir köşe istiyorum ilerde evime...

Sanırım evin şu kadarlık kısmını işgal eden bu yerde en mutlu olduğum saatleri geçirirdim.
Ne dersiniz ilerde böyle bir köşem olur mu ki benim de :))
Olur tabii ki dediğinizi duyar gibiyim. O yüzden de hepinize teşekkür ediyorum.
Peki siz nasıl bir yerde okumak isterdiniz. Şu benim mavi melek, renk değiştirip sizin pencereye doğru uçuyor olabilir mi acaba?
Siz yine de bir pencerenizi kontrol edin derim.
Belli mi olur, belki size de özel bir not bırakmıştır... :)
PS: Kitap okumayı hayatının merkez noktasına oturtan tüm blog arkadaşlarım bu mime davetlidir...

5 yorum :

Hakan Urgancı: Hayat Seni Cümle İçinde Kullandı...

21:18 ebru altin 1 Comments

Piyasada satılan birçok kitaptan farklı olarak, kelimelerin büyülü dünyasına sizi bir anda çeken "Hayat Seni Cümle İçinde Kullandı" kitabının yazarı Hakan Urgancı ile son kitabı hakkında konuştuk.

Ebru Altın: "Ben Kim Konuşmak Kim" ve "Herkes İçin Karizma" kitaplarınızı üçüncü bir kitapla bir süre önce taçlandırdınız. Sizi böyle bir kitap yazmaya iten şey neydi?

Hakan Urgancı: Aslında bir roman yazma isteği ve yükselen ihtiyacı içindeyken, özellikle bir uzun öykü ya da roman yazmanın, hayal gücünden çok, biraz da disiplin istediğini fark ettim. İşi gereği uzun seyahatler yapan, bir anlamda evini sırtında taşıyan biri için bu konsantrasyon sürelerini sağlamak epey güçtü.

Buna karşın yazma eylemi, artık olgunlaşmış bir çıban başına dönüşmüş durumdaydı. Ben yazmasam zaten kendisi bir yerden patlayacaktı. Ben de en bildiğim işi, topluluk önünde kendini ifade sanatını kaleme alıp, yazma deneyimi edinmeye karar verdim.

"Ben Kim Konuşmak Kim", bu süreçte doğdu. Yani aslında bir kişisel gelişim yazarı olmak gibi bir hedefim yoktu, ki hala da olduğunu söyleyemem. İkinci kitap olan "Herkes İçin Karizma"yı ise ilk kitap - bir anlamda - doğurdu. Kendini iyi ifade edenlerin karizmatik kişiler olduğundan hareketle, karizmatik kişileri gözlemeye başladım ve onların sırlarını deşifre ettim. Türkiye'de ve dünyada karizmayı sınıflara ayıran tek kişi ben oldum.

E.A İsmi oldukça manidar. Hayat Seni Cümle İçinde Kullandı! Bu isim nasıl ortaya çıktı, öğrenebilir miyiz?

H.U "Hayat Seni Cümle İçinde Kullandı", aynen kitabın içeriği gibi bir isim. Alaycı, insanın içini acıtan ama her ders gibi gerekli. İnsanın kendi içine ayna tutan, yazarı gibi kendisi ile kavga eden ama yenişemeyen bir kitap. Kitapta çok soru var yaşama dair, ancak yanıtları pek az. Neden mi? Sorunların kökenini öğrenince çözümü kendi içimizde buluyoruz da ondan. Hayata dair sorularımız çoğunlukla aynı ancak yanıtlarımız ya da çözümlerimiz parmak izleri kadar özgün...

E.A Kitabınızda değindiğiniz birçok konuyu mizahi bir dille ele almışsınız. Günlük hayatınızda da mizah önemli midir?

H.U Mizah, azınlığın sesi, güçsüzün dilinden çıkan keskin kılıç, orantısız güce karşı kullanılabilen tek silah. Kahkaha bulaşıcıdır, gözyaşı da öyle. Yine de aralarında belirgin ve hayati farklar bulunur. Gözyaşı her kesimi kucaklar ve birleştirir. Oysa kahkaha öyle mi? Herkes aynı şeye güler mi? Mizah anlayışlarımız ne kadar farklı ve zekamız ölçüsündedir. Kahkaha ayırır. İnsanları saflara ayırır. Zeki ile safı ayırır. Gözyaşı kalpten akarken, kahkaha beyinden gelir. Kahkaha, karizma tanımayan bir yıkıcı silah olarak kullanılabilir. Sonuç olarak, yasalara saygılı ve şiddete karşı bir kişi olarak benim gibilerin darbe emen hava yastığıdır mizah. Kendime çok gülerim, bu da beni herkese gülmeye muktedir kılar.

E.A Kişisel gelişim kitaplarına bildiğiniz gibi son zamanlarda yoğun bir talep var. Re-write yöntemiyle piyasada yazılmış onlarca kitap varken ve insanlar yoğun bir şekilde kuantum kitaplarına odaklanmışlarken bu türde bir kitap yayınlamak sizi korkutmadı mı?

H.U "Hayat Seni Cümle İçinde Kullandı" aslına bakarsanız türü ve sınıfı olmayan, kendi türünü yaratan bir kitap. Bu kitap, öncelikle bir deneme kitabı niteliğinde. Aynı zamanda felsefi sorular içeren -light- bir felsefeye giriş kitabı.

Bünyesinde sufi mesajlar saklayan bir mütevazi inci. Çokça mizah içeren bir gırgır kitap. Belki de kendi bokunu kurcalayan, bu yüzden yazarının başını çevresiyle derde sokabilme potansiyeline sahip bir harakiri kılıcı. Tüm bu özelliklere sahip olduğu için psikoloji ve sosyolojiyi koltuk değneği yapan, derdini dökerken çaktırmadan derdinizi dinleyen bir kanka, bir terapist. Ortaya karışık yani...

Füzyon mutfağı çıkaran bir restoranın şefini, karşıdaki dönerci zinciri ne kadar korkutursa, kuantum kitapları da beni o kadar korkutuyor. Amacımız bir bestseller yazmak olsaydı, sullar 'seller' gibi yazardık.

E.A "Hayat Seni Cümle İçinde Kullandı" piyasada olan birçok kişisel gelişim kitabından daha farklı bir özelliğe sahip. Siz, yazıyla bütünleşmiş, kelimeleri adeta seslendirmişsiniz. Yazım aşamasında böyle bir ritm her zaman yakalanmaz. Siz cümlelerinize böyle bir ritm kazandırabilmek için ne yaptınız, öğrenebilir miyiz?

H.U Kitabın yazıları, bir kitap yazmak amacıyla yazılmadı. İçimden geldiği anda, canım çektiğinde, kafam attığında, yakınımdakiler beni anlamadığında, ben birşeyleri anlamazlıktan geldiğimde yazdım. Sayfalara bağırdım, 'Midas'ın kulakları eşek kulakları!' diye...

Üslup, özgünlüğüne özgürlüğüne borçlu. Tabii ben bir spiker olduğum için zaman zaman konuşur gibi yazabiliyorum. Sanırım bu da bir avantaj...

E.A Kitabınızın bir bölümünde "Ferrari'sini Satan Bilgelerin in olduğu bir çağda yaşıyoruz. Aslında hiçbir bilge Ferrari'sini satacak kadar salak değildir" demişsiniz. Ortada böyle bir gerçeklik varken Ferrari'sini Satan Bilgelerin in olmasının nedeni size göre nedir?

H.U Ferrari'si olan bilge olmaz, bilge olanın belki otomobili bile olmaz. Bilge olmak, öyle herkesin ulaşabileceği bir makam değil ki... Bu ünvana sahip olamazsınız, ünvan gelip size konar. Onu halk, teveccühü ile size layık görebilir ancak.

Işık, doğudan yükselir, adı üstünde... Tüketecek mal bulamayan batı, doğunun değerlerini, bilgeliğini, mistisizmini Amerikan beziyle paketleyip bize geri satıyor. Benim eleştirdiğim konu bu...

E.A Sizce bir insan kendini nasıl geliştirebilir? Kişisel gelişim merkezine gitmesi ya da sizin gibi birisine danışması mı gerekmekte?

H.U Dünyanın en büyük yeteneği nedir, bilir misiniz? Ne yazı yazmak, ne şarkı söylemek, ne de ordulara kumanda etmek. toplumu değiştiren liderlerin ortak özelliği, kendini bilen, kendini objektif bir gözle görebilen kişiler olmalarıdır. Sözgelimi yazarlar ve eğitimciler de kendilerini görebilen kişilerdir genellikle.

Liderlerin onlardan da üstün olan tarafı, eksiklerini görmekle kalmayıp, bunlar için adım atabilmeleridir. Kendilerini geliştirebilmeleri, sorumluluğa, sorumluluğun beraberinde getirdiği acıya hazır olmalarıdır.

Kendini tanıyan bir insan hiçbir eğitim almadan, sadece gözlemleyerek ve çok okuyarak da kendini geliştirebilir. Kendini gerçekleştirmek ise bundan bir sonraki adımdır. Bu adım için yani bir hedefe yönelmek ve yolundan sapmamak için çoğunlukla ilgilendiğimiz konulardaki profesyonellere danışmak, akıllıca bir yatırım olacaktır. Sanmayın ki en önemli şey hocadır. En önemli şey, terzi değil malzemedir. Yani iş sizde biter. Hocanın eğitimi sizi sadece yüzde yirmibeş değiştirir. Bunu da küçümsemeyin, bu hayatınızın yüzde yüz değişmesi anlamına gelir.

E.A Kişisel gelişim alanında kaynak okuyan ancak zaman zamanda olsa kendisiyle çelişkiye düşen insanlara ne yapmalarını önerirsiniz?

H.U Bunu hepimiz yaşıyoruz. Ben karizma kitabını yazdığımda, kendime daha çok çeki düzen verme zorunluluğu hissettim. 'Adam bak, elaleme veriyor talkını, kendi yutuyor salkımı' demesinler istedim. Zaman zaman üniversitelerde verdiğim konferanslarda sordular sözgelimi, 'Siz kendinizi karizmatik buluyor musunuz?' diye... Şimdi bu tuzak bir soru. Hayır derseniz, kitabınız değersizleşecek. Evet derseniz, megalomana çıkacak adınız. Ben de dedim ki, 'Ben sadece karizmanın kitabını yazmış adamım, hepsi bu!'

Demem o ki, sadece okuyucu değil, zaman zaman yazar bile bu kaygıyı, bu tutarsızlığı yaşıyor. Ne yapmalı?

Kitapları sadece okumamalı, uygulamalı. Bir kitapta geçen her konu sizin yapınıza uymayacaktır. Kişiliğine uyanları uygulamaya çalışmalı. Yöresine, kültürel koduna uygun başlıkları hayata geçirmeli. Zaman zaman hedeften sapsa da, vazgeçmemeli. Çok uğraştığı halde kimi konuları başaramıyor ve bu da fark ediliyorsa, herkesten önce kendini eleştirebilmeli, kendisiyle dalga geçebilmeli...

E.A Genç yazar adaylarına vermek istediğiniz tavsiyeler bulunmakta mı?

H.U Okuyun, okuyun, okuyun... Sizi yolunuzdan çevirmek isteyenlerin canına okuyun. Tek bir okurunuz bile olsa yazmaya devam edin. Kimseyi taklit etmeye çalışmayın, zaten farkında olmadan yapıyorsunuz bunu. Kitap yazma işini bir geçinme amacı olarak bakmazsanız, hayal kırıklığı az, çevkiniz daha bol olur.

E.A Birbirinden güzel 3 kitap. Peki önümüzdeki süreçte ne tür projelerle tekrardan bizimle olacaksınız?

H.U Kadınlar ve ilişkiler üzerine hazırladığım kitap, olgunluk aşamasına geldi. 'Kadınları anlamaya çalışma!' Hemen ardından da fantastik öyküler içeren 'Göründüğü gibi değil' gelecek sanırım...

E.A Son olarak Blog'lar hakkında ne düşünüyorsunuz?

H.U Bloglar, tekel oluşturan, çoğunlukla genç yazarların emeğini sömüren yayınevi ve dergilerin hakimiyetine son veren olanaklara sahip. Bu bağımsız işler, bize Türkiye'deki yazarlık potansiyelinin daha sadece emekleme aşamasında olduğunu müjdeliyor. Çok seviniyorum, çok...

E.A Verdiğiniz yanıtlardan dolayı teşekkür ederim.

H.U Nezaketiniz için ben teşekkür ederim. Umarım hayat sizi güzel ve olumlu bir cümle içinde kullanır.

1 yorum :