Bu Nasıl İş? Acayip Bir Okul Macerası

16:01 ebru altin 0 Comments

Merhaba ben Mari. 15 yaşındayım ve şişe dibi camlı gözlük takıyor olmamın dışında insanların ilgisini çektiğimi söyleyemem.

Yetmezmiş gibi olağanüstü yeteneklere sahip aile üyelerim de benim müthiş özelliklerimin önüne geçiyor.

Mesela babam... Kendisi ultra aşırı duygusal aşk romanlarıyla ünlenmiş popüler bir yazar.

Peki ya ablama ne demeli? O da beğenilen ve bir o kadar da kendini beğenmiş bir keman virtüözü, inanabiliyor musun?

Annem mi? Ah. O dünyanın en havalı annesi! Yardıma muhtaçlara el uzatan bir iyilik meleği ama ben ailenin en zayıf halkasıyım ve bunu kesinlikle değiştirmem gerek.

Annem, hayır işleri için altı aylığına Mozambik'e gideceği için günlük tutmaya karar verdim. Durun bir dakika! Siz bu satırları okuduğunuza göre ölmüş ya da acayip ünlü olmuş olabilir miyim? Huhu - yaşasın!

Her neyse... Bir yıldır okulun seçkinler sınıfına gidiyorum. Ama sınıf arkadaşlarım dahiliğimin pek de farkındaymış gibi durmuyorlar! İleride bir gün müthiş bir ressam (evet doğru bildiniz, çizmek benim en büyük tutkum! ya da yaratıcı bir kuaför olduğumda benim gibi olağanüstü yetenekli, hitabı kuvvetli, tutumlu ve yardımsever biriyle arkadaş olma fırsatını teptikleri için çok üzülecekler. Boşverin, ben de hiçbirini Nobel ödülü törenime çağırmam, olur biter!

Seçkinler sınıfına kabul edilmem herkesi hatta ailemi bile şaşırtmış olsa da kimse umurumda değil. Hele sürekli dahiyane fikirler peşinde koşturan sınıf arkadaşlarımın durmadan benimle uğraşmalarını hiç ama hiç takmıyorum. Peki, tamam. Bütün bunları azıcık umursuyorum. Off, itirar ediyorum. Aslında herkes beni deli ediyor! Eğer arkadaşların en mükemmeli kopyacı olmasaydı çoktan bir köşeye çekilip, içim çıkana kadar ağlamıştım bile. Bir şekilde bu kendini beğenmiş ukala bozuntularına günlerini göstereceğiz. Her ne olursa olsun, tüm önyargılara rağmen sınıfı beraber bitireceğiz.

Biz kimiz?
Yenilmeziz!

Şimdi plan yapma zamanı! Mesela yakında bir okul gezisi var. Hazırladığım listeye siz de bir göz atsanıza;

1. Benimle dalga geçen Alina'ya hiç unutmayacağı bir ders vermek.
2. Iulius'un bana olan ilgisinin nedenini öğrenmek
3. Çok ama çok eğlenmek

Dostluğun gücü neymiş, herkes görecek!

Almanya doğumlu genç yazar ve çizer Olivia Vieweg'in günlük şeklinde yazıp, resimlediği bu kitap, macera ve eğlencenin iç içe geçtiği öyküsüyle gençlere harika bir okuma deneyimi sunuyor. Onbeş yaşındaki bir kızın okul ve aile yaşantısına göz kırpan bu matrak günlük, sıra dışı çizimleri ve gerçekçi ayrıntılarıyla okurlar arasında adeta bağımlılık yaratıyor.


0 yorum :

İşte Benim Hikayem!

11:26 ebru altin 1 Comments


Hikaye yazmak istiyor ama nereden başlayacağını bilmiyor musun? Zihnin fikirlerle dolup taşsa da masanın başına geçince bunları nasıl yazıya dökeceğin konusunda endişeli misin? Büyük bit heyecanla hikayeni yazmaya başlayıp sonra bir noktada tıkanıyor musun? İşte o zaman bu kitap tam sana göre!

Yazmak için sadece hayal gücüne sahip olmak yetmez. Harika bir fikri olağanüstü bir hikayeye dönüştürebilmek için izlemen gereken bazı önemli adımlar var. Görülmemiş girişlere, görkemli gelişmelere ve süper sonlara imza atarak belki de hayatının en güzel hikayesini yazabilirsin.

Simon Cheshire'ın yazmak isteyen ya da yazı konusunda kendisini geliştirmeyi amaçlayan okurlar için özel olarak hazırladığı bu kapsamlı kitap, türünün en iyi örneklerinden olup zevkli alıştırmalar ve renkli görseller eşliğinde kurmacanın doğasını anlatıyor. Kitabı eline alan her yaştan okurun içindeki gizli yazarı uyandırmayı hedefleyen Benim Hikayem, aynı zamanda öğretmenlerin sınıf içi çalışmalarında da kullanabilecekleri bir el kitabı niteliği taşıyor.

İlham verici ve yol gösterici öneriler, iyi bir kurgu, cancanlı karakterler ve yaratıcı hikayeler için pek çok fikir Benim Hikayem'de genç yazar adaylarını bekliyor.

Benim Hikayem, tanınan bir yazar olman için sana yardımcı olacak ilham verici fikirlerle dolup taşıyor. Havada uçuşup duran bu fikir balonlarından birkaçını yakalamaya ne dersin?

Haydi o zaman!

Şimdi kaleme sarılıp hayalindeki hikayeyi kağıda dökme vakti. Ne duruyorsun, bunca zamandır başkalarının hikayelerini okuduğun yeter. Artık yazma sırası sende!


1 yorum :

Ekşilina'nın hayret verici maceraları...

16:22 ebru altin 0 Comments

Evvel zaman içinde, "Yaşam bir tavakekidir" demiş bir Peynir Generali. Bazen tuzlu bazense tatlı. Oysa asıl önemli olan, tadı nasıl olursa olsun bu tavakekinin değerini bilmekmiş aslında...

Muhalif kişiliğiyle tanınan 12 yaşındaki Ekşilina'nın dünyası bir anda başına yıkılır. Eksimistan adını verdiği dört odalı evlerinde, seksen dört saksı bitkisi ile mutlu bir yaşan sürdüren Eksilina'nın annesi ve babası ayrılıyordur. Kahramanımız, dünyanın en uzun kahvaltı sofralarının kurulduğu, her masanın altında günün birinde ünlü olacak genç bir sanatçının gizli resimlerinin keşfedilmeyi beklediği bu evden yani krallığından ayrılmak zorundadır.

Hanginiz kurulu düzeninden, alıştığı hayattan ve sevdiği ortamdan ayrılmak ister ki? Şehrin diğer ucunda mini minnacık plastik bir eve taşınmak, tuhaf bir okula kaydolmak veya sinir bozucu sınıf arkadaşlarıyla aynı havayı solumak kimin umurunda! Ekşilina, tüm bunların üstesinden gelip, ait olduğu yere, yani Ekşimistan'a geri dönüp krallığını yeniden fethetmeye karar verdi bir kere...

Alman Gençlik Edebiyatı Ödüllü yazar Finn - Ole Heinrich ile çizer Ran Flygenring'in ince bir mizahi üslupla hayat verdikleri Ekşilina - Yıkık Dökük Krallığım, çekirdek aile yaşantısındaki ani değişiklikler, duygularla başa çıkma, ayrılık ve hastalık gibi çocuklar üzerinde derin izler bırakan hassas konuları ustalıkla ele alan çarpıcı bir kitap.

Ekşilina'nın hayret verici maceralarının ilkinde, dostumuzun yıkık dökük krallığına geri kavuşmasını izlerken okurken) dumanı üzerinde tüten koca bir kupa dolusu sıcak çikolata içmeye ne dersiniz?

0 yorum :

Siz hiç kütüphanede bir aslan gördünüz mü?

16:10 ebru altin 0 Comments

Günlerden bir gün kütüphaneye bir aslan gelir. Koca cüssesiyle etrafta salınıp, kitap koridorları arasında kaybolduktan sonra okuma köşesindeki minderlerin üzerinde uyuyakalır. Başta görevliler olmak üzere herkes biraz şaşırsa da kimse ne yapması gerektiğini bilemez. Çünkü kütüphane kuralları arasında aslanlarla ilgili hiçbir madde yoktur.

Kısa sürede kütüphaneyi benimseyen ve ortama ayak uyduran aslan, çalışanların işlerini kolaylaştırmakla kalmayıp, kütüphaneyi ziyaret eden çocukların da sevgisini kazanır. Günler geçtikçe kütüphanenin maskotuna dönüşen sevimli aslan hiç usanmadan kütüphaneye gelmeye devam eder. Taa ki karşılaştığı kötü bir olay nedeniyle kütüphane kurallarını ihlal etmek zorunda kalana kadar.

Amerikalı yazar Michelle Knudsen, kütüphaneye bir aslan sokarak küçük okurları kütüphaneyle, oradaki kitaplarla ve kütüphanede bulunmanın gerektirdiği kurallarla eğlenceli bir şekilde tanıştırırken, Kevin Hawkes ise göz alıcı resimleriyle bu büyüleyici ortamı çocukların hayallerinde daha iyi resmetmelerini sağlıyor.

Yaşı kaç olursa olsun, herkesin yüzünde sıcacık bir gülümseme bırakan Kütüphanedeki Aslan, insana okuma sevgisi aşılayan mucizevi kitaplardan...


0 yorum :

Dedemin Uçan Dairesi

15:10 ebru altin 0 Comments

Bamya anıtı ile Lahana anıtını duymuş muydunuz? Peki ya canlı bir çim biçme makinesi görmüş müydünüz hiç? Sizin de tonton bir dedeniz varsa eğer emin olun yalnız bunları görüp öğrenmekle kalmaz, uçan daire bile yaparsınız bir gün.

Bizim Cenk'in dedesi bir alem. Gün geliyor kah herkesin akıl danıştığı bir bilgeye, kah içi içine sığmayan şakacı bir çocuğa dönüşüveriyor. Bakmayın siz onun köyde sakin bir yaşam sürüp mısır, buğdağ, domates ektiğine. Elinden gelse aya merdiven dayayıp yıldızlara tırmanacak kadar hayalperest biri o aslında. Bir bakmışsınız atık malzemelerden bir tarihi eser yapmış, bir bakmışsınız altın kavun ektikleri tarlada korkuluk olmuş.

Cenk'in geç yaşta arkeolojiye merak saran babaannesi de dedesini aratmayacak kadar muzip biri. İnsan sıcacık evini, mis gibi tarlasını bırakıp, binlerce yıl öncesinden kalma kap kaçak peşine düşer mi hiç? Sahi, Cenk büyüyünce ne olsa acaba? Gerçi rüyalarında sürekli bir meslekten ötekine konuyor ama aklı bir hayli karışık son zamanlarda. Acaba amcası gibi "Dünya kazan ben kepçe" deyip farklı ülkelerde iş peşinde mi koştursa, yoksa deneyimli bir etnolog veya korkusuz bir kaptan mı olsa?

İnsanın hayalleri ve başarma inancı olduktan sonra üstesinden gelemeyeceği iş yok kuşkusuz. Eh bir de eğer Cenk'inki kadar muzip mucit bir dedesi varsa değmeyin keyfine!

Yaratıcı kalemiyle edebiyatseverleri şaşırtmayı seven ödüllü yazar Koray Avcı Çakman, Dedemin Uçan Dairesi adlı öykü kitabında sıradışı yetişkinlerle meraklı çocukları farklı ortamlarda buluşturarak, meslek seçimi ve kırsal - kentsel yaşam üzerine düşünsel bir yolculuğa çıkarıyor okurlarını...



0 yorum :

Bugün 19 Mayıs...

13:54 ebru altin 0 Comments

19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'mız Kutlu Olsun...



0 yorum :

Kitabınızın okunduktan sonra ağaç olmasını ister miydiniz?

14:31 ebru altin 0 Comments

Keyifle okuduğunuz bir kitabı okuyup bitirdikten sonra ne yapıyorsunuz?
Aslına bakarsanız verilecek cevaplar az çok bellidir.
Ya kitaplığınıza koyuyor, ya da bir arkadaşınızla paylaşıyorsunuzdur.
Ama bu noktada sizden beklediğim cevap bunlar mı? Elbette hayır!

Geçenlerde bir haber kanalında gezerken denk geldiğim haber karşısında ne yalan söyleyeyim Wouww oldum. Arjantin'de basılan "Mi Papa Estuvo en la Selva" (Babam Ormandaydı) adlı çocuk kitabı okunduktan sonra ekilebiliyor ve birkaç hafta içinde de ağaç oluyormuş.

Peki tohumlar nerede diyorsanız hemen söyleyeyim.
El yapımı olan bu kitabın her sayfasına özenle tek tek tohumlar yerleştirilmiş. Ekilebilir kitap projesi, 8 - 12 yaş arası çocuklara aslında doğal kaynakların önemini anlatabilmek için hazırlanmış. Kitabın dikkat çekmek istediği konuyu Greenpeace'den bir veriyle desteklemek de mümkün.

Bu arada kitap, ekolojik mürekkep ve asitsiz kağıt kullanılarak yapılmış. Projenin bir diğer amacı da kitapların da çocuklarla beraber büyüyebileceğini göstermek.

Kitabın yayıncısı Pegueno Editor Yayınevi, web sitesindeki açıklamada ekilebilir kitap projesini, "okuduğunuz herşey zihnimizdeki kütüphanenin bir parçası. Bu yüzden okumak içimizdeki kök salan ve bizi değiştiren bir eylem. Bir kitabı ekme işi, insanları çevre konusunda duyarlı olmak konusunda cesaretlendiren, olan duyarlılığı ve farkındalığı artıran bir eylem" cümleleriyle açıklamış.

Ekilebilir kitap projesi, gerçekten de ayakta alkışlanacak bir uygulama diye düşünüyorum.
Eh ne diyelim darısı bizim yayınevlerinin başına...

0 yorum :

Yapboz Çocukları

16:26 ebru altin 1 Comments

Güçlü kalemi ve ifade yeteneğiyle edebiyatımızın duyarlı yazarlarından Mehmet Atilla yepyeni kitabı Yapboz Çocukları'nda umudun, mücadelenin ve dayanışmanın iç içe geçtiği ürkek yaşamları, hasıraltı etmeye alıştığımız önemli sosyal gerçeklere değinerek anlatıyor.

Anadolu'nun görkemli kültür ve sanat yapılarından Aspendos yakınlarında bir yerdeyiz. Tarihe tanıklık etmiş binlerce yıllık bu bereketli topraklar şimdilerde büyük bir insanlık ayıbıyla karşı karşıya. Her yer tarım işçilerinin kurduğu çadırlar, karın tokluğuna çapa sallayan ırgatlar ve okullarından koparılıp, tarlalarda çalışmaya zorlanan çocuk işçilerle dolu.

Halası ile yaşam mücadelesi veren Rojin, çocukluğunu unutup erken yaşta hayata atılan bu çocuk işçilerden biri. Gün boyunda güneşin alnında, teri toza bulanana kadar çalışan Rojin'i yaşama bağlayan tek şeyse yıllar önce babasının beraberinde götürerek izini kaybettirdiği küçük kardeşi Revan'a yeniden kavuşmak. Peki ama nasıl? Onu bulabilmek için elinde olan tek bilgi, Revan'ın İzmir'deki bir hastanenin önünde mendil veya simit sattığı...

Neyse ki Rojin bu zorlu mücadelede yalnız değil. Ona yol gösteren 222 yaşında bilgi bir hamisi ve onu kardeşiyle buluşturabilmek için hiç durmadan Aspendos'tan İzmir'e kanat çırpan güzel dostları var.

Zaman akıp Rojin günden güne hayaline yaklaştıkça toplumun kanayan yaraları derinleşiyor. Zorlu şartlarda hayata tutunmaya çalışan çocuk işçilerin varlıkları daha da belirginleşiyor. Kötü bir yapbozun parçaları gibi sağa sola savrulan bu küçük hayatların kursaklarında kalan yaşama sevinci kalplerimizde adeta düğümleniyor.

Toplumsal konulara hassasiyetiyle tanınan ödüllü yazar Mehmet Atilla yaşlı bir zeytin ağacı ile dallarına konan yardımsever kuşların ağzından dile getirdiği bu romanını, ufuk acısı şiirlerle renklendirerek, birbirinden ayrı düşmüş iki kardeşin yürek burkan buluşma öyküsünü etkileyici bir üslupla aktarıyor.

1 yorum :

Söz - Düş Makinesi

16:06 ebru altin 1 Comments

Birçoğumuz şunu çok iyi biliriz ki, ağzımızdan çıkan sözcüklerle aynı anda içimizden geçen düşünceler genellikle birbirinden çok farklı olmaktadır. Fakat iyi ki içimizden geçenleri kimse duyamıyor, değil mi? Yoksa duyabiliyor mu!

Roma'da yaşayan ve bir ilkokulda öğretmenlik yapan yazar Stefano Bordiglioni, bugüne kadar yazdığı elliden fazla kitabıyla birbirinden eğlenceli maceralarını çocuklarla buluşturmaya devam ediyor.

Dünyayı tepetaklak edecek bir icadın mucidi kahramanımız bunu tamamen tesadüfen gerçekleştirir. Aslında bunu o bile gerçekleştirmez. Tamir etmeye çalıştığı faks makinesi, sakar kedisi Oreste ve kahvaltılarımızın vazgeçilmezi bir şişe çikolata kreması bir araya gelir ve ortaya "Söz - Düş Makinesi" çıkar. Peki ya bu makineyle neler yapılabilir dersiniz?

Peşine düşen balık kokulu gizli servis üyeleri bu makineye karşılık muhteşem bir para teklifi getirir. Bu kahramanımız için şeker küpü sevgilisi Valeria'yla Lampedusa Adası'nda tatil yapma hayalini gerçekleştirmek için harika bir fırsat olur.

Roma'da yaşayan ve bir ilkokulda öğretmenlik yapan yazar Stefano Bordiglioni, bugüne dek çocuklar için yazdığı elliden fazla kitabıyla yalnızca kendi öğrencilerini değil, tüm çocukları yaratıcılık dolu maceralarıyla buluşturmaya devam ediyor.

"Telepat makine, Söz - Düş nasıl çalışıyordu? Ben nereden bileyim? Doğru, onu ben yaptım fakat yalnız başıma değildim. Düşünceleri okuyan makinenin icadında, kedim Oreste'nin yardım eli daha doğrusu yardım patisi de büyük rol oynadı. Nasıl mı?"


1 yorum :

Yalancı Portakal

17:04 ebru altin 0 Comments

Çocuk ve gençlik edebiyatımızın üretken kalemi Miyase Sertbarut'tan hayallerini yalan üzerine kuran küçük bir kız çocuğunun süprizlerle dolu olgunlaşma hikayesi...

Yedi yaşındayken ailesinden ayrılarak halası ile birlikte yaşamak zorunda kalan Elif'e hayat pek de adil davranmıyor. Daha annesinin sevgisine doyamamışken yaşadığı kenti, kardeşlerini, çok sevdiği dut ağacını geride bırakarak evinden kilometrelerce uzaklıktaki Sevdilli köyünde yeni bir hayata başlayan Elif'i zor günler bekliyor.

İhtiyacı olan anne şefkatini halasının kollarında ve yatalak babaannesinin gözlerinde arayan Elif, teselliyi yalancı bir portakal ağacında buluyor. Doğduğu, büyüdüğü yere hiç benzemeyen bu köye kolay yoldan ayak uydurabilmek için çocuk işi bir oyuna başvuran kahramanımız yalan söylemeye kendini fazla kaptırınca ister istemez yalancı bir cennetin kucağına düşüyor. Oysa kalbinde sınırsız hayaller ve vaatler barındıran bu cennet onu büyük tehlikelere sürüklemeye hazırlanıyor.

Yalancı Portakal, okurlarını, yalanın bir kaçış mı yoksa bir kurtuluş mu olduğu üzerine düşündürürken, ruhlarının derinliklerinde pusuda yatan yalancı portakalla yüzleşmeye çağırıyor. Bütün çocukların dünyasında yalan ile hayalin birbirine karıştığını savunan yazar, edebiyatseverleri, acıyla tatlının bir arada sunulduğu doyumsuz bir hayal sofrasına davet ediyor.

Yoksa siz hala içinizdeki yalancı portakalla tanışmadınız mı?



0 yorum :

Hızlı okumada ne durumdasınız?

19:40 ebru altin 2 Comments

Bir veya iki sene önce sırf merakımdan Hızlı Okuma Semineri'ne katılmış ve kendi hızıma deyim yerindeyse şaşıp kalmıştım. Malum herkes kendisine göre hızlı okuduğu iddiasında bulunur ama bu ne kadar doğrudur tartışılır.

Hızlı okuma, adından da anlaşıldığı gibi normalden daha kısa sürede daha çok şey okuyup, daha iyi anlamak amacıyla yapılan bir okuma tekniğidir. Yetişkin bir insanın dakikada 150 ile 300 kelime arasında okuma kapasitesinin olduğunu düşünecek olursak eğer zaman zaman kendimize bu testi yapmamızda yarar var diye düşünüyorum.

Süreç içerisinde okuma hızımızda bir düşüş yaşanır mı?
Elbette evet!
Peki bu kadar net nasıl konuşabiliyorum? Çünkü kendimden biliyorum.

Hızlı Okuma Semineri'ne katıldığınız da öncelikle eğitmen tarafından size bolca göz egzersizi yaptırılır. O denli göz kaslarınızı geliştirecek hareketler yaptırılır ki gözünüz neredeyse fıldır fıldır hareket edecek kıvama gelir. Vaay be hareket eden bu göz benim mi diye direk şüpheye bile kapılabilirsiniz. 

Sonrasında da 500 kelimelik bir metin önünüze konularak 1 dakika içerisinde kaç kelime okuduğunuz belirlenir. Aman canım bunu yapmakta ne var demeyin. Birçok kişinin eğitim sırasında çuvalladığını söylememe gerek yoktur sanırım. 

Aslında birçoğumuzun düştüğü yanılgı şuradan kaynaklanıyor. Beyniniz metnin bütününü mü yoksa bir kısmını algılıyor? Bütün mesele bu? Kaldı ki hızlı okumanız da anlama oranınızla eş değerde! Hatta şöyle demek daha doğru olur. Okuduğunu anlamadıktan sonra hızlı okumanın pek de bir önemi yok. Bundan dolayı kendinizi kandırmanıza hiç ama hiç gerek yok.

Çocukluğumdan beri kitaplarla haşır neşir olan birisi olarak okuma hızım konusunda en küçük bir kaygım bile olmadan bir dakika içerisinde 425 kelimeyi sıkıştırarak, sınıfın en iyisi olduğumu daha dün gibi hatırlıyorum. 

Bu eğitimin üzerinden toplamda 2 yıl geçti. Ve itiraf etmem gerekirse eğer o hızımı kaybettmişim. Acı ama gerçek. 

Nereden bildiğime gelince...
Geçtiğimiz günlerde internette dolaşırken hızlı okuma ile ilgili internette bir testle karşılaştım. Eh böyle bir test bulup da yapmamazlık yapar mıyım? Elbette hayır.

Kolları sıvayıp metni okumaya, metin sonunda da okuduğum konuyla ilgili testi başarılı bir şekilde geçtim. Peki sonuç ne oldu derseniz hemen söyleyeyim.

425 kelimeyle kıyaslayınca ortaya çıkan kelime sayısı 275 şeklinde oldu ki bu da ortalama 8. sınıf öğrencisinin okuma hızıyla eş değermiş :) Bende ki durum eyvah eyvah modunda anlayacağınız. Tabii bu rakamı arttırmak yine benim elimde. O yüzden kasmaya hiç ama hiç gerek yok. Nasıl düşürdüysem öyle yükseltmesini de bilirim.

Peki siz okuma hızında ne durumdasınız?
Merak edenler için testin linkini aşağıda paylaşıyorum. 
Şimdiden testi yapacaklara kolay gelsin :)
Her daim hızlı ve mutlu kalmanız dileğiyle  



2 yorum :

Babam Süt Peşinde

21:35 ebru altin 0 Comments

Koralin, Yıldız Tozu, Mezarlık Kitabı gibi dünya çapında büyük ilgi gören kitapların Carnegie ve Newbery Madalyalı yazarı Neil Gaiman'dan kahkahalarla okunacak sıradışı bir süt hikayesi!

Güne iyi başlayabilmek için güzel bir kahvaltı yapmak şart kuşkusuz. Mis gibi kızarmış ekmek, biraz tereyağı, lezzetli peynirler, ev yapımı reçeller ve daha neler neler...

İşte tam da böyle bir sofranın hayaliyle güne uyanan iki kardeş kahvaltı hazırlamak için buzdolabını açtıklarında büyük bir sorunla karşılaştılar. Afiyetle sofraya oturabilmeleri için önemli bir eksiklikleri vardı: Islak -beyaz - içecek şey. Yani Süt!

Açlıktan karınları guruldayan çocuklarının hayal kırıklığına kayıtsız kalamayan babaları bir şişe süt almak için soluğu evlerinin köşesindeki bakkalda aldı. Fakat dakikalar dakikaları kovaladı. Beş dakikalığına evden ayrılan babaları bir türlü eve dönmek bilmedi. Ta ki uzun süre sonra elinde bir şişe ve ceplerinde heyecan dolu serüvenlerle evin kapısında belirene kadar...

Peki, süt almak üzere bakkala giden bir babanın eve bu kadar geç dönmesinde ne gibi tuhaf olaylar sebep olmuş olabilir?

a) Çok çok uzak bir evrenden dünyamıza gelen, biraz yeşil, oldukça toparlak ve huysuz kişiler tarafından kaçırılmak.

b) 18. yüzyıla geri dönüp Korsanlar Kraliçesi ile ölüm pazarlığına tutuşmak.

c) Kişi -Taşıyıcı - Uçan - Küre (nam-ı diğer uçan hava balonu) ile yüz elli milyon yıl geleceğe gitmek.

d) Mucit bir Stegosaurus'la zaman makinesinin sırlarını keşfetmek.

e) Hepsi ve çok çok daha fazlası.

Sırtı dikenli koca bir dinozor, rengarenk midilliler, korsanlar, uzaylılar, kötü kalpli vampirler, çok mutsuz görünen bir yanardağ tanrısı, pirana dolu büyük bir çanak ve daha nicelerinin hikayeye ortak olduğu baş döndürücü bir macera sizleri bekliyor!

Sınır tanımaz yaratıcılığa ve güçlü kalemiyle çağdaş dünya edebiyatının önde gelen yazarlarından Neil Gaiman ve göz alıcı çizimleriyle renkli bir dünyanın kapılarını aralayan ödüllü karikatürist Skottie Young'tan okurlarına zamanı unutturacak kadar eğlenceli, ballı süt tadında bir macera...

Unutmayın süt varsa umut da vardır...


0 yorum :

Gece Yarısı Sokakta Tek Başına Yürüyen Kız

20:54 ebru altin 0 Comments

Göz renkleri sürekli değişim içinde olup, gün ışığından etkilenmeyen ve köpek dişleri ile de son derece ilgi çeken yegane varlık deyince akıllara gelen ilk şey elbette vampirler olmaktadır. Açıkçası bu türü sevmemekle birlikte yine de elimden geldiğince fikir edinmek açısından izlemeye gayret ederim. Kah sonunu getiririm, kah ise getiremem.
Birazdan bahsedeceğim film ise ne yazık ki sonunu getiremediğim vampir filmlerinden. Geçtiğimiz haftalarda gösterime giren film aynı zamanda İranlı kadın yönetmen Ana Lily Amirpour'un da ilk uzun metraj çalışması niteliğinde. İran sinemasının ilk vampir filmi olması da cabası tabi...

Orijinal adı A Girls Walks Home Alone at Night olup, ülkemizde Gece Yarısı Sokakta Tek Başına Yürüyen Kız olarak çevrilen bu filmden açıkçası izleyene kadar bihaberdim.

İran sinemasının içerisinde vampir temasını yerleştirme fikrinin bana uzak olmasından mıdır bilinmez ama filmi ilk dakikalarda pür dikkat seyrederken, son sahnelere doğru kendimi uyurken buldum diyebilirim.
Ne yalan söyleyeyim birçok eleştirmen tarafından beğenilen film, nedense ben de aynı etkiyi yaratmadı. Siyah beyaz olmasından mıdır yoksa başka bir nedenden dolayı mı bilemiyorum elbette. Tabii sonuç her ne kadar ben de olumsuz olmuş olsa da belki siz keyif alarak izlersiniz belli mi olur. O yüzden bundan sonraki kısmın bol miktarda spoiler içereceğini hatırlatarak, filmle ilgili detayları sizlerle paylaşmaya devam ediyorum.
Film, öncelikle İran'ın Bad City isimli kasabasında geçmektedir. Bu hayalet kasabada fahişeler, uyuşturucu bağımlıları, kadın tüccarları ve daha birçok sefil ruh da kol gezmektedir. Ölümün ve umutsuzluğun kol gezdiği bu kasabadaki kadın vampiri ise kasabanın azılı suçlularının peşine düşerken izliyoruz.

Arash, babasının uyuşturucu bağımlılığı yüzünden arabasını bir torbacıya kaptırmıştır. Kendisi de bir torbacı olan Arash, arabasını geri almaya gittiğinde adamın öldürüldüğünü görür. Adam "Kız" adında, şehri lanetli insanlardan arındırmayı amaçlayan bir vampir tarafından öldürülmüştür.

İran'ın ilk Vampir Western'i olan Ana Lily Amirpour'un bu filmini izleyecek olanlara şimdiden iyi seyirler diliyorum. Bendeki etkisi pek parlak olmadı ama siz de bıraktığı tat farklı olur belki kimbilir. İzlemeyi düşünenlere şimdiden iyi seyirler :)


0 yorum :

Duyduk Duymadık Demeyin: Everest İlk Roman Yarışması 2015 Başladı

16:10 ebru altin 4 Comments

Kelimelerin sihirli dünyasında yolculuk yapmaya ne dersiniz?
Cevabınız "Evet" ise tam da elimde ilginizi çekecek bir haber duruyor haberiniz olsun.

Everest Yayınları, ilk kez 2006 yılında düzenlediği "Everest Yayınları İlk Roman Yarışması"nın bu yıl dokuzuncusunu gerçekleştiriyor. Siz de böylesi bir yarışmada şansınızı denemeyi istiyorsanız yapmanız gereken şeyler ise oldukça basit.

* Yarışmaya katılacağınız eserin, daha önce herhangi bir yarışmada ödül almaması gerekmektedir.
* Yarışmaya gönderilecek roman dosyaları; bilgisayarda A4 boyutunda dosya kağıdına 12 puntoyla ve 1.5 satır aralığıyla yazılıp, 6 nüsha çoğaltılmış olmalıdır. Bu standart dışında kalan dosyalar değerlendirilmeyecektir. Ayrıca her nüshaya, romanın CD veya disket kopyası ile katılımcının özgeçmişi eklenmelidir.
* Yarışmacılar, yarışmaya tek bir eserle katılabilirler.
* Yarışmada yaş sınırı bulunmamaktadır.
* Yarışmaya katılmak isteyenlerin dosyalarıyla beraber ayrı bir zarfla kısa yaşam öykülerini posta ve e-posta adreslerini, telefon numaralarını içeren bilgileri Everest Yayınları, Ticarethane Sok. No: 15 Cağaloğlu - İstanbul adresine APS, kargo veya kuryeyle göndermeleri gerekmektedir.
* Yarışmaya son katılım tarihi 15 Haziran 2015'dir.
* Yarışma sonucu Eylül 2015'de basın yoluyla açıklanacaktır.
* Ödülü alan roman dosyası Ekim ayı içinde Everest Yayınları'nda kitaplaştırılacaktır.
* Ödül tutarı 3000 TL'dir.
* Yarışmada 1. olan romanın 5 yıllık telif hakkı yayınevine ait olacaktır.
* Seçici Kurul: Cemil Kavukçu, Müge İplikçi, Semih gümüş, Erendiz Atasü ve İnci Aral'dan oluşmaktadır.
* Yarışmaya gönderilen dosyalar iade edilmeyecektir.




4 yorum :

"Kiralık Canavar" arıyorum

22:03 ebru altin 0 Comments

Rico ve Oskar serisinin ödüllü yazarı Andreas Steinhöfel, sevginin karşı konulmaz gücü üzerine kaleme aldığı olağanüstü kitabıyla edebiyatseverlerin zihninde bir kez daha derin bir iz bırakacağa benziyor.

Büyüdüğünde ünlü bir opera sanatçısı olmayı hayal eden Gianna'nın hayatta iki büyük tutkusu vardır: Avazı çıktığınca arya söylemek ve doyasıya korku filmi seyretmek.

Sesi zarar görmesin diye yaz - kış boynuna taktığı kırmızı atkısıyla dikkatleri üzerine çeken Gianna'nın duyulmasından en çok korktuğu sırrı ise annesinden ve babasından gizli gizli gece yarısı evden kaçarak ay ışığı altında şarkı söylemesidir.

Operaya ve korku filmlerine doyamayan küçük divamız için hayat, evden kaçış maceralarıyla çok daha eğlencelidir. Tabii yine bu gecelerden birinde korkunç bir canavarla karşılaşmasını saymazsak eğer!

Bu canavar tıpkı çok severek izlediği korku filmlerindeki gibi simsiyah, kırmızı parlayan iri gözlere sahip ve kocamandır. Üstüne üstlük Gianna'nın en büyük korkusunun ne olduğunu bilmekte ve onu bununla tehdit etmektedir. Acaba canavar bu gerçeği kimden ve nasıl öğrenmiştir?

Etrafına saçtığı dehşete rağmen cesur dostumuzu bir türlü etkisi altına almayı başaramayan canavar, göründüğünden çok daha ürkünç olabilmek için bir şeyler yapmalıdır. Oysa Gianna kalbi taş tutan bu canavarın yüreğini ısıtacak yolun nereden geçtiğini çok iyi bilir.

Steinhöfel, kalbi taşlaşmaya yüz tutanlara ithaf ettiği Kiralık Canavar isimli kitabında, sevginin gücüne inanmanın korkulara boyun eğmekten çok daha anlamlı olduğunu savunarak, ebeveyn - çocuk ilişkileri üzerine sorgulamalarla dolu düşünsel bir yolculuğa davet ediyor.


0 yorum :

Sizin Hiç Maviniz Var mı?

21:37 ebru altin 1 Comments

Size sonu mutlu olan, filmlerdeki mucizelerin yaşandığı bir hikaye anlatmak isterdim. Daha çok umut vermek... Şükredeceğim ne kadar çok şey olsa da bu aslında karanlık bir hikaye.

Yine de her gecenin bir güneşi vardır değil mi? Kim bilir, belki genim güneşim de bu kitap olur.

Bu kitabı en çok kadınlar okusun istiyorum.

Bir zamanlar benim yaşadığıma benzer deneyimler yaşamaya başlayan kadınlar, anneler... Henüz yolun başında olanlar... Dağhan doğduğunda keşke bir rehberim olsaydı diye çok düşünmüştüm. Birileri bana yaşama ihtimalim olanları anlatsaydı, belki düşüşlerim, kendimi dövmelerim daha az olurdu. Ama mutlaka olurdu. Annelik, hele de özel bir çocuğunuz varsa deneyimleri paylaşarak görece kolaylaşan bir olgu. Umarım bu kitabı okuyan kadınlar kendilerini daha az döverler.

Bu kitabı en çok erkekler okusun istiyorum.

Kadınları anne olduktan sonra anlamakta güçlük çeken, onlardan uzaklaşan, doğan bebekle beraber onları yalnızlığa iten erkekler...

Bu kitabı en çok önyargıları olanlar okusun istiyorum.

Her yaşananın altında bir bit yeniği arayan, "vah vah" ile başlayıp "ama" diye devam edenler...

Bu kitabı hayatta kötü şeylerin hep kendilerinin başına geldiğini düşünenler okusun istiyorum.

Bu kitabı şükretmeyi gerçekten bilmeyen, en ufak sorunları kocaman yapan, sahip oldukları mucizelerin farkına varamayan anneler okusun istiyorum.

Bu kitabı özel bir çocuğa sahip, düşen, savaşan, gizli gizli ağlayan, ölmeyi, hatta birlikte yok olmayı düşünen, yorgun, bıkkın, en ufak bir şeyde yüzünde güller açan ama gözlerinde hep yüzün olan anneler okusun istiyorum. Yalnız değilsin güzel kadın.

Evet, bu karanlık bir hikaye.

Bu karanlık Dağhan değil. Dağhan bu hikayenin en aydınlık, en masum yüzü. Onu çoğu zaman anlayamayan, anlayamadığı için mutlu edemediğini düşünen ve suçu olan, cevap veremeyecek bir meleğe atan, onunla ayakta duran bir kadının karanlık hikayesi. Olan yanlışlar karşısında cezayı hep kendisine kesen, döven, kanatlarını kanatmaktan çekinmeyen bir kadının hikayesi.

Hep minik umut parçalarına tutunan, bazen yaşadığı hayattan nefret eden, çoğu zaman da şükreden bir kadının hikayesi.

İçindeki yalnızlıktan bir türlü kurtulamamış bir kadının hikayesi...

Her gecenin bir güneşi vardır değil mi? Kim bilir, belki benim güneşim de bu kitap olur.

Buna inanarak yazdım ben...

Şimdiye kadar yaşadıklarım sanki bu kitabı yazmak içinmiş.

Bitince öleceğim.

Çünkü yeniden doğmaya ihtiyacım var.

Yaşadıklarım belki değişmeyecek, belki her gün daha da zorlaşacak. Ama her şeyi elimden, gönlümden geldiğince açıklıkla anlatacağım. Çünkü bu hayatta yalnız olmadığımı biliyorum. Söz uçar, yazı kalır. İnsanlar ölür, izleri kalır. Ben sözümü, izimi bu dünyaya kazımak için yazdım. Belki bir gün Dağhan da okur diye...

***

Öncelikle yukarıda okumuş olduğunuz satırların hemen hepsi, Özge Uzun'un "Sizin Hiç Maviniz Var mı?" isimli kitabına ait. Başarılı sunucunun hazırlamış olduğu kitap; oğlu Dağhan'ın ve mücadeleci bir annenin hafızalardan silinmeyen gerçek hikayesini gözler önüne seriyor.

Senin gibi, benim gibi kısaca herkes gibi hayallerine tutunan, hayallerini gerçekleştirmek için çabalayan bir kadın Özge Uzun.

Bu kitap, gözün gördüğü, yüreğin duyduğu, dilin söyleyemedikleriyle yazılmış çıplak bir kitap; mış gibi yapmayan, figüransız ve çırılçıplak. Bir kadının kendi kalbiyle olan konuşmalarıyla derin, sahici ama en çok da samimi. Biraz kulak kabartırsanız sesini bile duyabilirsiniz.

Bir çift mavi göz, bir çift beyaz kanar, pembe hayaller ve her şeye rağmen umut...


1 yorum :

Herşey hayal etmekle başlar...

19:53 ebru altin 9 Comments

Mutluyum mutlusun mutlu...
Peki neden bu kadar mutlusun diye soranlara ise cevabım bakınız aşağıda yer alıyor :)

Bim Bam Bom!
Çatlasın düşmanlar!
Benim de artık bir kitabım var...
İşte bundan dolayı çok ama çok mutluyum.

Uzun zamandır hayal ettiğim masal kitabımı nihayet hazırlayıp, okurlarla buluşma aşamasına getirebildim. Hem de İngilizce olarak! Aslına bakarsanız bu proje 1,5 senedir üzerinde cebelleştiğim birşeydi.

Masal karakterlerim, kurgum, illüstrasyonlarım derken her bir detayı titizlikle düşünmüş sonrasında da bütün aşamaları tamamladıktan sonra postaneden kendime taahhütlü posta ile projemi gönderivermiştim. Bu arada taahhütlü postayla gönderdim çünkü onca sayfanın noterden teker teker onaylatılması tahmin edersiniz ki oldukça külfetli olurdu benim için.

Eh bende de o kadar para verecek göz olmadığına göre senaristlerin ağırlıklı olarak yaptıkları bu sistemi uygulayıverdim. Eve gelen zarfı da sonrasında bir köşeye koyup, unuttum.

Unuttum dememe de bakmayın aslında. Unuttuğum falan yok ama adresinize gönderdiğiniz dosyanın olabilecek sıkıntılara karşı kesinlikle açılmamış olması gerekmekte. Durum böyle olunca unutmayıp unutmuş gibi bir hale bürünmek durumunda kalıyorsunuz. Sonrası tahmin edeceğiniz gibi çocuk kitapları çıkartan bir sürü yayınevinin kapısını çalmak şeklinde gelişti.

Birkaç tanesi kafadan reddetti, bir tanesi benzer nitelikte bir kitabı yeni bastıklarını söyledi. Oysa ki masal kitaplarının konusu farklı farklı da olsa üç aşağı beş yukarı birbirine benzer niteliklerde olur. Başka bir yayınevi programlarının yoğun olduğunu, 2 senelik periyotta kabul edersem basabileceklerini söyledi.

Bu şekilde devam eden süreç tam tamına 6 ayıma mal oldu. Artık ümitsizliğe kapılıp vazgeçmeye hazırlanıyordum ki gazetede gördüğüm bir röportaj bende şimşeklerin çakmasına sebep oldu.
Günümüzde imkanlar artık o kadar fazla ki sırf kitabı bastırıp, ISBN alabilmek için yayınevlerinin peşinde koşmama hiç ama hiç gerek yok deyip, internet üzerinden yapılabilecek şeyleri araştırmaya başladım.

Konuyla ilgili belli başlı birkaç tane yabancı kaynak olmasına rağmen benim tercihim bir Amazon kuruluşu olan createspace'den yana oldu diyebilirim.

Öncelikle sitenin kullanımı oldukça kolay. Biraz İngilizce bilginiz varsa rahatlıkla size yaptığı yönlendirmelerle işleminizi halledebiliyorsunuz. Kitabınızın boyutlarından tutun da, kapağınız mat mı yoksa parlak kartona basılması gerektiğine kadar her türlü bilgi size sorularak aşama aşama yapılıyor. Daha doğrusu siz yapıyorsunuz.

Arzu ederseniz belirli bir ücret karşılığında profesyonel destekte alabilirsiniz. Ben zaten işim gereği bu konulara hakim olduğum için ekstradan bir profesyonel destek almadım. Ancak itiraf etmem gerekirse eğer bu kadar profesyonel bir iş çıkartacaklarını ne yalan söyleyeyim tahmin dahi etmiyordum. Ta ki gönderdiğim dosyada yer alan imajlardan 2 tanesinin çözünürlüğünün düşük olduğunu belirten düzeltme işaretlerini görene kadar.

Bütün işlemleri tamamladıktan sonra bütün iş createspace yöneticilerinin içeriğinizi ve kitabınızın baskıya hazır hale gelip gelmedikleri belirlemesine kalıyor. Bunun için takribi 2 gün gibi bir süre bekliyorsunuz. Eğer sıkıntı yoksa ve kitabınız baskıya hazırsa konuyla ilgili size bir mail gönderiyorlar. Sonrası ise malum. Bütün işlemleri kabul ettiğinize dair bir onay teyidinin ardından kitabınız sizin belirlediğiniz fiyat üzerinden alıcı bulmaya başlıyor. Gerek Createspace gerekse de Amazon üzerinden satışa sunulduğunu söylememe gerek yoktur sanırım.

İsterseniz bastırın, isterseniz de dijital formatta satın alın. Karar size kalmış.
Eğer aklınızda böyle bir düşünce varsa değerlendirin derim.










9 yorum :

Ben Malala

14:39 ebru altin 0 Comments

Cehaleti yenip, çağdaş medeniyet seviyesine erişme noktasında eğitimin ve okumanın önemi hepimizin bildiği üzere kesinlikle yadsınamaz bir gerçek.
Ancak bu gerçeğin bilinmiş olmasına rağmen eğitime verdiğimiz değer ne boyutta diye sorarsanız işte orası tartışılacak kadar ciddi boyutlarda diye düşünmekteyim.

Birazdan bahsedeceğim kız, daha 12 - 13 yaşlarında var ya da yok!
Pakistanlı!
Düzene karşı gelip, eğitim hakkını savunduğu için Taliban örgütü tarafından başından vurulan bir kız çocuğu o!
Oysa daha küçücük...
Masum, savunmasız ve tek yaptığı şey inancı uğruna kendisi gibi hemcinslerinin hakkını savunmak!
Hepsi bu kadar...
Sonuç ise malum!

Ben Malala ismini yanılmıyorsam ilk Vatan Kitap'ta görmüş, sonrasında da "mutlaka okumalısın" sözleri eşliğinde birkaç arkadaşımdan daha duymaya devam etmiştim.

Ben Malala, Pakistan'da Taliban örgütü tarafından başından vurulduktan sonra sağlığına kavuşan Malala Yusufzai'nin otobiyograsi niteliğinde bir kitap. Nitekim Malala aynı zamanda saldırının ardından kız çocuklarının eğitimi için mücadelede simge haline gelen isimlerden biri.

Kitabı elime aldığımda beni can evimden vuran cümlelerden bir tanesi açıkçası şu satırlar olmuştu.
"Ben, Malala!
Haksızlığa maruz kalan ve sonra da susturulan bütün kızlar!
Sesimizi birlikte duyuracağız!"

Malala, henüz 12 yaşındayken yaşadığı Swat Vadisi'nde Taliban'ın okulları kapatıp, kız çocukların
okula gitmesini yasaklaması üzerine blog tutmaya başlayıp, başından geçenleri takma bir isimle BBC'de yazmaya başlıyor.

Peki nedir Malala'ya başından geçenleri yazdıran şey?
Ya Fazlullah adında ortaya çıkan mollanın yaptığı ateşli konuşmaların bir anda bölge halkı tarafından kabul görmesine ne demeli?

Şaşırtıcı ama bir o kadar da gerçekliği olan şeyler bunlar sonuçta!
Peki Fazlullah neler yapıyor, gelin birlikte göz atalım!
Önce ateşli konuşmalarının sonrasında taraftar topluyor.
Sonrasında da insanların para yardımıyla büyüyüp, güçleniyor.
Ardından ise yasaklarda birer ikişer gelmeye başlıyor.
Önce CD ve DVD'ler günah kategorisine sokulup yakılıyor.
Ardındansa sıra televizyonlara geliyor.
Ya devriye gezen ahlak polislerine ne demeli?
Burka zorunluluğu, 15 yaşını geçen kadının sokağa yalnız çıkamaması, kız çocuklarının eğitim hakkının ellerinden alınması derken hayat SWAT bölgesinde yaşanmaz hale geliyor.

Sesimizin değerini ancak susturulduğumuzda anlarız diyen Malala ise korkmadan mücadele ediyor.
Belki verdiği o mücadele ölümün kıyısından dönmesine mal oluyor ama birçok kadının sesi olmayı da başarıyor.

Uluslararası Çocuklar Barış Ödülü'ne layık görülen Malala, Birleşmiş Milletler'de yaptığı konuşmasında da ifade ettiği gibi "Bir çocuk, bir öğretmen, bir kitap ve bir kalem dünyayı değiştirebilir" diyor.

Ne dersiniz sizce de haklı değil mi?

0 yorum :

Blue Jasmine: Sahip olduğun hiçbir şeye güvenme

18:19 ebru altin 0 Comments

Dünya sinemasının en üretken yönetmenlerinden biri kabul edilen Woody Allen'a olan hayranlığım su götürmez bir gerçek. Kimine göre oldukça karışık ve sıkıcı, kimine göre de "sanat, sanat içindir" kavramını en iyi oturtan senarist ve yönetmenlerinden biridir Allen.

Amerika sınırları içinde kalıp San Francisco'yu selamladığı son filmi Blue Jasmine ise uzun zamandır aklımda yer etse de açıkçası bir türlü izleme fırsatı bulamadığım filmlerden biriydi.
Baş ağrıları, kendi kendine konuşmalar ve sinir krizleri arasında gerçeklerin ortasına düşen Jasmine'e, gün geçtikçe törpülenen ve çıkışsızlığa doğru sürüklenen insanlığımızın kırılganlığına dair bir nevi ayna tuttuğu bu filmiyle Allen, aslında sizi iç dünyanızda da ister istemez küçük bir yolculuğa çıkarıyor. Farkında olmadan çıktığınız o yolculukta bir de bakıyorsunuz ki birşeyleri sorgulamaya çoktan başlamışsınız.

Ben kimim?
Burada ne işim var?
Nasıl bir hayat, nasıl bir eş istiyorum?
Sahip olduklarım, olmasını istediklerimle ne kadar örtüşüyor?
veya çok sorgulamak mıdır hayatı bu denli zorlaştıran gibi...
Bu ve bunun gibi soruların doğru cevabını bulacağınız yer ise malum!
Öyle çok uzaklarda aramaya da gerek yok!
İç dünyanıza doğru uzunca bir yolculuğa çıkıp, kalbinizin sesine kulak vermek doğru cevabı bulmak için en doğru yer, hepsi bu kadar!

Cate Blanchett'in canlandırdığı Jasmine karakteri, kendi ayakları üzerinde duramayan, mağrur Jasmine'in o umutsuz mücadelesini ve derinleşen nevrozunu ustalıkla seyirciye aktarmayı başarıyor. Bize düşen ise filmin o tanıdık gelen hikaye örgüsünün içerisinde yer bulmak oluyor.
New York'lu çekici ve göz alıcı bir ev kadını olan Jasmine, milyarder kocası Hal ile birlikte son derece gösterişli bir yaşam sürmektedir. Yatırımcı olarak çalışan kocası Hal, son işlerinden birinde battığında, parasını cömertçe harcaması nedeniyle büyük bir mali krizin içine sürüklenir ve iflas etmenin eşiğine gelir. Gerek kocasının çevresindeki kadınlarla sürekli kendisini aldatması gerekse de yaşadığı o gösterişli hayatın bir an da yerle bir olmasıyla Jasmine iyice nevrotik bir hale bürünür.

Bu nedenle de San Francisco'nun taşrasında yaşayan üvey kız kardeşinin yanına gitmekte çareyi bulur. Tek çıkış yolu burada hayatını tekrar düzene sokup, zenginlik ve lüks içerisinde yaşamaktır. Bu süreçte modacı olarak kısa yoldan zengin olmayı yada varlıklı birileriyle tanışmayı dener ancak içerisinde bulunduğu depresyona alkol ve bol miktarda kullandığı antidepresan ilaçları da eklenince kendisini büyük bir karmaşanın tam ortasında bulur.

Peki o kaostan kurtulmanın bir çıkış yolu var mıdır?
Eh orası da ben de saklı kalsın...

0 yorum :

Ayin: Cennet'in Arka Bahçesinde Neler Oluyor?

16:50 ebru altin 0 Comments

Not: Okuyacağınız yazı bol miktarda spoiler içermektedir.
Türü ne olursa olsun izlediğiniz bir filmde sizi en çok çeken yönler genellikle ne olur?
Okuduğunuz bir kitabın uyarlaması mı yoksa gerçek bir hikayeden yola çıkılarak ele alınmış bir film olması mı? Ne yalan söyleyeyim ben ilk seçeneği direkt olarak elemekten yanayım. Çünkü daha önce okuduğum bir filmin bende bıraktığı o tadı, doğrusunu söylemek gerekirse eğer şu ana kadar hiçbir filmin doldurduğunu görmedim. Bana bu satırları yazdıran şey ise geçtiğimiz günlerde izlediğim The Sacrement / Ayin isimli film oldu.
İzleyenlerin yakından bileceği üzere geçtiğimiz sene gösterime giren The Sacrament / Ayin isimli film de gerçek hikayeden uyarlanan yapımlardan birisi.
Peki neydi bu filmin ben de bıraktığı o tat?
Oldukça uzun diyalogların olmuş olmasına rağmen sıkılmadan izleyiciyi ekrana kilitlemesi mi yoksa kafaları kemiren acaba şimdi n'olacak sorusu mu?
Aslında cevap hem her ikisi, hem de değil...
Tanımlayamadığım ama tuhaf bir şekilde kendimi de filmden alamadığım bir tablo vardı çünkü ortada. Belgesel tadındaki filmin yönetmenlik koltuğuna oturan Ti West, People's Temple'den esinlenerek ele aldığı bu film de, seyircinin merak düzeyini her daim yüksekte tutmayı rahatlıkla başarıyor, diyebilirim.
Peki bu filmde neler yok ki...
Gerilim, kan, korku, ne ararsanız mevcut!

Tüm bunların yanı sıra popüler kültürün her alanına yansıyan ancak kendisini ağırlıklı olarak 80'lerde gösteren tarikat korkusunun etrafa serpiştirilişi de cabası...

İki araştırmacı muhabir, kayıp bir kız için çok az kişi tarafından bilinen bir yere yolculuk yaparlar. Süreci de belgesel haline getirme niyetinde olan  bu ikili, gittikleri yerde ilginç bir toplulukla karşılaşır. Kırsal kesimde modern şartlardan kopuk yaşan yaklaşık 200 kişilik bu topluluk kendine "Cennet Tarikatı" adını vermiştir. Tarikatın lideri ise Peder dedikleri bir adamdır. Bu ikili, grup tarafından gayet olumlu karşılanırlar ve belgesel çekimlerine böylece bu tarikat da dahil olmuş olur. Fakat birlikte zaman geçirdikçe, tarikatın karanlık yüzünü de keşfetmeye başlarlar. Öyle ki artık yaşadıkları, arkadaşlarının kayıp kız kardeşini bulmanın ötesinde, dehşet verici bir ölüm kalım savaşına dönüşmüştür.

Aynı 1970'li yılların sonunda Guyana'da bir komün inşa ederek bir sürü insanla pollyannacılık oynayıp, etrafa toz pembe tablo çizen Jim Jones müritlerinin, komünden ayrılmak istedikleri sırada yaşanan olaylar silsilesi gibi!

Aradaki tek fark bu filmde hayatını kaybeden kişi sayısı 167 iken, bu sayının gerçek yaşamda ise tam tamına 5 katı fazla oluşu olsa gerek. Durumun ciddiyetini artık varın siz düşünün.


0 yorum :

Agatha Christie sevenlere müjde!

22:40 ebru altin 0 Comments


Dedektif Hercule Poirot karakterinin yaratıcısı olmasının dışında polisiye edebiyatının da en önemli isimlerinden biri olan Agatha Christie, ölümünün 39. yılında Pera Palas'ta anılıyor.

Son yıllarda otellerin yoğun ilgi göstermeye başladığı edebiyat günleri ne mutlu ki artık çığ gibi büyüyor. Önce Raffles İstanbul, ardından ise Pera Palas'ta başlayan edebiyat günleri okurlarla etkileşime geçmek içinde oldukça birebir. 

Fırsatınız varsa ve bu tip etkinlikler ilginizi çekiyorsa eğer aklınızda bulunsun Pera Palas'ın Mayıs ayı konusu "Agatha Christie Edebiyatı" olacak.

Altın Kitaplar işbirliğiyle Pera Palace Hotel'de gerçekleştirilecek "Perşembe Buluşmalarında" polisiye edebiyatının kraliçesi Agatha Christie'nin polisiye edebiyatına katkısının ve türün günümüzdeki yeri tartışılacak. Düzenlenecek etkinlikte yazar Celil Oker, eleştirmen ve çevirmen Sevin Okyay ve gazeteci Gülenay Börekçi de konuşmacı olarak yer alacak.

14 Mayıs Perşembe günü saat 15.00'te gerçekleşecek etkinliğe katılım ise ücretsiz olacak. Fırsatınız olursa bir uğrayın derim. 


0 yorum :

Birdman: Gerçek her zaman ilgi çekicidir

22:02 ebru altin 0 Comments

Oscar ödüllerinin dağıtıldığı gece de arz-ı endam eden ünlülerin aylar öncesinden başlayan hazırlıklarını malum artık bilmeyenimiz yok.
Ama o gecede boy gösteren öyle bir isim vardı ki, ne yalan söyleyeyim diğerlerine hiç benzemiyordu!
Sanki onlardan birisi değilmiş gibi...
Sıradan, basit bir kostüm vardı üzerinde!
Daha doğrusu yoktu...
Ama önemli olan kostümü müydü?
Elbette hayır!
Ünlü yıldızda bunu söylüyordu ya zaten!
"Üzerimize giydiğimiz kıyafet değildir bizi biz yapan, bizi bir yerlere taşıyan tek bir şey vardır. O da yaptığımız sanatımızdır" edasıyla şahane bir PR çalışmasıyla hafızalarımıza yer etmiş bir isimdir kendisi aslında.

Hayranlıkla izlediğimiz Birdman isimli filmde olduğu gibi beyaz slip iç çamaşırıyla çıkıp, babalar gibi "En İyi Film" ödülünü almış bir isimdir Michael Keaton.
Seyredenlerin yakından bileceği üzere Keaton ile karşılaşmamız uzun bir aradan sonra Birdman filmiyle birlikte oldu. Paramparça Aşklar Köpekler, 21 Gram ve Babil gibi farklı yapımlarla karşımıza çıkan Meksikalı sinemacı Alejandro G. Inarritu'nun imzasını taşıyan kara komedi türündeki film, bir süper kahramanı canlandıran ünlü aktör Michael Keaton'ın, Brodway oyunlarına tırmanma mücadelesini gözler önüne seriyor.
Bir dönemin Birdman adlı süper kahraman filmleri serisiyle ünlenen oyuncusu Riggan, Broadway'de kendi yönettiği ve başrolünde yer aldığı bir oyunun son hazırlıklarını yapmaktadır. Ancak provalar esnasında oyunculardan biri beklenmedik bir biçimde yaralanır ve yerinin acil olarak doldurulması gerekir. Lesley ve onun en yakın arkadaşı olan Jake'in önerisiyle bir zamanların gözde yıldızı olan Mike Shiner ile anlaşılır. Riggan sahneye çıkma hazırlıkları yaparken en başta Mike Shiner, ardından ise oyuncu olan sevgilisi Laura, kişisel asistanlığını yapan kızı Sam ve mükemmelliyetçi eski karısı Sylvia ile de baş etmek durumunda kalır.

Peki bu zorlu mücadeleden başarılı bir şekilde çıkar mı?
Orası bilinmez işte!
Daha doğrusu bilinir de ben buradan söylemeyeyim isterseniz.

İnsanların gerçek ve illüzyon karakterler arasındaki o gergin ve komik yolu yürüyüşünü adeta Don Kişot kimliğine bürünen Riggan vasıtasıyla bizlere aktaran Inarritu'ya ne kadar teşekkür etsek azdır doğrusu.

Birdman Replik: "Gerçek, her zaman ilgi çekicidir"

0 yorum :

Raffles İstanbul'da Edebiyat Dolu Günler Başlıyor

22:47 ebru altin 2 Comments

Yenilikçi misafir deneyimi ve memnuniyete dayalı eşsiz bir hizmet anlayışıyla geçtiğimiz Eylül ayında kapılarını açan Raffles İstanbul Zorlu Center kültür sanat alanındaki çalışmalarıyla adından bahsettirmeye devam ediyor.

Nisan ayından itibaren Writers Bar'da sevilen Türk yazarlarını okurlarıyla bir araya getirecek olan Raffles İstanbul Zorlu Center, ilk kitap söyleşisini ise 11 Nisan Cumartesi günü gerçekleştirecek.

Tüm edebiyatseverlere açık ve ücretsiz olacak olan bu etkinlikte kitapseverler hem sevdikleri yazarlarla bir araya gelecek, hem de hayranı oldukları yazarları daha yakından tanıma fırsatına sahip olacaklar. Writers Bar'ın huzurlu atmosferinde yazarlar ile eserleri hakkında sohbet etme imkanı bulacak olmaları da cabası...

Doğan Kitap işbirliği ile gerçekleşecek olan kitap söyleşilerinin ilk konuk yazarı ise Gül İrepoğlu olacak.

11 Nisan 2015 Cumartesi günü, 14.00 - 16.00 saatleri arasında gerçekleşecek olan söyleşi de İrepoğlu, okurları ile buluşarak, son kitabı "İstanbul Yıldızı"ndan bölümler okuyacak.

Kalem Agency, benzer etkinliği birkaç sene önce Çırağan Sarayı'nda her ayın 15'inde gerçekleştiriyordu. Açıkçası oldukça da keyifli geçen bir etkinlik oluyordu. Yeni insanlarla tanışıp, sevdikleri yazarlarla birlikte keyifli birkaç saat geçirecek olmakta cabası. Çırağan'da gerçekleşen bu etkinliği elimden geldiğince takip etmeye özen gösterirdim.

Raffles İstanbul Zorlu Center'ın bayrağı devraldığı bu etkinlik de eminim diğerleri gibi keyifli geçecektir. İşim dolayısıyla İstanbul'da bulunmamamdan dolayı her ne kadar çok istesem de ben katılamayacağım. İstanbul'da olup da zaman probleminiz yoksa eğer bu etkinliğe mutlaka ama mutlaka gidin, derim. Hem Raffles İstanbul'un tadını çıkarır, hem de edebiyat dolu keyifli bir iki saat yaşarsınız, fena mı olur?

Sınırlı sayıda katılımın gerçekleşeceği söyleşiye katılmak için 0212 924 02 20 no'lu telefondan rezervasyon yaptırmanız gerektiğini de unutmayın.




2 yorum :

Herşey çocuklar okusun diye...

17:16 ebru altin 0 Comments

Nivea sözcüğü siz de neyi çağrıştırıyor bilemiyorum ama beni tek kelimeyle çocukluğuma götürdüğü bir gerçek.
Koyu mavi büyükçe bir kutu...
ve içerisinde de mis gibi kokan bir krem vardı.
Peki nedir beni Nivea ile ilgili bu satırları yazdıran şey?
Malum takip edenlerin yakından bileceği üzere izlenimlerinderinliği tamamen kültür sanat, hobi ve gezi teması üzerine kurulu bir blog.
Bu nedenle Nivea'nın an itibariyle burada yer alması da tamamen hazırlamış olduğu masal serisiyle alakalı diyebilirim.
Yıllar boyunca o ikonik mavi kutusuyla milyonlarca insana aile, güven ve cesaret değerlerini anımsatan Nivea, bu güzel değerlerle çocukların da tanışması ve eğlenerek okuma sevgisi kazanması amacıyla özel bir masal serisine imzasını atmış.
Seride bulunan 5 farklı masal ise Nivea'nın ana değerlerinden yola çıkarak yani güven, aile ve cesaret temalarına dayanarak hazırlanmış.
Emin olun her masal, okuyucu da bir yandan merak uyandırıp eğlendirirken, diğer yandan da yaşama dair pozitif mesajlar vermeden edemiyor. Masallar, Naz ve Efe adında iki kardeşin, bir tavşan ve bir peri kızıyla yaşadığı; uçmak, yüzmek, tırmanmak ya da farklı hayvanlarla tanışmak gibi heyecan dolu maceralarını konu alıyor. Özenle tasarlanan her karakter, yaşadığı maceralar sırasında, sevgi, koruma ve önemsemenin değerini de miniklere göstererek, öğretiyor.
Peki serinin içerisinde yer alan masallar neler, gelin birlikte bakalım...
Efe'nin Yastık Dağlarındaki Serüveni
Naz ve Peri Kızı Seyahate Çıkıyor
Naz ve Kayıp Sihirli Değnek
Efe Havuza Atlamaya Gidiyor
ve Naz, Efe ve Tavşan...
Seri de yer alan bu 5 masalı bu aydan itibaren tales.nivea.com sitesinden bilgisayarınıza yükleyebilirsiniz. Gelişmiş Animasyon teknikleriyle masal okumayı daha da keyifli hale getiren sitede, çocuklarla anne babaların birlikte eğlenceli zaman geçireceği, interaktif ve eğitici oyunlar da yer alıyor. Naz ve Peri Kızı Seyahate Çıkıyor masal kitapçığı, 16 - 29 Nisan tarihleri arasında Migros mağazalarında çocuklara hediye edilirken, Çocuklar Gülsün Diye Derneği, Koruncuk Vakfı ve TOÇEV'in katkılarıyla daha fazla sayıda çocuğa ulaşacak.
Birbirinden çekici 4 kapak tasarımıyla sınırlı sayıda üretilen Nivea Creme Masal Koleksiyonu, Nisan ayı boyunca, mavi kutu koleksiyonerlerini bekliyor olacak.

0 yorum :

İtinayla şifre çözülür

12:12 ebru altin 0 Comments

Not: Bu yazı bol miktarda spoiler içermektedir.
Düşündüm de tüm yaşamımız boyunca gözümüze sokulan belli başlı isimlerin dışında bilmediğimiz, kıyıda köşede kalmış ne çok isim var. Hem de her biri yapmış oldukları başarılı işlerle, hadi onu da geçtim nev-i şahsına özgü kişilikleriyle tabir-i caizse ötekileştirilen kişilikler...

Peki neden ötekileştiriliyorlar?

Cinsel kimlikleri, davranış bozuklukları veya toplumsal olaylara bakış açıları mı onları ötekileştiriyor?

Nedeni bilinmez elbette...

Veya biliniyordur da söylenemez...

Aynı İngiltere'nin en olağanüstü ve tanınmayan kahramanlarından Alan Turing'de olduğu gibi...

O bir matematikçi...

O bir kriptanalist...

O bir savaş kahramanı...

O cinsel kimliğinden dolayı İngiltere Hükümeti tarafından cezalandırılan bir dahi...

Ve huzurlarınızda Alan Turing...
Daha önce bu ismi duymuş muydunuz bilemiyorum ama geçtiğimiz günlerde izlediğim The Imitation Game: Enigma'ya kadar ne yalan söyleyeyim ben de bu isim karşısında bir haberdim diyebilirim.

8 dalda Oscar'a aday gösterilen ancak bunların yalnızca 1 tanesine (En İyi Uyarlama Senaryo) layık görülen film de; II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası tarafından görülen Enigma makinesinin şifresini açığa çıkaran ve bilgisayar biliminin kurucusu sayılan Alan Turing'in uzun zaman gizli kalmış başarısı anlatılıyor.
Tabii hemen her biyografi türünde olduğu gibi The Imitation Game: Enigma'da da benzer süreçler birbirini kovalamadan edemiyor. Ağırlıklı olarak İkinci Dünya Savaşı sırasında geçen hikaye, doğal olarak 1950'li yıllara, oradan Turing'in çocukluğuna, ardındansa Enigma kodunu kırmak için İngiliz istihbaratına katılmasına dek devam ediyor.

1952 yılının kışında İngiliz yetkililer, bir soygun ihbarını araştırmak üzere Turing'in evine girerek, ahlaksız davranışlarda bulunma suçlamasıyla böyle bir dahiyi gözaltına alırlar. Oysa ki Turing'in İkinci Dünya Savaşı'nda Almanya'nın kırılamaz tabir edilen Enigma makinesinin şifrelerini kırdığı da alenen bilinmektedir. Ancak bu gerçek bile mahkum edilmesine engel olmaz.

Gerilim türündeki filmleriyle tanınan Norveçli yönetmen Morten Tyldum'un yönetmenlik koltuğuna oturduğu filmin başrollerinde Benedict Cumberbatch ve Keira Knightley yer alıyor.

İngiliz dahi Alan Turing'in modern teknoloji üzerindeki etkisi kabul etmeliyim ki yadsınamaz boyutlarda. Bu nedenle Şubat ayında Pinema Film tarafından gösterime giren bu filmi vizyondan kalkmadıysa eğer fırsat yaratıp izleyin derim. Hele de biyografi türündeki yapımlardan hoşlanıyorsanız şimdiden değmeyin keyfinize, iyi seyirler...

0 yorum :

Interstellar (Yıldızlararası)

13:08 ebru altin 1 Comments

1900 - 1930 yılları arasında dünya algılayışımızı kökünden değiştirecek üç kuramdan en az bir tanesine gündelik hayatınızda eminim ki misafir olmuşsunuzdur. Özel görelilik, genel görelilik ve kuantum mekaniği...

Açık konuşmam gerekirse özel ve genel göreliliğe zaman zaman hala kafamın basmadığını düşünsem de iş dönüp dolaşıp kuantum mekaniğine geldiğinde işin rengi de değişmeye başlıyor. Christopher Nolan'ın yönetmenlik koltuğu Interstellar (Yıldızlararası) ile ilgili yorumlara her ne kadar öncesinde göz atmış olsam da, özellikle senaryosundaki olay örgüsüne hayran kaldığımı içtenlikle söyleyebilirim. Hatta bu içtenliğin içerisine bir tutam da kıskançlık faktörünü (zira bu tipte bir senaryoyu bu denli başarılı bir şekilde, izleyiciyi sıkmadan kaleme almak her baba yiğidin harcı değildir" serpiştirirsem tam olur.

Yaklaşık 169 dakika süren ve Nolan kardeşlerin imzasının bulunduğu Interstellar, benim için son zamanlarda neredeyse nefes dahi almadan büyük bir keyifle izlediğim yapımlardan birisi oldu diyebilirim.

2014 yılının en çok ses getiren filmlerinden biri olan Interstellar (Yıldızlararası) dünyanın ekolojik açıdan son demlerini yaşadığı bir dönemde geçiyor.
Öykünün ana karakteri olan Cooper, iki çocuk babası eski bir pilottur. Yaşıtlarına göre oldukça farklı özelliklere sahip olan kızı ile yolculuk yapan Cooper, tesadüfen bulduğu bir merkezde NASA'nın yeni bir proje peşinde olduğun farkına varır.

Prof. Brand'in öncülüğündeli bu projede uzaya gönderilen öncü birliklerin izlerinin sürülerek, yeni yerleşim yerleri hakkında somut verilere ulaşılması planlanmaktadır.
Ekipte Cooper'ın yanısıra profesörün fizikçi kızı Amelia, pilot Doyle ve alanında başka bir uzman olan Romelly de bulunmaktadır. Her biri alanında dahi olan ekip, önce uzay istasyonu Endurance'a
ardından ise Gargantua'daki kara delikten geçerek incelemelerde bulunur.

Her ne kadar birçok eleştirmen Interstellar'ın Hollywood klişelerine dayandırılan filmlerden birisi olduğu kanısında olsa da film en iyi cevabı Oscar'da aldığı ödülle vermiştir. Zira en iyi görsel efekt dalında Oscar ödülüne layık görülen film, bence birçok veriyi popüler bir sinema örneğinin katmanları arasında entegre etmesi açısından da oldukça etkileyici niteliktedir. İzleme fırsatı bulmayanlara duyurulur.

1 yorum :