Midnight in Paris: Paris'te Geçmiş Hiçbir Zaman Ölmez...
Paris'te Gece Yarısı, ne zamandır aklımda olan bir filmdi. Ancak araya sıkıştırdığım onca filmin arasında unutulup gittiği için bir türlü izlemeye fırsatım olmamıştı. Ta ki düne kadar...Malum ortalık kar, buz modunda olunca en mantıklı çözüm yolu sıcacık bir evde oturup, sinema keyfi yapmak diye düşündüm. Aklıma da bir anda bu film geliverdi işte. "Paris'te Gece Yarısı", orijinal adıyla ise "Midnight in Paris"...
Dolayısıyla yaşlı kurt Woody Allen'ın sayesinde kendimi biranda Paris sokaklarında dolaşırken buluverdim. Paris'e hiç gitmeyenler için bile bu şehrin adı sihirli bir anlam taşır ve farkında olmadan sizi kendi büyüsüne çekiverir. Ne olduğunu, nasıl olduğunu bile anlamazsınız çoğu zaman...
Malum eşsiz mitoloji ve mirasıyla Paris, sokaklarının, bulvarlarının ve bahçelerinin olağanüstü güzelliği ve bu bahçelerdeki ihtişamıyla yer alan dünyanın en büyük müzeleriyle ünlü bir şehridir. Büyük siyasi ve kültürel olaylardan tutunda, efsanevi restaurant ve kafelerine kadar, tarihinin tınısı her yerden duyulur. Bu nedenle de Paris'te geçmiş hiçbir zaman ölmez ve bütün ihtişamıyla ışıldar. Hele de yağmur yağıyorsa, değmeyin keyfine. Filmin içinde de bolca geçtiği üzere Paris, yağmurda dolaşırken daha da güzel gelir insanın gözüne...
Filmin, iş amacıyla Paris'e gelen bir aileyle, sonbaharda evlenecek olan nişanlı iki gencin bu şehirde başlarına gelen ve hayatlarını değiştirecek maceralarını anlatan romantik - komedi dalında oldukça eğlenceli bir çalışma olduğunu içtenlikle söyleyebilirim.
Gil, gençken önemli bir yazar olmak isteyen ve Hollywood'da çalışan bir senaristtir. Hemingway ve Fitzgerald gibi Amerikalı yazarları idolleştirmiş ve onlar gibi bir yazar olmak istiyordur. Ancak hayatın bir noktasında Gil, o yoldan ayrılır. Senaryo yazarlığında yetenekli olduğunu fark eder ama sonunda kendisini, tatmin etmeyen bol kazançlı bir işin ve çok da rahat hissetmediği bir servetin içinde buluverir.
Tabii tüm bu sürece ait detayları çiftin ve tabii ki kız tarafının ailesinin de dahil olduğu Paris seyahati sırasında öğreniriz. Paris'te olmak Gil'in bir zamanlar sahip olduğu edebi hırslarını da doğal olarak körüklemektedir. Orada bulunduğu süre içerisinde, birçok ünlü ressamın sevgilisi ve ilham perisi olan, nefes kesici güzellikteki moda tasarımcısı Adriana ile karşılaşır. Olanlarda o noktadan sonra olmaya başlar zaten...
Geçmişte yolculuk yapıp, dönemin ünlü yazar ve ressamlarıyla vakit geçirmek, Gil'i bambaşka bir yere sürüklerken, hayatında radikal denebilecek karar almasında da etken bir faktör olacaktır elbette...
Filmin oldukça eğlenceli olduğu su götürmez bir gerçek. Hele de döneme ait yazar ve ressamlara dair küçükte olsa bir fikriniz varsa size inanılmaz keyif vereceği neredeyse garanti boyuntunda...
Hemingway'den T.S. Eliot'a, Scott ve eşi Zelda Fitzgerald'dan Cole Porter'a, Picasso'dan Man Ray'a, Luis Bunuel'den Salvador Dali'ye sayısız sanatçıyla tanışıp, Paris sokaklarında dolaşma düşüncesi size cazip geliyorsa eğer eminim ki Woody Allen'ın Oscar adaylarında en iyi film dalında adaylığı olan son filmi Midnight in Paris'i de çok seveceksinizdir...
Film güzele benziyor..Bu arada blogunu çok beğendim dolu dolu tebrikler.
YanıtlaSil