Günün Şanslı Kişileri Bakın Kimler Olmuş...

23:55 ebru altin 3 Comments

Duyduk duymadık demeyin! Maya Kitap'ın destekleriyle 1 hafta önce başlatmış olduğum ödüllü yarışmamızın talihli kişilerini Random.org aracılığıyla yapmış olduğum çekiliş doğrultusunda an itibariyle belirlemiş bulunmaktayım.

Taşların Sessizliği isimli kitabımız için öngördüğümüz ödüllü yarışmamızın doğru cevabı malumunuz birçok kişinin de yanıtladığı üzere "parşömen" idi.

                                                            

Yapmış olduğum çekilişte günün ilk talihlisi 13. sırada yer alan sevgili BeyazKitaplık olurken, ikinci şanslı kişi ise 18. sıradaki bidolukitap'ın biricik sahibesi Zehra Değirmenci oldu :)) Her iki arkadaşımı da canı gönülden tebrik ediyor ve kitaplarınızı büyük bir keyifle okumanızı diliyorum.


Kazanan arkadaşlarıma özel notum: Kitaplarınızın Maya Kitap aracılığıyla adreslerinize gönderilebilmesi için iletişim adreslerinizi ebrualtin@gmail.com adresinden bana ulaştırırsanız memnun olurum.

Maya Kitap'a özel notum: Böylesi bir projede desteklerini esirgemeyen başta sevgili Duygu hanım olmak üzere tüm emeği geçen herkese çok ama çok teşekkür ederim.

3 yorum :

Koku: Bir Katilin Öyküsü...

16:54 ebru altin 7 Comments

Kokulara karşı hangimiz duyarsız kalabiliriz ki, hele de biz kadınlar sözkonusuysak...

Nitekim günümüzde çeşit çeşit parfüm markalarının ve dolayısıyla birbirinden etkileyici kokuların bizlerin beğenisine sunulduğunu düşünecek olursak eğer güzel kokmanın olmazsa olmaz çekim alanına illa ki kapılmışlığımız oluyordur.

Kaldı ki burnunuza çalınan herhangi bir kokunun kime ve neye ait olduğunu unutmanıza da imkan yoktur. Zira insan hafızası hemen herşeyi unutabilecek potansiyele sahip olmasına rağmen kokuları yıllar geçmiş olsa bile asla silip atamaz. Dolayısıyla o koku, hafızanızın dehlizlerinde bir yerlere silinmemek üzere kaydedilmiştir bile...

Aslında güzel kokmaktan, kokulara geçiş yaptığım bu sürecin temel nedenini büyük bir başarıyla kurgulanmış ve Patrick Süskind'in her zaman olduğu gibi sihirli kelimelerinin arasında hayat bulan Koku: Bir Katilin Öyküsü isimli kitabı oluşturuyor.

Normal şartlarda bir kitabın günlerce elimde sürüklendiği pek aşikar değildir. Ancak bu öyle bir kitaptı ki açıkçası bitmemesi için elimden geleni yaptım. Ama her şeyde olduğu gibi bunda da bir sona gelmem gerekiyordu. Ve elim son! Kitap bitti. Eh bana da blogda böylesi başarılı bir kurguya sahip kitaba dair iki satır şey yazmak düştü.

Almanya'da ilk yayımlandığı sıralarda tam anlamıyla olay yaratan ve aylarca liste başında kalan sözkonusu bu kitap, açıkçası alışılagelmiş çok satılanların aksine toplum eleştirisinden çekinmeyecek türdeki çalışmalardan birisi niteliğinde olmuş...

Jean Baptiste Grenouille... Aslında adı sanı bilinmeyen bir dahi. Hem de önemi yadsınamayacak derecede olanlardan...

Tüm insani duyumlarını kaybetmiş, salt kokulara karşı duyarlı ve istediği kokuları üretmek için çalışıp, kendini insanlara kabul ettirmek isteyen bir dahinin hayatının anlatıldığı kitapta, Grenouille'yi muhteşem koku yeteneği olduğu halde, kendi kokusu olmadığı için, bu uğurda insan öldürmekten çekinmeyen bir katil olarak gözlemleriz.

Romana konu olan olay, 18. yüzyılda Fransa'da geçer. Herkesin ve her şeyin kokusunu almakta, tüm kokuları üretmekte gerçek bir dahi olan bu genç adam tüm dünyasını, kendi kokusunun olmadığını, bulunduğu yerlerde insanların insan kokusu alamadıklarını anladığı gün yitirmiştir.

Kendisi içinde tek bir çıkar yol vardır. O da başkalarına sanki insanmış izlenimi verecek kokular sürünmektir.

Toplum içinde bireyselliğini hiçbir zaman edinememiş, kendi benliğinin dışında her şeyi yaratabilmiş dahiyi sergileyen bu görkemli alegorinin olağanüstü bir akıcılıkla erişilen son bölümü, benzeri herhalde Kafka'da görülebilecek bir insanlık tragedyasının simgesidir.

Benim gibi geç kalıp böylesi muhteşem bir kitapla hala tanışmadıysanız eğer ısrarla okumanızı öneririm. Seçim için emin olun pişman olmazsınız...

PS: Filmini daha önceden izlemiş olmama rağmen kitabını daha yeni okuyabildim. Eh kitabın üzerine bir kez daha filmi izlesem hiç fena olmaz doğrusu.

7 yorum :

Pandora Yolcusu Kalmasın...

18:48 ebru altin 11 Comments

Hayalgücü malum engin bir deniz ve o denizin içerisine de 35 trilyon rengin girdiğini hesaba katarsanız eğer, ortaya çıkan tablonun albenisine kapılıp gitmeniz de inanın çok kolay olacaktır. Zira fragmanlarının ilk 20 dakikalık kısmının internet ortamına düşmesiyle birlikte insandaki merak duygusunu tavan noktasına ulaştırmayı başaran Avatar'da bu tanımlamaya birebir şahit olabilirsiniz.


Film, Pandora adlı bir gezegende yaşayan Na'vi ırkının, dünyalı istilacılar tarafından sömürülme öyküsü etrafında şekilleniyor. Aslında hikayesine çok da yabancı olmadığımız filmi, benzerlerinden ayıran tek özelliği ise elbette ki 3 boyutlu (3D) olarak ele alınması oluyor. 1977 yılından bu yana Yıldız Savaşları'nın hakimiyet sürdüğü bilimkurgu evrenini, Terminatör ile sarsan, 25 yıl sonra ise Avatar ile kendi düşsel evreninin sonsuzluğunda krallığını ilan eden efsanevi yönetmen James Cameron, sinema tarihinde çığır açan filmi Avatar ile bir kez daha seyircilerini büyülemeyi başarıyor.

Nitekim bugüne kadarki yönetmenlik serüveninde ele aldığı pesimist teknoloji ve insan ilişkisini gözler önüne sermekten kesinlikle kaçınmayan başarılı yönetmen, son filmi Avatar ile bu özelliğini bir kez daha sevenlerine gösterme yoluna gidiyor.

Filmin yönetmenliğini üstlenen ve seneler öncesindeki hayalini perdeye aktarmak için teknolojinin gelişmesini bekleyen James Cameron, doğayla iç içe yaşayan ve kendilerini gezegenlerinin fiziksel gücüyle bütünleştirip o şekilde tanımlayan bir ırkın, uzaylı istilasına uğradığı bir dönemi ele alıyor aslında. Kaldı ki bu dönemi anlatırken Yunan mitolojisindeki ilk tanrıça Gaia'nın gizem dolu öyküsünden yararlanmayı da ihmal etmiyor.

Yarı felçli bir savaş gazisi olan Jake Sully, kendilerine özgü dilleri ve kültürü olan, barış ve doğa ile örtülü bir çevrede yaşayan Na'vi halkının arasına gönderilir. Askeri bir şirket, uzaktaki bu gezegeni ve barındırdığı kaynakları incelemek üzere Avatar adlı bir program oluşturmuştur. Bu program ile insanlar, genetik mühendisliğinin de marifetleriyle yarı insan yarı Na'vi haline getirilir ve misyoner olarak Pandora'ya gönderilir. Botanist Dr. Grace Augustine ile programa gönüllü olarak katılmış Jake'in bedenlerinin Avatar'ı yaratılacak ve böylece Jake'e de felç olmuş bedenini, başka bir formda kullanma şansı verilmiş olacaktır.

Aslında yabancısı olduğumuz bu yeni dünyaya Jake Sully isimli, tekerlekli sandalyeye mahkum kalmış bir gazinin gözünden bakıyoruz da diyebiliriz. Çünkü Jake, kendi avatarında yeniden doğduğu halde yürüme yetisini de geri kazanmıştır.

Bu arada filmin esas kızı olan, Pandora'nın güzel dişilerinden birisi olan prenses Neytiri ile Jake arasındaki öğreten - öğrenen ilişkisinin ilerleyen süreçte duygusal bir ilişkiye dönüştüğünü de parantez içinde belirtmiş olalım.

Görselliğin tamamen uç noktalarda ele alındığı ve o renk aurasının içerisinde kendinizi bir yerden bir yere savururken bulduğunuz noktada, Pandora adı verilen bu gezegende üç saatliğine de olsa yaşamayı aklınızdan geçirirseniz eğer, vakit kaybetmeden Avatar'ın o sihirli yolculuk alemine yolculuk yapmanızı şiddetle tavsiye ederim.

Filmi,daha önceden sinemada seyrettiğim için konunun ne olduğunu biliyorum. Bugün gazeteleri karıştırırken sözkonusu filmin Fox Tv'de 21.45de oynayacağını görünce bu yazıya bir kez daha yer vermek istedim. Ola ki gösterime girdiğinde seyretmediyseniz eğer kaçırmayın derim.

11 yorum :

Salçalı Ekmek

15:15 ebru altin 5 Comments

Salçalı Ekmek... Kendimizden birşeyler bulabileceğimiz, belki geçmişe yolculuk yapıp çocukluk günlerimize geri döneceğimiz, sıcak, içten ve bizden bir hikaye arayışındaysanız Serkan Koktay'ın ilk kitabı Salçalı Ekmek ile büyülü bir yolculuğa çıkabilirsiniz...

"Ben büyümeyi hiç istemedim. Küçük bedenimde çok daha mutluydum. İsteklerim bedenim gibi küçüktü. Fazlasını bilmiyordum, düşünmüyordum da... Yettiği kadarıyla mutluydum. Büyüdükçe her şey değişti.

İstemenin daha çok istemeyi de getirdiğini ezberledim.

Yetinmemeyi öğrendim büyümek ile birlikte. Ve öğrendikçe, küçüldüm.

Mutluluğun akvaryumda dolaşan balıkta olmadığını öğrettiklerinde yıkıldım.  Mutluluğun bir sepet dolusu kediyi seyretmekten geçmediğini ezberlettiklerinde parçalandım.

Hele mutluluğun küçük bir kanarya ile şarkı söylemekten çok uzak birşey olduğunu anlattıklarında darmadağın oldum. Koyunun dilenciyi kovalamasına gülemiyorum artık. Büyümek bu olsa gerek...

Masum bir kıpırtı bile yok dudağımın kenarında tebessüm diyebileceğim. Artık inanmıyorum. Ben büyümek istemiyorum..."

Salçalı Ekmek
Serkan Koktay
Sokak Kitapları Yayınları



5 yorum :

Kitap Çekilişinde Bakın Sizi Hangi Kitap Bekliyor?

11:06 ebru altin 26 Comments

Hatırlayacağınız üzere geçtiğimiz günlerde sizlere Maya Kitap tarafından yayınlanan Diana Cooper'ın yazmış olduğu üçlemenin ilkini oluşturan Taşların Sessizliği isimli spritüel bir kitaptan bahsetmiştim.

Bugün ise sizlere şunu sormak istyorum. Bugün kendinizi bu kitabı kazanacak kadar şanslı hissediyor musunuz?

Cevabınız bugün ve bunu takip eden 7 günlük dilim içerisinde evet ise hiç durmayın ve aşağıda yer alan sorumuzu cevaplandırdıktan sonra diğer detayları da yeri getirdiğinizden emin olarak çekilişimize katılın.

Çekilişe katılım hakkını kazanabilmeniz için yapmanız gerekenler;

1. Yarışma sorumuzu doğru cevaplandırmanız...
2. Sosyal medyada Maya Kitap'ı beğenmeniz
https://twitter.com/#!/mayakitap
https://www.facebook.com/mayakitap
3. İzlenimlerin Derinligi'ni hala izlemeye almadıysanız tık tık yapmak suretiyle izlemeye almanız ve kendi sayfalarınızda sözkonusu yarışmamızdan çevrenizdeki insanları haberdar etmeniz...

Yapmanız gerekenler sadece yukarıdakilerden ibaret. 31 Mayıs Perşembe günü saat 20.00'ye kadar yarışmamıza doğru yanıt verenler arasından yapacağım çekiliş doğrultusunda şanslı 2 kişiye sevgili Duygu hanım aracılığıyla Maya Kitap'tan bu muhteşem kitap, hediye edilecek.

Sizlerden ricam yarışmaya katılım koşullarını yerine getirdikten sonra adınızı soyadınızı ve size ulaşabileceğim e-mail adreslerinize özellikle yer vermeyi unutmamanız. O halde gelsin sorumuz, hepinize şimdiden bol şanslar...

İşte sorunuz...

Ölmek üzere olan Tibetli rahip; Marcus, Joanna ve Helen’in eline kayıp kıta Atlantis’ten kalma ne tutuşturur?

26 yorum :

Kafesten Bir Kuş Uçtu - Guguk Kuşu

10:05 ebru altin 3 Comments


Bir akıl hastanesi...

Beyaz, stebil bir ortam...

Peki sorarım size bu akıl hastanesi gerçekten dışarıdaki toplumun bir kesitini mi oluşturur yoksa dışardakilerde en az içerdekiler kadar deli midir?

Kimbilir belki de herkes kendine göre akıllıdır da sistem hepimizi bu hale getirmiştir, belli mi olur?

Kafesten Bir Kuş Uçtu nam-ı değer Guguk Kuşu oyununu geçtiğimiz haftalarda 2 gün üst üste gidip büyük bir keyifle izlemiş olmama rağmen blog ortamında yazıya dökecek zamanı bulamamış olmanın üzüntüsü içerisindeydim. Nihayet bu üzüntüyü geride bırakacağım bir an dilimine kavuşabildim, daha ne olsun...

Kafesten Bir Kuş Uçtu... 1975 yılında Ken Kesey'in kaleme aldığı romanından önce beyazperdeye, ardından ise tiyatro metnine uyarlanarak, seyircilerle büyük buluşmasını gerçekleştiren kültleşmiş denebilecek nitelikte başarılı oyunlardan bir tanesi...

Kaldı ki 22 yılı aşkın bir süredir hala adından bu denli bahsettirebiliyor olmasının altında yatan en önemli etken de hiç şüphesiz ki elbette ustaca bir öyküye sahip olmasıyla alakalı.

Guguk Kuşu'nda otoritelerin sağır ve dilsiz olduğunu düşündükleri yarı Amerikalı yarı Kızılderili Reis Bromden, Makina adına büyük hemşire tarafından yönetilen bir akıl hastanesinin hikayesini anlatıyor.

Reis'e göre makina, özgür iradenizi elinizden almaya çalışan, sizi bir koyun gibi çalışmak zorunda bırakan sistemi temsil ediyor. Çocukken makina tarafından ele geçirildiği için yapabildiği tek şey ise korkuyla emirleri yerine getirerek, kurallara uymak.

Ta ki bir gün, bir kahraman oraya gidene kadar... Bu korkunç sisli puslu dünyaya, bir gün McMurphy adında bir kahraman çıkagelir ve sisteme karşı koyar. Oysa Randle P. McMurphy tutuklu olduğu cezaevinde çalışmaktan kurtulmak için deli taklidi yapan bir mahkumdur ve tavırları, cezaevi otoritesinin gözüne batmaya başlayınca bir süre sonra teşhis için akıl hastanesine gönderilir ve orada kalmasına karar verilir.

Gerek kurumun kurallarına uymaması, gerekse de arkadaşlarıyla olan ilişkileriyle Randle dikkatleri biranda üzerine çeker.

Açık konuşmam gerekirse eğer ömrü hayatımda böylesine başarılı, böylesine etkileyici ve dakikalarca ayakta alkışladığım bir oyuna daha gittiğimi hatırlamıyorum.

Kaldı ki başrolleri paylaşan Engin Benli ve Barış Falay ikilisinin dışında özellikle bir isimden bahsetmek istiyorum sizlere. Tekin Ezgütekin... Genç dinamiklerden olmasına rağmen, o mimikleriyle adeta sahneden seyircilere birer tiyatro dersi veriyor. O denli ki bu başarısını oyunun başından sonuna kadar mükemmel bir şekilde size aksettiriyor. Her birinin başarısı yadsınamaz nitelikte olmasına rağmen benim için gecenin kahramanı, o sahnede devleşen ve ilerleyen yıllarda adından eminim ki sıklıkla bahsettirecek olan sevgili Ezgütekin'dir.

Bütün oyuncuların karakter ve kompozisyonlarının çözüm ve çizimlerinde özenli bir bakış açısı oluşturulan ve bugünlere gelene kadar dünyanın birçok yerinde uzun süre kapalı gişe oynayan bu muhteşem oyunun saydığımız isimler dışında belli başlı kahramanları da yok değil hani.

Eylem Tanrıver Varlı, Cemal Aldıç, Taylan Ertuğrul, Nuri Karadeniz, Ozan Şahin, Utku Oğuz, Işık Öztorun, Seçil Onur, Nurcan Tural, Senem Akman, Mustafa Arpacıoğlu, Aytek Mete Elgün, Ferdi Yıldız, Volkan Dinç, Talha Kaya'da o kahramanlardan sadece birkaçı.

Bu noktada işin teknik kısmında yer alan arkadaşların isimlerine yer vermeden de olmaz tabi. Çünkü bir alkışı da ne yalan söyleyeyim onlar hak ediyor. Dekor tasarımında Tayfun Çebi, kostüm tasarımında Funda Çebi Bozdoğan, ışık tasarımında ise Cafer Yiğit, böylesi büyüleyici bir oyunda emeği geçen başlıca isimler.

Özellikle son dönemde sıklıkla konuştuğumuz şehir tiyatroları ve hemen ardından gelen devlet tiyatrolarının özelleştirilmesi süreciyle ilgili de bir iki şey söyleyerek yazımı izninizle burada sonlandıracağım.

Tiyatrolar, bir toplumun can damarını oluşturan yegane kaynaklardan birisidir. Günlerce, büyük bir emek verilerek hazırlanan o oyunları izleyiciyle buluşturan o eli öpülesi sanatçılar, gece gündüz demeden oyunlarını ilk günkü heyecanlarıyla sahneye koyarlar. Ne bir gram eksik, ne bir gram fazla. Biz onlardan besleniriz, onlar da bizden. Ayakta alkışladığımız ve karşılığında geri dönüşümünü aldığımız yegane yerdir orası... İster burada isterse bir başka ülkede olsun, tiyatroların bir tek sahibi vardır. Kimdir biliyor musunuz?

BİZLER... Tiyatroların yegane sahipleri bizleriz ve bu özgürlüğümüzün elimizden alınması can damarımızın kesilip atılması demektir. Eh artık takdir başımızdaki büyüklerin...

IŞIKLAR SÖNER VE BİR ANDA BİR SUSKUNLUK OLUR. PERDE AÇILMIŞ, OYUN BAŞLAMIŞTIR ARTIK. İNSANLAR MUTLUDUR. OYUNCULAR İSE  DAHA MUTLU. İŞTE O PERDELERİN HİÇBİR ZAMAN KAPANMAMASI, CAN DAMARIMIZIN KESİLİP ATILMAMASI DİLEĞİYLE...

3 yorum :

Eşruhların Dansı...

10:37 ebru altin 1 Comments

Yaşamın gizemi, herşeyin varlığını sürdürmesi ve ölmesinde yatıyor. Yalnızca bir süreliğine gözden kayboluyor, sonra geri dönüveriyorlar. Hiçbir şey ölü değildir. İnsanlar kendilerini ölmüş gibi gösterirler ve yapmacık cenaze törenleriyle dokunaklı ölüm haberlerine katlanırlar. Oysa, işte onlar orada durmakta, sağlıklı ve iyi durumda, tuhaf ve yeni bir kılık içinde pencereden bakmaktadırlar.
                                                                                 Ralph Waldo Emerson

Hayatı boyunca ruh eşi, ruh ikizi, reerkarnasyon gibi kavramları duymayan yoktur herhalde.

Kimisi bizzat çok yakından ilgilidir, kimisi de bir dönem ilgilenmiş ancak düşünce yapısıyla tezata düştükleri için ilgi alakayı kesmiştir. Ya ben?

Açıkçası bu konularla yakından ilgili birisi olarak bu tür kaynaklara denk geldiğimde almadan edemiyorum.

Nitekim normal şartlarda Patrick Süskind'in Koku Bir Katilin Öyküsü kitabını okuma düşüncem varken sahafçılardan birisinin tarih kokan kitapları arasında dolaştığım sırada karşıma çıkan Eşruhların Dansı kitabıyla, Süskind'in Koku'sunu ani bir şekilde bir sonraki güne bırakma kararı aldım. Pişman mıyım? Asla...

Çünkü Dr. Brian L. Weiss'in yazdığı ve Aysel Çobanlı'nın çevirisiyle dilimize kazandırılan Eşruhların Dansı kitabını okurken, tek kelimeyle kendimden geçtim. Tamam, biraz abartmış olabilirim kendimden geçtim demekle ama şundan adım gibi eminim ki son zamanlarda okuduğum en etkili kitaplardan birisiydi, bu kitap.

İnsanın yaşamı boyunca çevresinde türlü biçimlerde, türlü gerekçelerle ilişki kurduğu birçok insan vardır. Kimi kez de, daha az sayıda olmak üzere, zihinsel ve duygusal bağlar kurulan insanlar vardır. Onlar kimi zaman dostumuz, yol arkadaşımız ve tabii ki aşık olduğumuz erkekler ve kadınlardır.

Çok ender biçimde böylesi ilişkiler uzun yıllar, belki de bir ömür boyu sürer. Genellikle de sürmez. Çünkü biz değişiriz, bedenimiz değişir, dışımızdaki koşullar değişir ve kuşkusuz ki bunlara bağlı olarak ilişkilerde değişir. Ya sonra? İlişkiler biter. Bir de şu dünya üzerinde, çok çok daha az sayıda olmak üzere eşruhuna kavuşanlar vardır.

Eşruh nedir? Bir eşruh, fiziksel, zihinsel ve duygusal düzeylerden çok, ruhsal anlamda ilişki kurulabilen bir varlıktır. İki ruhsal varlığın bilinen tüm iletişim biçimlerinin ötesinde, zamanın ve mekanın dışında, adeta başka boyutlarda birbirlerini hissetmeleri, aramaları ve nadiren de olsa bulmalarıdır da...

Eşruh demek, herşeyden önce kelimenin tam anlamıyla evrensel düzeyde bir birliktelik demektir. Bu, fiziksel özellikleri birbirine çok uygun bir kadınla bir erkeğin yada bir erkekle bir kadının, birbirlerine duyduğu bildik anlamda bir ilişki değildir.Çoluk çocuğa karışmak, mutlu mutlu yaşam sürdürmek demek ise hiç değildir.

Bazen biriyle tanıştığınızda, onun hakkında çok şey bildiğinize dair bir duyguya kapılırsınız yada tüm benliğinizi müthiş sıcak bir çekim dalgasının kapladığını duyumsarsınız. Bir de bakarsınız, onunla şimdiye dek hiç karşılaşmadığınız halde yığınlarca ortak özelliğiniz varmış...

Hayatınızdan kimler kimler geçmiştir, ne sevdalar ve aşklar yaşamışsınızdır ama şimdi durum farklıdır. Sanki çocukluğunuzdan beri bugüne, onunla karşılaşmaya hazırmışsınız gibidir. Sonra ben hayatımın aşkını buldum dersiniz. Eşruhun bulunması da buna benzer birşeydir işte...

Bir eşruh, doğu öğretilerinde karma sözcüğüyle açıklanan ve genellikle kolaylıkla çözülemeyen ve anlaşılamayan, neden - sonuç bağlantılarının bir sonucu olarak bir araya geldiğiniz bir varlıktır.

Baştan söyleyeyim. Öyle çok fazla kalın bir kitap değil, bu... Kitap, totalde 196 sayfanın içerisine sığdırılan 24 bölümden oluşan ustaca bir kurguya sahip nitelikte.

Kitabın kahramanları bu sefer Elizabeth ve Pedro... İki farklı yerlerde yaşayan ve birbirlerini bu yaşamlarında hiç görmemiş ama büyük buluşmanın gerçekleşeceği andan da bihaber olarak yaşamlarını sürdüren iki farklı, iki yabancı karakter...

Elizabeth annesinin ölümüyle sarsılmışken, Pedro'da aynı acıyı ağabeyinin ölümüyle yaşar. İkisinin de ortak özelliği hayatlarındaki yakın bireyleri kaybetmeleri  ve sağlıklı ilişkiler yaşayamamalarıdır. Hayatlarına hiç kimse girmemiş midir? Elbette hayır. Hayatlarına giren insanlar elbette olur ama ruhları hiçbir zaman birlikte oldukları insanları istemez.

Nitekim kendilerini rahatsız eden bu durumdan kurtarmak için bir psikiyatrist'in gözetimi eşliğinde hipnoz tedavisinden yararlanarak, önceki yaşamlarına giderler. Kimi zaman bir önceki yaşamlarına, kimi zamanda biraz daha uzun süre 4 yüzyıl öncesine yolculuk yaparken bulurlar kendilerini.

Şu an ki zamanda birbirlerinden haberdar olmayan bu iki insanın yaşamları öyle bir yer ve şekilde kesişiyor ki, okurken siz bile hayrete düşüyorsunuz. Ben sonunu öğrendiğimde inanılmaz heyecanlanmış ve şaşırmıştım. Yalnızca bunu söyleyebilirim, ötesini paylaşmak okumayı düşünenlere haksızlık olacaktır ne de olsa. Okuyun ve bizzat kendi gözlerinizle görün...

Ralph Waldo Emerson'un sözleriyle başladığım Eşruhların Dansı kitabının yazısını Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin şu sözleriyle sonlandırmak istiyorum.

"Taş olarak ölmüştüm, bitki oldum.
Bitki olarak öldüm ve hayvan oldum.
Hayvan olarak öldüm, o zaman insan oldum.
Öyleyse ölümden korkmak niye?
Hiçbir sefer daha kötüye dönüştüğüm yada alçaldığım görüldü mü?
Bir gün insan olarak ölüp, ışıktan bir yaratık, rüyaların meleği olacağım.
Fakat yolum devam edecek.
Tanrı'dan başka herşey kaybolacak.
Hiç kimsenin görüp duymadığı birşey olacağım.
Yıldızların üzerinde bir yıldız olup doğum ve ölüm üzerinde parlayacağım."

PS: Eh ne diyim, bir yerlerde sizin yolunuzu gözleyen, kalbi yalnızca sizin için atan bir eşruhunuz vardır ne de olsa. Eş ruhlarınızı tez zamanda bulmanız dileğiyle...





1 yorum :

Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi...

17:51 ebru altin 0 Comments

Bugünlerde sık sık okumamız gereken ölümsüz kaynaklardan bir tanesi olması dolayısıyla böylesi önemli bir günde sizlerle paylaşmak istedim. Meşalelerimizin her daim yanması dileğiyle, bayramımız kutlu ve mutlu olsun arkadaşlar...

"Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedbahların olacaktır.

Birgün, İstiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkan ve şerait çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir.

İstiklal ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.

Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk İstikbalinin Evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927"

0 yorum :

Tematik Bazlı Öykü Dergisi Söykü'ye Buyrun!

22:42 ebru altin 1 Comments

Edebiyata bir şekilde gönül vermiş olanlar için sizlere alternatif bir yerden bahsetmek istiyorum. Söykü!

Tematik bazlı öykü dergisi olan Söykü'de kitap yorumları, edebiyat haberleri gibi çeşitli farklı bölümler, siz okurların beğenisine sunulmuş durumda. Benim hoşuma gitmedi değil hani, göz atmakta yarar var, benden söylemesi...

http://www.soykudergi.com/

1 yorum :

Red Kit İstanbul'da...

20:40 ebru altin 2 Comments

Çizgi roman araştırmacısı Didier Pasomonik'in küratörlüğünde hazırlanan "Red Kit İstanbul'da" sergisi, 10 Mayıs - 17 Haziran tarihleri arasında Vahşi Batı'nın en yalnız kovboyunu İstiklal Caddesi'nde ağırlıyor.

Türkiye'de bir çizgi roman kahramanı üstüne yapılan ender sergilerden biri olma özelliğini taşıyan "Red Kit İstanbul'da" sergisi, İstanbul Uluslarası Çizgi Roman Festivali İstanbulles kapsamında gerçekleştiriliyor.

Serginin yapıldığı Yapı Kredi Kültür Merkezi'nin Galatasaray'daki binasında bulunan sergi salonu küçük bir Red Kit kasabasına dönüştürüldü.

Vahşi Batı stili bir bar kapısından girilen sergi salonunda evler, posta arabaları ve ünlü çizgi roman karakterleri Red Kit, Düldül, Daltonlar, Rintintin, Bill the Kid ve diğerleri bulunuyor.

Orijinal çizimler, karakterlerin oluşum süreçleri, çizgi roman endüstrisinin Red Kit evrenin perde arkası, Red Kit'e özgü dünya görüşü ve korsan çizimli albüm kapaklarından İzzet Günay - Sadri Alışık'ın sinema afişlerine dek Red Kit'in Türkiye macerası bu sergide yer alıyor.

İlki 2010 yılında yapılan İstanbul Uluslararası Çizgiroman Festivali İstanbulles, 21 - 27 Mayıs tarihleri arasında Red Kit Sergisi'nin küratörlüğünü de yapan Didier Pasamonik'in organizasyonuyla gerçekleştiriyor.

Bu Mayıs Red Kit Ayı Olacak...

Red Kit çizgiromanlarının Türkiye yayıncısı da olan Yapı Kredi Kültür Merkezi, Red Kit İstanbul'da sergisine el olarak Mayıs ayında iki farklı etkinlik düzenliyor.

19 Mayıs Cumartesi tarihinde çocuklar için düzenlenecek olan "Red Kit İstanbul'da, Çocuklar Bu Sergide" adındaki yaratıcı drama ile okuma atölyesi ve 21 Mayıs Pazartesi günü ise Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi'nde Levent Cantek, Okay Gönensin, Eray Canberk'in katılımıyla düzenlenecek olan Red Kit'in Türkiye Serüveni adlı söyleşisiyle yalnız kovboy Red Kit'i yakından tanıyacağız.

Red Kit İstanbul'da...
Tarih: 10 Mayıs - 17 Haziran 2012
Yer: Yapı Kredi Kültür Merkezi, Beyoğlu
Sergi Ziyaret Saatleri:
Hafta içi: 10.00 - 19.00
Cumartesi: 10.00 - 18.00
Pazar: 12.00 - 18.00








2 yorum :

Dijital Yayıncılık Workshop'una Katılmak İster misiniz?

08:03 ebru altin 0 Comments

Britanya'da yayıncılık alanında uzman olan David Taylor (Wales Newport Üniversitesi) ve Peter Buckley'nin (Dijital Yayıncı, DK ve Rough Guides) Kadir Has Üniversitesi'nde 24 Mayıs Perşembe günü, 12.00 - 18.00 saatleri arasında yapacağı konuşmaya davetli olarak katılmak ister miydiniz? Bu muhteşem ikili, tarih, felsefe ve elektronik yayıncılık pazarının bugün ne durumda olduğuna dair konuşacak ve bu alanda yer alan popüler formatlarla, en yeni kitap okuma teknolojilerini tanıtacaklar.

Oturum, aynı zamanda yayıncılığın büyüyen dijital ayağının gelecekte alacağı yön ve geleneksel yayıncılık yöntemleri (dağıtımdan satış kanallarına, bütçeden pazarlamaya ve üretime) üzerindeki etkisi hakkında da genel bir bakış sunacak.

Küçük bir hatırlatma; oturum ücretsiz olup herkese açıktır. Konuşma sırasında aynı zamanda İngilizce - Türkçe simultane çeviri yapılacaktır. İlgilenen kişiler 24 Mayıs 2012 tarihine kadar http://www.britishcouncil.org.tr/ adresinden başvurabilirler...

Peki tüm etkinlik sadece bu konuşmadan mı ibaret olacak? Elbette ki hayır! Bakın British Council'in başka ne sürprizleri olacak...

eYayıncılık Atölye Çalışması

25 - 27 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilecek bu 3 günlük atölye çalışması, elektronik kitap yayıncılığının esaslarına daha ayrıntılı bir biçimde bakmayı sağlayacak. Katılımcılar, elektronik kitap ve dergi gelişimi için gerekli araçları kullanarak elektronik yayıncılığı daha iyi anlayacak ve deneyimleyecekler; elektronik kitapların etkili pazarlama ve satış yönemleriyle tanışacaklar ve üretim sürecinde bütçe yönetimi konusunda bilgi alacaklar.

Katılımcılar, EPUB ve MOBI formatındaki elektronik kitapların (Apple Pages ve Adobe InDesign kullanarak), iBooks ve ebooks'un (Apple Pages ve Apple iBooks Author kullanarak) ve İPad Tablet elektronik dergilerinin (Adobe InDesign 5.0/5.5 kullanarak) yapımıyla ilgili bir çalışma gerçekleştirecekler. 

Dersi Britanya'da yayıncılık alanında uzman olan David Taylor (University of Wales Newport) yürütecek. Eğitime katılanlara program sonunda sertifika verilecek.

Katılım ücretsiz olup, başvuranların yayıncılık alanında en az 2 yıl deneyimli olmaları gerekmektedir. İlgilenen kişiler, 24 Mayıs 2012 tarihine kadar http://www.britishcouncil.org.tr/ adresinden başvuruda bulunabilirler.

PS: Derslerin dili İngilizce olacağından adayların iyi derecede İngilizce bilmeleri gerekmektedir.

0 yorum :

Neden İstediğimi Yapamıyorum?

14:11 ebru altin 4 Comments

Filo ve Zof'la birlikte hayata dair büyük sorular etrafında düşünsel bir yolculuğa var mısınız?

Tüm dünyada çocuklara felsefeyi sevdiren dokuz kitaplık Filozof Çocuk serisinin yazarı Fransız Filozof Oscar Brenifier'den, küçük çocukların düşünme eğitimi için sıradışı bir başvuru dizisi niteliğindeki Küçük Filozof'da, Filo ve Zof karakterlerinin yardımıyla 5 - 8 yaş arasındaki çocukların kafalarını kurcalayan ilk büyük sorular üzerine yoğunlaşarak, minik okurlarını bu soruların peşinde masalsı bir maceraya çıkarıyor.

Oscar Brenifier, çocuklar için hazırladığı bu özel dizide, istediğini yapamama, var olma, okula gitme ve sevgi gibi çocukların yaşamına dair kavramlarla ilgili can alıcı soruları, Filozof Çocuk kitaplarındaki gibi yine cevabı kesin olmayan sorular eşliğinde gündeme taşıyor. Çocukların zihnini karıştıran ve hayata bakışlarına yön veren bu hayati sorular, böyle bir kitaptan beklendiği üzere eleştirel düşünme kabiliyetine de katkı sağlıyor.

Neden istediğimi yapamıyorum gibi sürpriz sorularla karşılaşan ebeveynler için vazgeçilmez bir başvuru kaynağı olan Küçük Filozof serisi, çocuklarla yetişkinler arasındaki sözel ve davranışsal ilişkiyi geliştiren yapıcı paylaşımlar sunmayı da ihmal etmiyor.

Küçük Filozof kitapları, gerek renkli içeriği gerekse özgün metniyle küçük okurlarına sorgulamalarla dolu keyifli bir okuma deneyimi vaat ediyor, benden söylemesi...

4 yorum :

Taşların Sessizliği...

12:49 ebru altin 0 Comments

Spirütel yaşam bana hitap ediyor diyenlerdenseniz eğer tam da size göre bir kitapla karşı karşıyasınız demektir... Uluslararası bir yazar ve radyo program yapımcısı olan Diana Cooper'in insanlık için güçlü mesajlar içeren çarpıcı spritüel romanı Taşların Sessizliği, okurlarını yarattığı karakterler aracılığıyla dünyanın yedi büyük gizemini keşfetmeye çağırıyor.

Ölmek üzere olan Tibetli bir rahip, Marcus, Joanna ve Helen'in eline, kayıp kıta Atlantis'ten kalma bir parşömen tutuşturur. Üç arkadaş, parşömende yazan talimatları anlamaya ve yerine getirmeye çalışırlarken kendilerini tehlikenin tam ortasında bulurlar.

Parşömen, dünyayı ve insanlığı kötülüklerden koruyacak ve onlara güç verecek kapının anahtarıdır. Fakat karanlık güçler, bu bilgilerin gün ışığına çıkmasını engellemek için çoktan harekete geçmiştir bile...

Macera dolu yolculukları Marcus, Joanna ve Helen'i dünyanın bir ucundan diğer ucuna götürecek ve heyecan Peru'da, Machu Picchu'da doruk noktasına ulaşacaktır.

Atlantis parşömeni, insan yaşamındaki yanılsama perdesini kaldırırken, Stonhenge'in Machu Picchu'nun ve sonunda bize kendi kaderimizi özgürce yaşama şansını getirecek olan sembollerle seslerin asıl amaçlarını ortaya koyacak...

Taşların Sessizliği
Yazar: Diana Cooper

0 yorum :

Yansıma...

12:20 ebru altin 2 Comments

Edebiyat dünyasıyla içli dışlı olanların çok yakından bileceği üzere fantastik türde çalışmalar son yıllara kadar ülkemizden pek çıkmaz, çıkanlarda da bir havada kalmışlık, tezatlık sözkonusu olurdu. Kaldı ki bu da ister istemez bu türde kitap okumayı sevenler için büyük bir hayal kırıklığına sebebiyet verir, bildiğinden şaşmayacaksın misali bizleri yabancı kaynaklara yönlendirirdi ...

Evet, bu konuda bir eksiğimizin olduğu, kurgularımızı doğru düzgün yapamadığımız gibi bir durum an itibariyle halen devam etse de aralardan sıyrılıp, başarısızlığı tersine çevirenlerde ufaktan ufaktan çıkmıyor değil hani... Bunlardan birisi de ilk kitabı olmuş olmasına rağmen kurgusuyla, okuru sıkmadan fantastik bir hikayenin içine atan İlknur Uğur...

İlknur Uğur'un Sepya Yayınları tarafından yayımlanan ilk kitabı Yansıma nefes kesecek bir fantastik üçlemenin ilki niteliğinde...

Kitap; ailesini bir kaza sonucu kaybetmiş 17 yaşındaki bir kızın üzerine kurulmuş durumda. Ne yalan söyleyeyim kitabı okurken Fringe'den bir sahne izliyormuşum gibi geldi bana. Gözlerim her ne kadar tezatlık ve birbirine çelişme durumu arasa da bulamadı. Bu da yazar açısından büyük bir başarı doğrusu...

Beklenmedik bir kaza sonucu ailesini kaybeden Yaren, uzun bir bunalımın ardından kendisine yeni bir hayat kurmak için büyük bir köşkte yaşayan Sümeyye Hanımın bakıcılığını üstlenmek için Artvin'e gider.

Ne var ki yeni hayatı göründüğü kadar sakin geçmez. Çünkü Yaren'in ölen babası Turgut Artul, gizli bir biyoloji savunması alanında çalışan bir bilim adamıdır ve bütün insanlığı etkileyecek bir buluşa imza atmıştır. Koruyucu adı verilen bu buluş, insan DNA'sına etki ederek bireysel korumayı sağlayacaktır.

Yaren, birdenbire kendisini korkunç çıkar ilişkilerinin, büyük bir tehlikenin ve bir o kadar da büyük bir aşkın ortasında bulur. Sonunda noluyor peki dersenizde eğer yorum yapmamak en iyisi derim. Fantastik türe ilgi duyuyorsanız eğer buyrun siz de okuyun. Sonrasında oturup kitabın ikincisinde ne olabileceğini konuşalım, tartışalım. Ne dersiniz?

Ps: Sepya Yayınları'ndan çıkan ve böyle güzel kurguya sahip bir kitabın redaksiyonu neden yapılmadan basılmış, hala anlayabilmiş değilim doğrusu... 

2 yorum :

Kitap Fuarına Gidiyorumm, Heyooo :)))

11:16 ebru altin 4 Comments

Bugün benim için son derece keyifli ve dolu dolu geçecek günlerden birisi... Zira geçtiğimiz Kasım ayında İstanbul'daki Tüyap Kitap fuarına işlerin yoğunluğundan dolayı gidememiş birisi olarak ne yalan söyleyeyim büyük bir eksikliğini hissediyordum ki derdime bu sene 4.sü düzenlenecek olan Kocaeli Kitap Fuarı yetişti.

Hazır buralarda olduğuma göre bu fuarın tadını doyasıya çıkarabilirim demektir. Saatlerce her standa gidip, birbirinden güzel kitaplara dokunacağım, o muhteşem kağıt kokusunu içime çekeceğim. Listemin dışında gözüme kestirdiklerimi listeme ekleyeceğim, stand görevlileriyle konuşacağım. Velhasıl muhteşem bir cumartesi geçireceğim.

Artık kaç saat fuar alanında kalırım bilemiyorum ama bildiğim tek şey son zamanlarda geçirdiğim en güzel haftasonumun bugün olacağıdır. Ötesi hikaye :)

Tabii cumartesinin etkinlikleri bunlarla sınırlı sanıyorsanız yanılıyorsunuz çünkü akşama da Kocaeli Büyük Şehir Tiyatrosu oyuncularının sahneledikleri Kafesten Bir Kuş Uçtu (Guguk Kuşu) oyununu izleyip, özelleştirme zırvalığı altında kapatılmaya çalışılan şehir tiyatroları eyleminde sanatçılarımızın yanında olup, bu haklı mücadelelerinde kendilerine elimden geldiğince destek vereceğim...

Sonra mı? Sonrası malum... Eve gelip, dinleneceğimm... Daha ne olsun yahu :))

Bu arada oluşturduğum kitap listemi merak ediyorsanız eğer işte buyrun bu da benim listem...


Evden çıkmadan eklemek istediğiniz, önereceğiniz kitaplar olursa yorumlarınızı bırakın lütfen... Her birini büyük bir keyifle değerlendireceğimden şüpheniz olmasın. Hepinize keyif dolu bir gün olması dileğiyle :)



4 yorum :

Ahmet Ümit, Kitabını Kimin İçin İmzalayacakmış Gördünüz mü?

10:22 ebru altin 5 Comments

İşte o büyük gün gelip çattı.
Neden büyükmüş diye içinizden geçiriyorsanız eğer hemen söyleyeyim.
Çünkü bugün öğle saatlerinde Ahmet Ümit, içinizden birisi için Everest Yayınları'ndan yayınlanan "Sultanı Öldürmek" isimli son kitabını imzalayacak da ondan...
Eh artık söyleşi keyfini kendim için yaşarken, sonrasındaki imza faslını da şanslı kişiyi anımsayarak yaşayacağım, sözzz...
Kitabı imzalattıktan sonrası ise malum... Ne mi olacak?
Tabii ki kitap, cicili bicili bir paket haline getirilip, yeni sahibine ulaştırılmayı beklemeye başlayacak...
Neyse efendim, lafı çok fazla uzatmadan, sizi de daha fazla germeden hemen o şanslı kişinin kim olduğunu açıklayayım diyorum. ne dersiniz?
Evet, şanslı kişimizzzzzz random.org aracılığıyla yapmış olduğum çekiliş doğrultusundaaaaaa.,
21 kişinin arasından sevgili Müyesser Hanım olmuştur.


Umarım ilk okuyacağınız bu Ahmet Ümit kitabını çok sever ve yazarın diğer kitaplarını da bir solukta okuyup, bitirirsiniz. İzlenimlerinizi, yorumlarınızı bizlerle de paylaşırsanız inanın çok mutlu oluruz. Kitapların hayatımızdan hiçbir zaman çıkmaması dileğiyle...



5 yorum :

Eyvah Biri Kitap Mimi mi Dedi... :))

19:33 ebru altin 7 Comments

İzlenimlerin Derinliğini takip edenler bilir, benim öyle mimlerle falan pek işim olmaz. Kaldı ki blogumun içeriği mimlere de pek uygun değildir zaten.

Ammaa velakinn sözkonusu kitap üzerinden yapılan bir mimleme olunca ne yalan söyleyeyim akan sular durur. Hele de bunu keyif alarak okuduğum bir blog arkadaşım yaptıysa keyif oranım direkt olarak çarpı 2 olur. Bilmem anlatabildim mi :)

İşte böyle günün son saatlerine denk gelen süreçte sevgili biricitin bloguma yorum bırakmasıyla, silkelendim ve hemencecik bloguna koştum.

Sonrasında da soruları cevaplamak suretiyle klavyemi tıkırdatmaya başladım. Cevaplarım mı? İşte buyrun, bunlar da benim cevaplarım...

1. Ne sıklıkla kitap okursunuz?

Hemen her gün düzenli olarak okumaya özen gösteririm. Hatta o denli bir özen olur ki bu, akşamları zamanın nasıl geçtiğini anlamam. Bir de bakmışım kitap bitivermiş. Ayrıca uzun yolculuklar dışında hemen her yerde kitap okuyabildiğimi de parantez içinde belirtmek isterim.

2. En sevdiğiniz yazarlar?

Aslında o kadar çok ki... Ama ilk etapta aklıma gelenler Paulo Coelho, Alain de Botton, Agatha Christie, Stefan Zweig, Ahmet Ümit, Adam Fawer, Nil Gün, Dan Brown ilk etapta aklıma gelenler...

3. En beğendiğin kitaplar?

Simyacı, Brida, Bab-ı Esrar, Kavim, Satranç, Olasılıksız ve Empati...

4. Yerli/ yabancı hangi yazarların kitaplarını tercih edersiniz?

Açıkçası hiç farketmiyor. Çünkü yerli - yabancı diye ayırt etmiyorum okuyacağım kitapları... Hepsi benim için önemli ve özel bir yere sahip. Dolayısıyla kapağı ve arka tanıtım yazısı beni kendine çeksin, yeterli...

5. Bugüne kadar en beğendiğin kitap serisi?

Tek kelimeyle Yüzüklerin Efendisi...

6. Daha çok hangi tarz okumaktan hoşlanırsın?

Fantastik, macera ve gerilim türü kitaplar her zaman için favorimdir...

7. En son hangi kitabı okudun?

Yansıma - İlknur Uğur

8. Şu anda hangi kitabı okuyorsun?

Akşama bir aksilik olmazsa Koku: Bir Katilin Hikayesini okumaya başlayacağım.

9. Kitap blogları hakkında ne düşünüyorsun? Yeterli mi?

Kitap okuma konusunda oldukça yetersiz olduğumuz bir ülkede yaşadığımızı düşünecek olursak eğer kitap bloglarının da yeterli miktarda olduğunu düşünmüyorum. Gönül kitap bloglarının daha çok olmasını istiyor doğal olarak. Çoğalalım, paylaşalım, önerelim, okuyalım gerekirse okutalım.

Sizler ne düşünüyorsunuz bilemiyorum ama bu noktada yayınevlerine de büyük sorumlulukların düştüğünü savunuyorum. Sözkonusu kitaplar tanıtım amacıyla gazetelere, televizyonlara rahatlıkla gönderilebiliyorken, konu blogger'lara gelince - birkaç yayınevi haricinde - kayıtsız kalınma yolu tercih ediliyor. Hatta o denli ki sizin kurmaya çalıştığınız diyaloga bile geri dönüş yapma tenezzülünde bulunmuyorlar.

Blogger'ların açıkçası bu konuda yabana atılmamaları gerektiğini düşünüyorum. Nasıl ki bugün birçok yayınevi sosyal medyanın gücünü kullanıp, kitlelere ulaşmayı tercih ediyorsa, sözkonusu bloggerlar olunca da aynı duyarlılığı göstermelidirler diye düşünüyorum. En azından nezaket icabı bir geri dönüş yapsınlar değil mi ama yazdığımız maillere...

Cümle arasında da değindiğim gibi çoğalalım, okuyalım ve paylaşalım arkadaşlar. Kitapların arasında dolaşıp, bir karakterin arkasına takılıp maceraya çıkmak kimseye zarar vermez nede olsa...

10. Kitap okumak sizin için ne ifade ediyor?

Hayal gücümün beslendiği, nefes alabildiğim yegane şeydir kitap okumak... Kitapsız bir hayat mı? Asla...

Mim furyasına ben de katılayım bakalım. Kimi seçsem acaba :)
Ooooo portakalı soydum, başucuma koydum, ben bir yalan uydurdum
Dum-a dum-a dummmmm
ve işte o mimlenen talihliler
Ayşen Ilgın, Beyazkitaplık, Kitap Cumhuriyetim, Kitap Delisi Gizem, Kitapkurduyum ve Gul/Inn

Katılsanız da, katılmasanız da hepinize şimdiden teşekkür ederim arkadaşlar...




7 yorum :

Masalları Çalınan Çocuk Acap...

11:33 ebru altin 0 Comments

Gün gelip de bütün masalların kaybolduğunu, hafızadakilerin bile unutulduğunu görseniz...

Üstüne üstlük iyi kahramanların hapsedildiğine, kötü kahramanların bir ordu kurmaya çalıştığına tanık olsanız... Ne olduğunu bile anlamadan, odanızın tabanı yarılsa ve açılan tünelden başka bir boyuta düşseniz, ne yapardınız?

Kahramanımız Acap, işte tüm bu olaylarla karşılaşıyor ve yıllarda unutulmayacak bir serüvenin içinde kendini buluyor.

PS: Bu Yayınevi'nden yayınlanan ve Şebnem Congar Moroğlu'nun kaleme aldığı +9 yaş grubuna hitap eden bu kitap, kimbilir belki de çocuğunuz için yepyeni bir maceranın kapısını açacaktır. Uzun tatil süreci için ideal bir kitap, bilginiz olsun...

0 yorum :

Marvel Comics'in Süper Kahramanları...

11:11 ebru altin 5 Comments

Marvel Comics'in süper kahramanlarını İzlenimlerin Derinliği'ne taşıma düşüncesi aslına bakılırsa eğer geçtiğimiz hafta gösterime giren Yenilmezler filmiyle birlikte aklımda yer etmişti. Ancak işlerin yoğunluğundan dolayı bir türlü bu düşüncemi gerçekleştirmeye vakit bulamamıştım. Geçtiğimiz günlerde Hürriyet Gazetesi'nin Sinema Yazarı Ömür Gedik'in köşesinde Marvel Comics adının geçtiğini görünce, daha fazla ötelemeden yazıyı gündeme almanın iyi olacağını düşündüm ve sizler için yemedim, içmedim, oturup bu zamana kadar beyazperdeye taşınan kahramanları araştırdım.

Kim mi peki o kahramanlar? Merak edenler için işte Marvel Comics'in sinemaya ilham veren süper kahramanları...

Batman
Batman'in gizli kimliği milyarder sanayici, playboy ve hayırsever olan Bruce Wayne'a dayanır. Henüz çocukken ailesinin öldürülmesine şahit olan Wayne, pek çok çeşitli alanlarda kendini eğittikten sonra, yarasa temalı kostüm ve ekipmanları ile suça karşı savaşa başlar.
Pek çok süper kahramanda olduğu gibi öyle süper güçleri yoktur. Savaşını ise kişisel servetini kullanarak sürdürür. Kaldı ki seri halinde yayınlanan film, 1989 yılından bu yana sinema izleyicisi tarafından da çok seviliyor. Özellikle sinema dünyasının son Batman'i Christian Bale'in rol aldığı "Batman Begins"te ön plana çıkan teknoloji harikası görsel efektlerle bezeli film, adından sıkça bahsettirmeyi başarmıştı.

Spiderman
Hayali Spider - Man karakteri Peter Parker, Queens'te yaşayan bir bilim dehasıdır ve genetik yapısı değiştirilmiş bir örümceğin ısırığı ile bir anda çeşitli güçlere sahip olur. Bir hırsızı durdurabileceği halde durduramaz ve o hırsız tarafından da amcası Benjamin öldürülür. Parker, amcasının ölümünden dolayı suçluluk duyar ve kendisi için dikilen özel kostümü giyerek, kendini suçlarla savaşmaya adar.
Tabii bu kostüm Spider - Man'in her zamanki görev kostümüdür. Normal "Örümcek Adam" serisindekinin aksine bu kostüm katıldığı paralı dövüşlerde, dövüş arenasının sahibi tarafından ona verilmiştir. Spider - Man açıkçası bir çizgi roman uyarlaması için gereken bütün detayları bünyesinde rahatlıkla bulunduran yapımlardan birisi niteliğindeki çalışmalardan.

Sam Raimi'nin muhteşem bir aksiyon yönetmeni olmasının yanısıra karakter ayrıntıcılığının en derinlerine giden yapısıyla Spider - Man'den çok Peter Parker'a yer vermesi, çizgi romandan fırlamış gibi duran Spidey figürü, estetiği, renk kullanımıyla kusursuza yakın bir uyarlama durumundadır...

Sin City
Yönetmenliğini Frank Miller, Robert Rodriguez ve Quentin Tarantino'nun üstlendiği "Günah Şehri / Sin City" isimli yapımda, Mickey Rourke, Bruce Willis, Clive Owen, Jessica Alba ve Rosario Dawson gibi ünlü oyuncular yer aldı. Frank Miller'ın "Sin City" serisinden sinemaya uyarlanan yapım, sert sokak dövüşçüsü Mark'ın birlikte olduğu güzel Goldie'yi ölü bulmasının ardından intikam yemini etmesini ve beraberinde gelişen olayları ele alıyor.

The Hulk
Bruce Banner isimli bilim adamının, çölde yapılan bir nükleer deneyde gama ışınlarına maruz kalması üzerine oluşturulan ve genetik tetikleyicilerle harekete geçen, geçici mutasyonlar sonucu ortaya çıkan kahramandır. Asıl kişiliği zeki ve mantıklı bir bilim adamı olmasına rağmen Hulk, zeka seviyesi düşük ve aşırı duygusal bir devdir. The Hulk için aslında Ang Lee'nin sinema şöleni şeklinde bir tabir kullanmamız yanlış olmaz sanırım...

X - Men
X - Men'ler hayali mutantlar olarak evrimdeki bir değişim sonunda, insanüstü güçlerle doğan ve genel de ergenlik döneminde ortaya çıkan özelliklere sahip, hayali kahramanlardır. Bu kadar çok karaktere sahip bir çizgi romandan hepsinin sorunlarına belli bir derece yönelmeyi tercih eden Bryan Singer açık konuşmak gerekirse eğer bu detaylarla filmi gayet iyi bir şekilde kotarmıştı.

Superman
Clark Kent adını bugüne kadar duymayan kalmamıştır herhalde, ne dersiniz? Kendisi büyük, siyah çerçeveli gözlükleriyle gayet karizma duran, gazeteci bir abimizdir. Gerçek kimliğini gizlemek için Clark Kent adını kullanır.
Kal - El babası Jor - El ve annesi Lara tarafından patlamak üzere olan Kripton gezegeninden kurtulması için bir roket ile dünyaya gönderilir. Jor - El'in Kal - El'i dünyaya göndermesinin sebebi ise sarı güneşin ona çok üstün güçler vereceğini bilmesidir.

Kansas'da Smallville kasabası yakınlarına düşen Kal - El'i Martha ve Jonathan Kent isminde bir çiftçi bulur ve ona Clark ismini vererek, kendi çocukları gibi yetiştirirler. Üniversiteyi okumak için Metropolis kentine gelir. Üniversiteyi bitirince Daily Planet gazetesinde işe başlar.

Burada Lois Lane ile tanışır ve olaylar böylece gelişmeye başlar. Superman ismini ona veren ise Lois Lane olmuştur. Serinin ilk halkası olan filmin yönetmenliğini Richard Donner, ikinci halkasını ise Richard Lster üstlenmişti.

Iron Man
Tony Stark, zevke düşkün, çok tanınan, etkili genç bir milyarder ve inanılmaz bilimsel zekasıyla Stark Enterprises'i ileri teknolojili, çok uluslu bir sanayi devi haline getiren adamdır.

Bir bilimsel deney sırasında işlerin yanlış gitmesiyle ağır bir şekilde yaralanan Stark, kendisini bütün dünyayı ele geçirmeye çalıştığı şeytani bir planda kullanmak isteyen dengesiz bir dahi olan kötü adam Mandarin tarafından yakalanır.

Stark kaçmaya çalıştığı sırada kötü bir şekilde yaralanır. Güçlükle hayatta kalan Stark, bu esnada jet gücüyle çalışan botlara sahip çok sağlam bir zırh tasarlar.

Bu kıyafetle birlikte bütün kötü güçleri ezmeye hazır bir Demir Adam'da böylelikle ortaya çıkmış olur. Demir Adam'ın görevi Mandarin ve kötü adamlardan oluşan korkunç adamlar, galerisini etkisiz hale getirmektir.

Dara Devil
Gerçek adı Matt Murdock'dır. Matt, daha 12 yaşındayken gözlerini kaybeder ama gözleri olmamasına rağmen Matt'a zorluk çıkarmaz. Matt gözlerini kaybetmiştir ama karşılığında hissetme, çok iyi işitme ve radar özellikleri kazanmıştır. Radar, Matt'in gözleri gibidir. Matt'in babası Jack profesyonel bir boksçudur ama Jack'in aynı zamanda birçok düşmanıda vardır.

Düşmanlarının tek amacı ise Jack'i boksta yenmektir ancak bir türlü bunu başaramazlar ve en sonunda Jack'i öldürürler.

Matt artık otuzlu yaşlarına geldiğinde ünlü bir avukattır ve hayatını o şekilde sürdürür. Tabii Matt'inde sevgilisi vardır. Elektra Nathios adında New York'lu bir genç kız, Matt'in sevgilisidir.

Daradevil yani Matt, çok akrobatik bir kahraman olmasının yanısıra genellikle geceleri çalışır ve geceleri ortaya çıkar. Kendi tasarladığı sopası onun baş silahıdır ve bu yüzden de onu her yerde kullanır. İçinden çıkan esnek ama demir kadar güçlü tel sayesinde ise örümcek adam gibi uçabilme yeteneğine sahiptir.

Yenilmezler
Joss Whedon'ın yönettiği ve Robert Downey Jr., Chris Evans, Mark Ruffalo ile Chris Hemsworth'un oynadığı Yenilmezler, beklenmedik bir düşman su yüzüne çıkıp, dünyanın güvenliğini tehdit etmeye başlayınca, S.H.I.E.L.D adlı uluslararası barışı koruma teşkilatının yöneticisi olan Nick Fury, dünyayı felaketten kurtarmak için bir takıma ihtiyacı olduğunu anlıyor ve Marvel'in ünlü kahramanları, Demir Adam, Hulk, Thor, Kaptan Amerika, Hawkeye ve Black Widow'u biraraya getiriyor.

Marvel Comics'in beyazperdeye uyarlanan süper kahramanları yukarıdakilerden ibaret. Peki bu noktada size şunu sormak istiyorum. Bu kahramanlardan hangisi sizin süper kahramanınızdı?

PS: Benim favorim Batman ve Iron Man ikilisiydi, bunu da dipnot olarak belirtmek isterim... Sizin kahramanları da merakla bekliyorum bilginiz olsun :)

5 yorum :

Yepyeni Bir Kitap: Sonsuz Unutuş...

11:48 ebru altin 1 Comments

"Bir çiçek gibi hissediyorum kendimi. Kopmuş yeşil bir çiçek. Düştüğüm yerde kök salabilirim belki ama bir daha asla açmayacağım. Bunu biliyorum.

Birazdan bavulumu sessizce toplayıp, parmak uçlarımda yürüyerek, odanın ağır kapısını çekeceğim. Yada burada, bu sıcak yorgan altında onun zehriyle biraz daha kıvranabilirim.

Her öpüşünde biraz daha akıttı o zehri içime. Her sözcüğüyle ben adeta o heykelle yer değiştirdim. O, kendisine sunulan özgürlüğü doyasıya yaşıyor her bedende, her gülüşte. Ben... Neden toparlayamıyorum bilmiyorum...

Çelişkiler, korkular.... Bir erkek ne kadar çaresiz duruma düşebiliyormuş meğer. Aşk bunu yapıyor."

Satırlara dökülen bu kelimeler Yitik Ülke Yayınları'ndan Kadir Aydemir'in ikinci öykü kitabı "Sonsuz Unutuş'un 80. sayfasından minik bir alıntı...

Daha kitabı okumadım ama yukarıda yer alan bu satırlar, açık konuşmam gerekirse eğer kitabı merak etmeme yetti de arttı bile...

Sonsuz Unutuş, edebiyatımızda kısa öykü türünü sevenler için yepyeni bir kitap. Kadir Aydemir, "Sonsuz Unutuş" adlı kitabında 38 kısa öyküsüne yer veriyor ve okuru benzersiz bir dil ziyafetine davet ediyor.

Aydemir, daha önce "Cunda Öyküleri", "Ekşi Öyküler", Bozcaada Öyküleri", "Olimpos Öyküleri" gibi kitapları hazırlamış, son zamanlarda da oldukça ilgi gören "80'lerde Çocuk Olmak" ve "90'lar Kitabı"nı projelendirip yayımlamıştı.

"Sonsuz Unutuş", kurulduğu 2000 yılından beri binlerce okura sesini duyuran, özellikle son yıllarda sosyal medyada ve ürettiği katılımcı kitaplarla adından sık sık söz ettiren Yitik Ülke'nin ve Yitik ÜlkeYayınları'nın yaratıcısı Kadir Aydemir'in "Aşksız Gölgeler" adlı kitabından sonra yayımlanan ikinci öykü kitabı...

Rüyayla gerçeğin, uykuyla uyanışın, yalnızlıkla aşkın birbirine karıştığı büyülü, fantastik kısa öyküler... Başka bir deyişle edebiyatı özleyenler için sadece gidişi olan bir bilet.

Bir şeyleri unutmanın yanında hatırlamanın da sorgulandığı bu kısa öyküleri eminim ki çok seveceksiniz. Aşk, ölüm, yalnızlık ve ayrılık üstüne yazılan öykülerden oluşan "Sonsuz Unutuş", tüm kitapçılarda okurunu bekliyor.

1 yorum :