Yedinci Gün...
Bu geride bıraktığımız 1 hafta boyunca sürekli kitap alışverişi yaptığım kitapçıya gidip, almak istediğim kitap dışında bir sürü kitabı çantama atıp, gerisini geriye döndüğüm için kendimi ne kadar tebrik etsem azdır herhalde...Bu sefer sürpriz bir şekilde çantamın içerisine İhsan Oktay Anar'ın geçtiğimiz haftalarda yayınlanan kitabı Yedinci Gün giriverdi.
Açıkçası İhsan Oktay Anar'ın dilini bilmemekle birlikte, kitaplarına dair de herhangi bir fikrim yoktu. Ta ki kitabı alıp, okumaya başladığımı Twitter'da duyurana kadar. Bu yazar ne kadar popülermiş meğersem.
Çünkü yazarın diğer kitaplarını okuyanların dışında, okumayı düşünenlerin nasıl bulduğuma dair bir sürü tweetiyle karşı karşıya kaldım. Elimden geldiğince de fikrimi onlarla paylaşmaya çalıştım. Ne kadar başarılı oldum, orası bilinmez tabii ki... :)
Alışılmış büyüleyici üslubuyla fantastik bir geçmiş zaman yolculuğuna çıkaran İhsan Oktay Anar'ın Yedinci Gün ismini verdiği romanı istabdat döneminde başlayan ve Cumhuriyet'in ilk yıllarına kadar uzun bir süreci kapsıyor.
Romanın ana karakteri olan İhsan Sait, son derece zeki ve kurnaz birisi olmakla birlikte, şansının da yaver gitmesiyle küçük bir servete sahip olur ve yolu bir paşazadeyle kesişir.
Paşazade'nin camiyle bir tür radyo istasyonu arasındaki tuhaf mekanını ele geçiren İhsan Sait'in asıl macerası ise gelecekten kendisine gönderilen bir aşk mektubuna iliştirilmiş fotoğraftaki Prenses Döjira adlı gizemli bir kadına aşık olmasıyla birlikte başlar.
Kahramanımız aşkına kavuşabilmenin tek yolu olan mektubun ekinde, planları bulunan tuhaf aletin yapımı için de zorlu bir maceraya girişir.
Kitabın bütününde asıl olarak adından da anlaşılacağı üzere aslında alemlerin ve insanın yaradılış efsanesi anlatılır.
Kitabın en çok beğendiğim ve altını çizmeden edemediğim satırları ise şu şekilde...
"Medeniyet kadının erkeği seçtiği cemiyettir
O esnada paşa daha da azıtıp elini kızın omzuna koydu. Ardından mıncıklamaya başladı. Kız onu ittirse de adam durmuyordu. Hele hele eli, kadınların bebek beslemesine yarayan bir organa doğru kayınca kız çığlık atıp, ayağa fırladı.
Şef garson gelip haddini aşan paşanın kulağına bir şeyler fısıldamaya kalkınca, ayakta bekleyen yaverin kırbacı, zavallının suratında şaklayıverdi. Adamcağız mendiliyle yüzünden akan kanı silerken, revü kızlarının hepsi orayı terk ettiler. Kız tarafından reddedilmesini iplemediğini göstermek isteyen paşa meydan okur gibi sırıtıp sağa sola bir baktıktan sonra taifesiyle çekip gitti.
İctimaiyyat tahsil etmiş, ünsüzlüğüyle ünlü bir filozof olan Bayram Envar Efendi'nin dediği gibi belki de erkeğin kadını seçtiği bir cemiyet batarken, kadının erkeği seçtiği cemiyet refaha eriyordu. Bunun doğruluğunu ölçmek için bedeni saiklerine gem vuramayan paşayı seçen padişahımız memleketiyle aynı paşayı seçmeyen basit kızın memleketini karşılaştırmak kafiydi."
Açıkçası İhsan Oktay Anar'ın masalsı unsurlarla bezeyerek ele aldığı zeka ürünü bu eserini beğenmedim desem yalan olur. Gel gelelim romanın hemen hemen tamamının Osmanlıca kelimelerden oluştuğunu hesaba katarsak eğer okurken anlamlarına ulaşabilmek adına çok sıkıntı çektiğimi de söylemeden edemeyeceğim.
Birçok kez anlama ulaşabilmek adına internet başına geçmek durumunda kaldım ki bu da bende kitabı okurken direk konsantrasyon kaybına yol açtı. Bana kalırsa en azından kitabın arkasına bazı terimlerin karşılıklarını yazabilirler, böylesi eminim ki daha doğru ve etkili olur.
İlsan Oktay Anar'ı üniversite yıllarında tanıdım. İlk puslu kıtalar atlasını okudum, ardından Susukunlar geldi. Alışılmışın dışında, ilginç bir uslubu var.
YanıtlaSilEfrâsiyâb'ın Hikâyeleri ve Amat elimde, okunmayı bekliyor. Onları okuduktan sonra duruma göre yedinci günü alırım yada almam.
İskender pala kitaplarında bilmediğim kelimeler çok fazla oluyor ama Anar kitaplarında aklıma takılan bir şey olmadı.
Puslu Kıtalar Atlasını, Yedinci Gün'ü okurken bir arkadaşım önermişti. Sonradan birisinden daha duymuştum. Yazarın uslubu gerçektende alışılmışın dışında. Masalsı öğelerle bezeli olmasının dışında masalın içinde masal hissiyatı yaratıyor insanın içinde.
YanıtlaSilAçıkçası bende de durum tam tersi. İskender Pala'yı gayet rahat okuyabiliyorum ama bunda epey sıkıntı çektim. Osmanlıca kelimelere aşina olmadığımız düşünülecek olursa eğer (Türk Dili mezunları için sıkıntı olmaz zaten) yayınevlerinin bu tip kitaplarda mutlaka açıklayıcı ibarelere yer vererek önlem almaları gerekiyor diye düşünüyorum.
merhaba bloğunu yeni keşfettim bana da beklerim www.gecekiyafeti.com
YanıtlaSilBen de heniz İhsan Oktay Anar'la heniz tanışamamış olan şansız kişilerdenim. İlk Puslu Kıtalar Atlası'nı okumak istiyorum.
YanıtlaSilKitaplarında çok fazla Osmanlıca kelime olduğunu çok duydum. Puslu Kıtalar Atlası için Ebediyen Edebiyat blogunun sahibi Tankut Bey'in hazırladığı sözlüğü yanımdan ayırmayacağım, bu dertten yakındığınız için sizi de haberdar etmek istedim.
http://ebediyenedebiyat.blogspot.com/2012/03/puslu-ktalar-atlas-ihsan-oktay-anar.html