Blue Jasmine: Sahip olduğun hiçbir şeye güvenme

18:19 ebru altin 0 Comments

Dünya sinemasının en üretken yönetmenlerinden biri kabul edilen Woody Allen'a olan hayranlığım su götürmez bir gerçek. Kimine göre oldukça karışık ve sıkıcı, kimine göre de "sanat, sanat içindir" kavramını en iyi oturtan senarist ve yönetmenlerinden biridir Allen.

Amerika sınırları içinde kalıp San Francisco'yu selamladığı son filmi Blue Jasmine ise uzun zamandır aklımda yer etse de açıkçası bir türlü izleme fırsatı bulamadığım filmlerden biriydi.
Baş ağrıları, kendi kendine konuşmalar ve sinir krizleri arasında gerçeklerin ortasına düşen Jasmine'e, gün geçtikçe törpülenen ve çıkışsızlığa doğru sürüklenen insanlığımızın kırılganlığına dair bir nevi ayna tuttuğu bu filmiyle Allen, aslında sizi iç dünyanızda da ister istemez küçük bir yolculuğa çıkarıyor. Farkında olmadan çıktığınız o yolculukta bir de bakıyorsunuz ki birşeyleri sorgulamaya çoktan başlamışsınız.

Ben kimim?
Burada ne işim var?
Nasıl bir hayat, nasıl bir eş istiyorum?
Sahip olduklarım, olmasını istediklerimle ne kadar örtüşüyor?
veya çok sorgulamak mıdır hayatı bu denli zorlaştıran gibi...
Bu ve bunun gibi soruların doğru cevabını bulacağınız yer ise malum!
Öyle çok uzaklarda aramaya da gerek yok!
İç dünyanıza doğru uzunca bir yolculuğa çıkıp, kalbinizin sesine kulak vermek doğru cevabı bulmak için en doğru yer, hepsi bu kadar!

Cate Blanchett'in canlandırdığı Jasmine karakteri, kendi ayakları üzerinde duramayan, mağrur Jasmine'in o umutsuz mücadelesini ve derinleşen nevrozunu ustalıkla seyirciye aktarmayı başarıyor. Bize düşen ise filmin o tanıdık gelen hikaye örgüsünün içerisinde yer bulmak oluyor.
New York'lu çekici ve göz alıcı bir ev kadını olan Jasmine, milyarder kocası Hal ile birlikte son derece gösterişli bir yaşam sürmektedir. Yatırımcı olarak çalışan kocası Hal, son işlerinden birinde battığında, parasını cömertçe harcaması nedeniyle büyük bir mali krizin içine sürüklenir ve iflas etmenin eşiğine gelir. Gerek kocasının çevresindeki kadınlarla sürekli kendisini aldatması gerekse de yaşadığı o gösterişli hayatın bir an da yerle bir olmasıyla Jasmine iyice nevrotik bir hale bürünür.

Bu nedenle de San Francisco'nun taşrasında yaşayan üvey kız kardeşinin yanına gitmekte çareyi bulur. Tek çıkış yolu burada hayatını tekrar düzene sokup, zenginlik ve lüks içerisinde yaşamaktır. Bu süreçte modacı olarak kısa yoldan zengin olmayı yada varlıklı birileriyle tanışmayı dener ancak içerisinde bulunduğu depresyona alkol ve bol miktarda kullandığı antidepresan ilaçları da eklenince kendisini büyük bir karmaşanın tam ortasında bulur.

Peki o kaostan kurtulmanın bir çıkış yolu var mıdır?
Eh orası da ben de saklı kalsın...

You Might Also Like

0 yorum :