Palandöken’de İki Parça Tahta...

Aygün Filiz’in yönettiği, görüntü yönetmenliğini ise Mustafa Filiz’in yaptığı Palandöken’de İki Parça Tahta adlı belgesel, 11 Aralık 2011 Pazar günü saat 15:00′de TRT Belgesel’de gösterilecek.

Belgeselde 1940’lı - 50’li yıllarda Palandöken Dağı’nda zor koşullarda kayak yapmaya çalışan eski milli kayakçıların hikâyesi anlatılıyor.

Son yıllarda kış sporları merkezi olma yolunda adımlar atan Erzurum’da o yıllarda gençler ellerine geçirdikleri 2 parça tahtayı kayak gibi kullanarak harikalar yaratıyorlardı. Orhan Barışık, Fevzi Tosun ve Metin Gez anılarıyla seyredenleri o yıllara götürüyorlar. Malzeme ve tesis olmazsa kayak olmaz gibi görünse de o yıllarda 2 parça tahtayla birçok ilke imza atıldı.

Bolshoi Balesi…

Fındıkkıran, Kuğu Gölü, Don Kişot, Romeo & Juliet, Tarantela, Gidelle ve Spartacus gibi eserlere getirdikleri eşsiz yorum ve sıra dışı koreografileri ile Bolshoi Balesi, dünyanın hayranlıkla izlediği bir bale topluluğudur…

Dünyanın hayranlıkla izlediği ve Rusya’nın kültür mirası sayılan Bolshoi Balesi, 19. ve 20. yüzyılın Rus müzikal tiyatro ve balesi ile bale sanatını daha da ileriye taşıyarak, modern eserler oluşturmaktadır.



Topluluğu asırlardır zirvede tutan da “Fındıkkıran, Kuğu Gölü, Don Kişot, Romeo ve Juliet, Tarantela, Gidelle, Spartacus” gibi eserlere getirdikleri eşsiz yorum ve sıra dışı koreografilerdir.

Nitekim Bolshoi, bir repertuar tiyatrosu olup, repertuarındaki çok sayıda prodüksiyondan herhangi birini, herhangi bir gecede icra edebilecek kapasitededir. 2 ile 4 arası yeni prodüksiyonu programına alan topluluk, aynı zamanda eş sayıda eseri programından kaldırabilirde...

Topluluğun prodüksiyonlarında sahne alanlar, büyük çoğunlukla Bolshoi’un kadrolu sanatçıları olup, konuk sanatçıları ise nadiren sahneye alırlar. Kurulduğu günden itibaren bale ile anılan Bolshoi, Çaykovski’nin ünlü yapıtı “Kuğu Gölü”nün prömiyerini 4 Mart 1877’de Bolshoi’da yapmıştır. Sovyetler Birliği döneminde Bolshoi turneleri, ülke için önemli bir kültürel prestij kaynağı olup, mükemmel icra ve yorumuyla batıda giderek artan bir üne kavuşmuştur.

Gerek yetiştirdiği sanatçıları ve koreograflarının eşsiz yorumları, gerekse atölyelerinde hazırlanan çarpıcı dekor ve kostümleriyle Bolshoi, halen dünyanın en saygın topluluklarından biri olarak anılmaktadır.

Kuğu Gölü Balesi...

Büyü bozulur ve kalan kuğular ise insana dönerler. Kızlar ise Odette ve prensin Kuğu Gölü’nün üzerine, cennete doğru giden ruhlarını izler. İşte böyle çıkar, Kuğu Gölü Balesi’nin hikayesi de…


Sarayında 21. yaş gününü herkes gibi dans ederek kutlayan Prens Siegfried’ın dikkatini genç kızlar ümitsizce çekmeye çalışır. Prensin annesi ise oğlunun artık evlenme yaşının geldiğini söyler. Okunu, yayını alıp, arkadaşlarıyla ava gider. Arkadaşlarının önünde yürüyen prens, zarif kuğuların yüzdüğü güzel bir göle rastlar. O sırada başında taç olan çok güzel bir kuğu görür. Ancak kuğu akşam olunca çok güzel bir genç kıza dönüşür. İsmi ise Odette’dir.

Günlerden bir gün kötü bir büyücü onu ve kız arkadaşlarını kuğuya çevirir. Gölün suları ise onlar için ağlayan ailelerin gözyaşlarından oluşur. Büyüyü bozacak tek şey ise bir erkeğin ona tüm kalbiyle aşık olmasıdır.

Tam prens, Odette’ye aşkını söyleyecekken, büyücü gelir. Odette’yi elinden alır ve kuğulara yüzmelerini emreder. Ertesi gün yaş günü kutlamalarına ise devam ederler. Prens’in annesi oğluna kızlardan birisini seçmesini ister. Prens’in aklıysa Odette’dir. Yine de annesinin hatırına kızlarla dans eder. O sırada büyücü, kendi kızını büyüyle Odette’e benzetip, dans salonuna getirir. Prens, kıza hayran kalır.


Olanları bilmeyen Odette ise pencereden onları izlemektedir. Prens, sahte Odette’e aşkını ilan ederken, gerçek Odette ise oradan kaçıp, gider. Prens ise hata yaptığını anlar.

Odette’in peşine düşer. Odette üzgün üzgün göle gidip, diğer kızların yani kuğuların arasına karışır. Kızı bulur ve olanları anlatıp, kızın kendisini affetmesini ister. Tam o sırada ise kötü büyücü ve kızı gerçek, korkunç yüzleriyle oraya gelirler. Büyücü, Prens’ten sözünü tutup, kendi kızıyla evlenmesini ister ve dövüşmeye başlarlar. Prens Odile ile evlenmektense, ölmeyi tercih edeceğini söyleyip, Odette’in elinden tutup, birlikte göle atlar.

Büyü bozulur ve kalan kuğular ise insana dönerler. Kötü büyücü ile kızını da suya atarlar. Onlarda Prens ve Odette gibi boğulurlar. Kızlar ise Odette ve prensin Kuğu Gölü’nün üzerine cennete doğru giden ruhlarını izlerler. İşte böyle çıkar Kuğu Gölü Balesi’nin hikayesi… İçinde yok, yok! Tutku, aşk, romantizm, acı, şehvet ve ihtiras… Hepsi bir arada ve hepsi tek bir dansın birleşimiyle Kuğu Gölü Balesi’nde…

PS: Yukarıdaki yazı Ebru Altın imzasıyla Mardan Palace Luxury Life Style Magazine dergisinde yayınlanmıştır...

Ünlü Müzikal Film Mary Poppins'i Okumaya Ne Dersiniz?

“Herkesin kendine ait bir periler ülkesi olduğunu bilmiyor musunuz?” Hayır, bilmiyorsunuz. Çünkü siz bir yetişkinsiniz veya bir yaşında bir bebek ya da bir genç! Dolayısıyla da böyle bir şeyi bilemezsiniz. Çünkü büyüdünüz. Bu nedenle de dünyanın sihrini kaybettiniz! Örneğin rüzgârın fısıltısından hiçbir şey anlamıyorsunuz artık, gün ışığının telâşından da...

Kurabiye paketlerinin yaldızlı ambalajlarının aslında birer yıldız olduğunu ve onları geceleyin gökyüzüne yapıştırmak gerektiğini de bilmiyorsunuz. Öyleyse çok sıkıcısınız. Haberiniz olsun, siz epeyce büyümüşsünüz.

Yetişkin ya da çocuk olun, fark etmez. En son olağanüstü bir hayale dalmayalı çok olduysa derdinizin dermanı olacak bir kitap biliyorum. Adı “Mary Poppins”! Jane ve Michael’a; yaşlı, şişman, arap sabunu kokan Katie Dadı’nın sunduğu sıkıcı yaşamdan sonra yeniden çocukluğun sihrini sunabilen Mary Poppins! Kiraz Ağacı Sokağı’nın 17 numaralı eski görünümlü evine bir akşamüstü doğudan esen bir rüzgârla gelen Mary Poppins...

Biz yetişkinler yaşam kavgası içinde boğulurken çocuklarımızı da bu keşmekeşe çekiyoruz. Bundan şikâyetçi bir ebeveynseniz, ilki 1934 yılında yayımlanan ve hatta bir dönem filme de çekilen eski bir dosta şimdi kucak açmanın tam zamanı. Çünkü Kelime Yayınları, bizleri bir kez daha P. L. Travers’in altı kitaplık serisinin ilki olan “Mary Poppins” ile buluşturuyor. Mary Poppins’in bize hâlâ söyleyecekleri var ki, bugünün çocukları için yine bir doğu rüzgârına kapılarak şemsiyesiyle yanı başımıza geliyor.

Filmlere Konu Olmuş Sayılar...

Sayılar bilindiği üzere sadece matematikte değil, günlük hayatta da sürekli karşımıza çıkar. Saate baktığımızda, alışveriş yaptığımızda ve hatta dinlediğimiz müziğin notalarında bile altında çeşitli anlamları barındıran sayılarla çoğu zaman karşı karşıya kalırız.

Antik Yunanlılar'dan itibaren bu konu üzerine yoğunlaşan amatör ve profesyonel bilimcilerin sayısı da oldukça fazladır hani. Kimisi sayılar üzerine anlamlar yüklerken kimisi de onların açıklanamamış bir giz taşıdığını düşünürler çoğunlukla. Öyle ki aralarında işi asal sayılar üzerine film çekmeye götürenler bile vardır.

Nitekim son zamanlarda gösterime giren birçok filmin başında yer alan sayı olgusu, bu durumu net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Kimisi gerilim, kimisi macera kimisi ise bambaşka türde ele alınan filmlerde kullanılan bu sayıların psikolojik açıdan insanı etkilemesinden dolayımıdır bilinmez ama bu tarz filmlerin izleyiciler açısından son derece ilgiyle karşılandığı da değişmez gerçeklerden bir tanesidir.

Özellikle son zamanlarda sinema tarihinde ele alınan ve gösterime girdiği süreç içerisinde de adından sıkça söz ettiren filmler ve işte onlara ilham olan sayılar…

8 Kadın / 8 Femmes
Fransız sinemasının genç, başarılı ve kadın seven yönetmeni François Ozon'un tek mekanda geçen, polisiye ve müzikali ise tek kelimeyle çok iyi bir şekilde harmanladığı filmi 8 Kadın/ 8 Femmes'de 1950'li yıllar Fransa'sında yaşanan bir cinayet sonrasında yaşanan olayları konu alıyor.

1950'li yıllar Fransa'sı… Karlarla kaplı tenha bir bölgede bulunan malikanede varlıklı bir aile Noeli kutlamak üzere toplanmıştır. Fakat kutlamalar gerçekleşemeyecektir çünkü ailenin sevilen reisi öldürülmüştür…


Katil, evde bulunan ve öldürülen adamın hayatındaki en yakın sekiz kadından başkası olamaz. Katil belki güçlü karakterli karısı, belki evde kalmış görümcesi, belki cimri kayınvalidesi, belkide saygısız hizmetçi veya sadık yardımcılarından birisi…

Kurbanın kız kardeşinin sürpriz bir biçimde ziyareti, kendi aralarında başlattıkları soruşturmayı, sinir krizleri ve çekişme, aralarda da müzikli anlarla dolu bir güne dönüştürür. Yavaş yavaş ortaya çıkan aile sırları ise komik durumlara tuz biber olmaktadır. Baştan çıkarma ihanetle dans etmektedir. Kadın ruhunun gizemi ise böylece ortaya çıkmaktadır.

Sekiz kadın… Hepsi şüpheli… Hepsinin bir nedeni var ve herşeyden önemliside hepsinin bir sırrı var.

Sekiz kadın… Güzel, vahşi, akıllı, hassas ve tehlikeli…

İçlerinden bir tanesi suçlu ama acaba hangisi?


Bu arada filmle ilgili minik bir hatırlatma yapmakta yarar var. 8 Kadın/ 8 Femmes'ın hemen dikkat çeken özelliği ise elbetteki zengin oyuncu kadrosudur. Kaldı ki filmdeki kadın oyuncular öyle kolay kolay bir Fransız filminde biraraya gelmesi mümkün olmayan isimler.

Üç kuşağın en yetenekli Fransız oyuncuları bu filmde bir araya gelmiş durumda. Bu üç kuşağı biraraya getiren oyuncular ise kısaca gençlerden Virginie Ledoyen, Ludivine Sagnier ve Emmanuel Beart, orta yaşlı yıldızlardan Catherine Deneuve ve Fanny Ardant, en yaşlı isim olarak da Danielle Darrieux…

5 x 2

François Ozon'dan bir kadın hikayesi daha… Yönetmenin son filmi olan “Beş Kere İki”, evli bir çiftin ilişkisini beş parçaya ayırarak, bir ayrılığın nasıl oluştuğunu ele alıyor.


Sıradan bir çift olan Marion ve Gilles'in evliliklerinin bitişi ile başlayan film, hayatlarındaki önemli olayları irdeleyerek ilişkilerinin anatomisini yapmaya soyunuyor. Film, sondan başlayıp başa doğru giden kurgusu ile yine bir Fransız yapımı olan `Dönüş Yok/ Irreversible)'u fazlasıyla andırıyor.

12 Maymun / 12 Monkeys
Terry Gilliam'dan bilimkurgu tarihindeki yerini büyük harfler ile alan bir film. Bruce Willis ve Brad Pitt'in böyle bir filmde biraraya gelmesi ise tadından yenmez bir güzellik.

1997 yılında ortaya çıkan bir virüs, 5 milyar insanın ölümüne yol açar. Çok az sayıda insan, yer altına çekilip virüsten korunmayı başarır. Kurtulanlar, çözüm bulabilmek için bir zaman makinesi geliştirirler ve henüz test aşamasında olan bu cihazı kullanmak üzerede mahkumlardan James Cole'u seçerler.

Cole, ilk denemesinde yanlış bir tarihe gider. Başarılı olan ikinci denemesi sonucunda, kendisini 1990'da bir akıl hastanesinde bulur. Burada psikiyatrist Kathryn Railly ve çılgın oda arkadaşı Jeffrey Goines ile tanışır. Goines'un virüsün yayılmasında kilit rol oynadığından şüphelenen Cole, tekrar zaman yolculuğu yaparak birkaç yıl ileri gider. Ona inanmaya başlayan Dr. Railly'nin de yardımıyla Goines'un bu virüsü yaymasını engellemeye çalışan Cole, kendisini karmaşık olayların içinde bulur.

13. Savaşçı / The 13th Warrior

Hollywood'un en fazla başvurduğu yazarlardan birisi olan Michael Crichton'un “Easters of The Dead”isimli romanından beyazperdeye uyarlanmış film Ahmed Ibn Fahdlan isimli savaşçının hikayesini anlatıyor. Bir aşk macerası yüzünden bulunduğu Bağdat'tan sürülen ve Vikinglere elçi olarak gönderilen Ibn Fahdlan yolculuğu sırasında ise bir grup savaşçı ile karşılaşır.


Bu sırada kuzeyden İskandinavya'dan gelen bir haberci tarafından bir yardım mesajı getirilir. Tanımlanamayan bir dehşet, bölgelerini tehdit altında tutmaktadır. Önlerine çıkan herşeyi yok eden bu şeyin aynı zamanda insanları yediği de söylenmektedir. Ne yapacaklarını bilemeyen bu savaşçılar, bir falcıya danışırlar.

Falcı, onikisi kuzeyli ve biri kuzeyli olmamak üzere onüç savaşçının bu dehşet saçan tehlikeye karşı savaşması gerektiğini söylerler.

13 / 13 Tzameti
Gene Fransız sinemasından bir örnek… Fransız sinemasının genç ve bu film ile birlikte en yeteneklilerinden olduğunu gösteren Gela Babluani'nin ilk uzun metrajlı filminde, zengin aristokratların biraz heyecan ve para kazanma uğruna, insan hayatını hiçe sayarak katıldıkları yasadışı kumar organının gerilim dolu hikayesi anlatılır.

Gürcüce bir kelime ve 13 rakamının Gürcüce yazılmış şekli… Fransa'da bir sahil kasabasında ailesi ile zor şartlar altında yaşayan bir göçmen olan Sebastian, geçimini sağlamak için tadilat işleriyle uğraşmaktadır.

Çatısını tamir ettiği evin sahibi ise uyuşturucu müptelasıdır ve polis tarafından yasadışı bir bahis olayı ile ilgili olarak takip edilmektedir. Tamirat sırasında kulak misafiri olduğu kadarıyla ev sahibi gelen bir zarfı beklemektedir ve bu zarf ona büyük para kazandıracaktır. Ev sahibi olan kişi aşırı dozdan ölünce Sebastian, işsiz kaldığı gibi ücretini de alamamıştır.

Bu arada zarfta açık olan pencereden uçmuşve Sebastian'ın malzemelerinin bulunduğu bir yere düşmüştür. Sebastian zarfı alır ve zarfın içinden bir tren bileti ve bir otel davetiyesi olduğunu görür. Bunun üzerine zarftan çıkan biletle ve davetiye ile nereye varacağını bilmediği bir yolculuğa çıkar.

15 Dakika / 15 Minutes

John Herzfeld'in yönetmenliğini üstlendiği film, Oleg ve Emil adındaki iki Doğu Avrupa kökenli suçlunun, bir soygundan paylarına düşeni almak üzere geldikleri New York'ta bir video-kamera çalarak eylemlerini kameraya almaya başlarlar. Amerikan medyasının amansız bir katili bile bir kurban gibi göstererek zengin edebileceğini öğrendiklerinde New York Emniyeti cinayet masası dedektifi eddie Flemming ile şehirde çıkan yangınlarla ilgili soruşturmaları yürüten Jordy Warsaw'ı hedef alırlar.


Bu arada dedektifler, işledikleri cinayeti filme çekerek, bölgesel basın ve televizyon kanallarınasatan bu ikilinin peşine çoktan düşmüşlerdir bile…

21

Robert Lucatic'in yönetmenliğini üstlendiği aksiyon/macera filmi 21, ülkenin en parlak zekalarının ve Vegas'tan nasıl milyonlar kaldırdıklarının gerçek öyküsünden esinlerek beyazperdeye uyarlanan filmlerden birisi…

Ben Campbell, okul masraflarını ödemek için paraya ihtiyacı olan ve yanıtı kartlarda arayan, zeki ama utangaç bir M.I.T öğrencisidir. Okulun en yetenekli öğrencilerinin dahil olduğu ve her hafta sonu sahte kimliklerle Vegas'a giden yirmi bir oyununda durumu kehdi lehine çevirmeyi bilen bir gruba alınır. Alışılmamış matematik profesörü ve istatistik konusunda dahi olan Micky Rosa'nın önderliğinde şifreyi kırarlar. Kartları sayıp karmaşık bir işaret sistemi kullanan ekip böylece kumarhaneleri soyup soğana çevirebilecektir.

21 Gram / 21 Grams

Alejandro Gonzalez Inarritu'nun filmlerinden birisi… İlk uzun metrajlısı ile kendini takip ettireceği her halinden belli olan yönetmenin filminde hikaye, kurgu ve oyunculuk ise tek kelime ile müthişti.

Kolej profesörü Paul Rivers ve karısı Mary'nin evlilikleri ölüm ve yaşam arasında tehlikeli bir şekilde dengededir. Paul hastalığının son safhalarında olan bir hastadır ve kalp nakli için beklemektedir. Bu sırada Mary, suni döllenme yoluyla hamile kalmayı umut etmektedir.


Cristina Peck, pervasız geçmişinden bu yana olgunlaşmış, ablası Claudia tarafından sevilen bir kardeş, kocası Michael için iyi bir eş ve iki çocuğu tarafından da sevilen bir annedir. Ailesi neşe ve umut ışınları yaymaktadır. Sosyoekonomik açıdan onlardan çok uzak olan ve eski bir dolandırıcı olan Jack Jordan ve karısı Marienne, sahip oldukları içi çocuğun ihtiyaçların karşılayabilmek için mücadele etmektedir. Jack inancına olan sözünü yeniden yerine getirmeye başlamıştır.

Trajik bir kaza, birkaç yaşamı hayattan alır ve bu çiftler birbirlerinin yörüngesine girerler. Kaza sonrasında Paul, kendi ölümlülüğü ile yüzyüze gelir. Cristina tendinin yeni devrelere girmesinde rol oynar, şimdiki zamanı ve belki de gelecek zamanı için Jack'in inancı teste sokulur. Eğer ruhsal kararlılık herhangi bir tarafından yeniden kazanılsaydı bu diğerleri için önemli bir değer olabilirdi.

The Number 23 / 23 Numara

Walter, karısı Agatha ile sıradan bir yaşam sürerken Number 23 isimli bir kitabın eline geçmesi ile hayatını korkunç bir tekinsizliğin içine sürükler. Bu kitabı okudukça kitapta yazılanların kendi hayatı ile ilgili olduğunu düşünmeye ve hatta giderek buna saplantılı bir şekilde inanmaya başlar.


Her geçen gün bu duruma kendini daha da çok kaptıran Walter, hayatının bütün dengesini kaybeder ve cinayet işlemeye kadar varacak bir gizemin girdabına kapılır.

Batman Daima/ Batman Forever'dan sonra bir kez daha Jim Carrey ile biraraya gelen yönetmen Joel Schumacher, ilginç bir gerilim filmi ile karşımızda. Komedi filmleri oyuncusu olma janrını 2003 tarihli Sil Baştan filmi ile yıkan Jim Carrey, dramatik bir rolde yine etkileyici bir performans sergiliyor.

25. Saat / 25th Hour

1996 yılında En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar Ödülü'ne aday gösterilen ve tüm eleştirmenler tarafından ayakta alkışlanan Edward Norton'ın başrolünde oynadığı 25. saat konusuyla epey ilgi çekmişti. 25. Saat, 1996 yılında En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar Ödülü'ne aday gösterilen ve tüm eleştirmenler tarafından ayakta alkışlanan bir Spike Lee filmiydi…


24 Saat gibi kısa bir süre içinde, Monty Brogan, yedi yıl yatmak üzere hapishaneye girecektir. Bir zamanlar Manhattan'ın kralı olan Monty, ona New York'taki en gösterişli gece kulüplerinin kapısını açan ama aynı zamanda en iyi arkadaşlarından uzaklaştıran yaşamına veda etmek üzeredir.

28 Gün Sonra / 28 Days Later
İngiltere'de bulunan bir araştırma labaratuvarından yayılan ve kan yoluyla bulaşıp etkisini saniyeler içinde gösteren bir virüs, ülkeyi tehdit etmeye başlar. Bunun için mücadele eden insanlar virüsle birlikte hastalığın etkisi altına giren insanlarla da mücadele etmek zorunda kalırlar. Askerlerin yönetimindeki bir sığınağa ulaştıktan sonra ise hiç ummadıkları sorunlarla karşılaşmaya başlarlar.


Danny Boyle'un Kumsal/ The Beach filminin uyarlandığı romanın yazarı olarak bildiğimiz Alex Garland, yeni filmin senaryosunu yazmış. Kıyamet sonrası bir atmosferde geçen film, kimileri tarafından son yıllarda İngiltere'de geçen en iyi korku filmi olarak kabul ediliyor.

28 Hafta Sonra / 28 Weeks Later

28 Gün Sonra'nın devam niteliğini taşıyan filmde, Rage virüsünün Britanya adalarına yayılmasından altı ay sonra, Amerika ordusu düzeni yeniden sağlamış ve karantina altındaki bölgelere insanları tekrar yerleştirmeye başlamıştır.


Ülke tekrar inşa edilirken, yurtlarına dönen bir mülteci aile tekrar bir araya gelmenin sevinci içindedir. Fakat içlerinden birisi korkunç bir sır saklamaktadır. Çünkü içlerinden biri hala Rage virüsünü taşımaktadır.

30 Gün Gece / 30 Days of Night

Alaska'nın ücra bir köşesindeki Barrow kasabası her kış, 30 gün boyunca zifiribir karanlığa gömülür. Çoğu kasaba sakini de güneye yöneldiği için hüzünlü bir dönemdir bu. Ancak o kış ortaya gizemli bir grup çıkar.


Bu grup, kasabada kalan insanlarla beslenmek için son bulmayan bu karanlıktan faydalanmayı beklemektedir.

88 Dakika / 88 Minutes

Al Pacino'nun başrolde oynadığı filmin yönetmenliğini ise Jon Avnet üstlenmiş. Filmde Seatle'da mahkeme için çalışan çok ünlü bir psikiyatrist ve kolej profesörü Jack Gram, seri bir katil olan Jon Foster'ın ölüm cezasına çarptırılması konusunda jüriyi etkileyen ve mahkumiyetinden sorumlu kişi konumundadır. Seri katil Jon Foster, Jack Gramm'in kendisiyle ilgili manipülasyon yapmakla, bir şahidi ve şahidin kız kardeşini ona karşı ifade verme konusunda kandırmakla suçlar.


Jon'un cezasının infazı öncesi akşam saatlerinde Jack'e bir telefon gelir. Telefonda cinayeti çözmesi için sadece 88 dakikası olduğu söylenmektedir. Bu mesajı veren kişi kadınları Jon Foster gibi öldürmektedir. Jack, eski karısı, FBI ajanı Shelly Barnes, arkadaşı Frank Parks ve asistanı Kim Cummings ile bir üniversitenin kampüsü içinde bu problemli öğrenci ile bu öğrencinin öldürmeyi planladığı kadını bulmaya çalışır.

Quai des Orfevres / 36 Adaletin Merkezi

Leo Vrinks, işine saplantı derecesinde bağlı bir polis şefidir. Çok sevdiği ailesine söyleyemese de, suçluları adalete teslim etmek için her türlü riski almakta ve hayatını sık sık tehlikeye atmaktadır. Eskiden Leo'nun yakın arkadaşı olan Denis Klein da, polis teşkilatının başka bir departmanının başındadır.


Aralarında bir kadın meselesi yüzünden soğukluk olan bu iki polis, şeflerinin terfi etmesiyle mesleki anlamda da rakip olurlar. İkiside Paris'in büyük suç şebekelerinden birini çökertmek için kendi yöntemlerini kullanacaklardır. Adalet Merkezi, daha önce Gangsters adlı bir başka suç filmi çeken, polislikten önce oyunculuğuna sonra da yönetmenliğe geçiş yapmış olan Olivier Marchal'ın imzasını taşıyor.

300

Zack Snyder imzalı görsel bir başyapıt… Frank Miller'ın grafik romanından uyarlanan 300, M.Ö 480 yılında geçen Thermapylae savaşını konu alıyor. Filmde Sparta Kralı'nın ordusu ile Pers ordusu arasında başlayan savaş tüm Yunanistan'ın Persler'e karşı birlik olmasını sağlar.

Sparta Kralı Leonidas ve emrindeki 300 Spartalının Pers Kralı Xerxes'in büyük ordusuna karşı duruşu başta ölümüne bir savaştır. Ancak bu durum dünyada ilk demokrasinin kuruluşuna da yardımcı olacaktır.

400 Darbe / 400 Blows

Dokuz buçuk yaşındaki Antoine ceza olarak aldığı ödevi yapamaz ve ertesi gün okula gitmekten korkar. Arkadaşı Rene ile birlikte okulu kırıp haytalık yaparlar. Antoine, öğleden sonra annesini başka bir erkeğin kollarında görür ve alt üst olur. Okula dönünce içinde bulunduğu ruh halinin etkisiyle mazeret olarak annesinin öldüğünü iddia eder.


Antoine'ın anne ve babası okula geldiklerinde ise gerçek ortaya çıkar. Cezalandırılmaktan korkan küçük kahramanımız bu kez akşam eve gitmekten korkar. Geceyi sokakta geçirirse de ertesi gün yakalanır ve ev hayatı tekrar başlar. Annesinin ölümüyle ilgili yalanından ötürü Antoine'e garezi olan öğretmeni ona ve Rene'ye 8 gün okuldan uzaklaştırma cezası verir.

İki kafadar durumu ailelerine açıklayamayacakları için evden kaçmaya karar verirler. Amaçları denize ulaşmaktır. Ama paraları yoktur. Bunun üzerine Antoine gece babasının bürosuna gidip bir daktilo çalmak ister. Ne planlar istendiği gibi gider, ne de dertler biter.

Fransız sinemasına yeni bir soluk getirmek için kolları sıvayan genç ve çok bilmiş Cahier de Cinema tayfasının en cesurlarından olan François Truffaut'un, 400 Darbe isimli filmi sadece biçimsel anlamda değil, içerik olarak da sağlam yapımlardan birisidir.

Fahrenheit 451

Kitapların ve her türlü yazılı belgenin yasak olduğu bir toplum olabilir mi?


Ray Bradbury'nin karamsar bir gelecek kurguladığı öyküsünden François Truffaut tarafından sinemaya uyarlanan Fahrenheit 451, işte böyle bir toplumu anlatıyor.