Mary & Max: Önce Kendini Sev...
Animasyon filmlerine karşı itiraf etmem gerekirse eğer özel bir ilgim var. Türü, içeriği, karakter yaratımı, her ne olursa olsun farketmez. En az bir küçük çocuk kadar, sıkılmadan oturup, keyifle izleyebilirim. Öyle kolay kolay şikayette etmem hani. Aman şurası olmamış, burası şöyle olsaymış, böyle son olmaz vs. tarzında söz kalıplarının arasına sığınmaya da gerek duymam açıkçası.Hayal gücümün en derin dehlizlerine doğru yolculuğa çıkmama yardımcı olduğu için animasyon filmleri beni son derece mutlu eder. Tüm yorgunluğumu alması da çabası tabii ki… İşte bu nedenlerden ötürü fırsat yaratabildikçe haftanın bir gününü animasyon filmlerine ayırmaya çalışırım. Mary & Max ile tanışmam da bu vesileyle oldu zaten…
Uzun zamandır aklımda olmasına rağmen bir türlü izlemeye fırsat bulamadığım bu iki karakterle olan büyük buluşmamı nihayet dün akşam itibariyle gerçekleştirebildim. İyi ki gerçekleştirmişim. Zira bir animasyon filminin bu denli etkileyici mesajlar içermesi ve birbirinden güzel tasvirlerle bezeli olması açık konuşmam gerekirse eğer beni tek kelimeyle mest etti…
Mary & Max… Birbirine hiç benzemeyen ve birbirinden çok uzak iki insan arasındaki mektup arkadaşlığının öyküsü üzerine kurulmuş bir hikayeye sahip. Nitekim gerçek bir hikayeden yola çıkılarak beyazperdeye ustaca aktarılmış.
Bethany Whitmore’un seslendirdiği Mary Dinkle, Melbourne’un banliyölerinde yaşayan, 8 yaşında tombulca bir kızdır. Philip Seymour Hoffman tarafından seslendirilen Max Jerry Horovitz ise Manhattan’daki dairesinde yanlız yaşayan, muzdarip olduğu Asperger sendromundan ötürü dış dünyayı anlamakta ve çevresiyle iletişim kurmakta zorluk yaşayan, şişman bir adamdır.
Mary ile tanıştığımızda tarihler bize 1976′yı gösterir. Avusturalyalı 8 yaşındaki küçük Mary, alkolik bir anne ile ilgisiz bir babanın meraklı ve bir o kadar da yalnız kızıdır. En büyük hayali büyüdüğünde Early Grey isminde birisiyle evlenip, İskoçya’da büyük bir şatoda oturmaktır. Tabii ki bu büyük hayal (!) zaman ilerledikçe, farklı bir yön almaya başlar. Early Grey ise sadece bir poşet çaydan ibaret kalır…
Aslında herşey Mary’nin postaneye gittiği gün ile başlar. Postanede gözüne ilişen New York telefon rehberinden, Amerikalılar hakkında merak ettiklerini sormak üzere, karşısına çıkan ilk isme mektup yazmaya karar verir.
Amerika’da bebekler kutu kola içinde mi doğuyorlar? Taksiler geri geri gittiklerinde bize para ödemek durumundalar mı? Solucanlar cennete gider mi? Kediler yıkandığında tüyleri çeker mi kıvamındaki bir sürü soru yumağı…
İşte o günle birlikte, yirmi yıl sürecek bir arkadaşlık sürecide başlamış olur. Rastgele bir mektupla başlayan fakat daha sonra samimi ve sıkı bir dostluğa dönüşen, içten bir arkadaşlık hikayesi…
Normalde derinine inmediğimizde kimi zaman “aman canım alt tarafı bir animasyon filmi” der, geçeriz… Ancak bu emin olun ki animasyon filminden de çok daha fazlası… Her yaşa hitap etmesinin dışında, yarattığı duygu yoğunluğu, izlerken sizi bir anlığına da olsa farklı yerlere doğru gezintiye çıkarabiliyor.
Mary’nin doğum lekesini, Max’in korku dolu endişe krizlerini ve sigaralarını yere atan insanlara duyduğu öfkeyi hemen sevmemek elde değil.
Mary & Max; sevgi, dostluk, güven, alkolizm, psikiyatri, doldurulmuş hayvan postları, kleptomani, agorafobi ve daha bir çok şey hakkında bir film…
Bu iki arkadaşın hikayesini izlerken eminim onları çok sevecek ve yalnızlıklarına ortak olurken, derin hülyalara dalıp gideceksinizdir… Kimbilir?
Filmin repliği: “Ben küçükken Mr. Ravioli adında görünmez bir arkadaşım vardı. Psikiyatristim artık ona ihtiyacım olmadığını söylüyor. Dolayısıyla arkadaşım artık köşesinde oturup kitap okuyor yalnızca.” Max Jerry Horovitz
0 yorum :