İnsan Yükü Ağırdır Demiştin, Sen Benim Kanatlarımsın..

18:37 ebru altin 0 Comments

Babam ve Oğlum, Issız Adam, Dedemin İnsanları gibi filmleriyle büyük ilgi toplayan Çağan Irmak’ın, senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendiği ve eleştirmenlerden tam not alan “Tamam Mıyız?” vizyonda!

Hayatta hiçbir şey tesadüf değil, her şeyin bir sebebi var.. Tıpkı Temmuz ve İhsan’ın yollarının mucizelerle kesişmesi gibi..

Hayatındaki seçimleri Temmuz’u babası ile karşı karşıya getirir, maddi hiçbir destek beklemeksizin kendi hayatını yaşamak isteyen ve evinden ayrılan Temmuz, ruhunu meslek olarak seçtiği heykeltıraşlıkla arındırır. Hayatını devam ettirmek için çocuk romanları için çizerlik yapan Temmuz’un hayatı, sevgilisinden aldığı bir e-mail ile allak bullak olur. Sevgilisi tarafından terk edildiğini öğrenen Temmuz aynı zamanda da işini kaybetmiştir .Hayatı ile yüzleşen Temmuz, dibe vurmuş, yaşama küsmüştür. İhsan ise, bedensel dezavantajı sebebiyle, hayatını annesine bağlı yaşamak zorunda genç bir adamdır.  Gerçekleştiremeyeceği hayallerinin yanı sıra annesinin sırtında bir yük olmaktan da mutsuz olan İhsan’ın kurtuluşu ile ilgili tek bir fikri vardır. Ta ki Temmuz’la karşılaşana dek.. Temmuz ve İhsan hayatlarının çöküşünde, dibe vurdukları bir anda karşılaşır ve bu karşılaşma Temmuz’u hayatı, sanatı, umudu yeniden tanıyacağı, İhsan’ı  ise hayata yeniden tutunacağı bir dostluğa, başlangıca sürükler. . Farklı iki yaşamın birleşmesine sebep olan bu tesadüfî buluşma Temmuz’u İstanbul’un hiç bilmediği bir köşesine ve hiç tanımadığı bir ailenin içine sokacaktır.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

0 yorum :

Ebeveynler Nasıl Eğitilir? Keşif Günlüğü

10:15 ebru altin 2 Comments

Eve geç kaldığınız için annenizle aranız mı açıldı? Ödevinizi zamanında teslim etmediğiniz için babanız harçlığınızı mı kesti? Peki ya anne babanız evde yokken sizinle ilgilenmeye gelen büyüklerin yaptığı garip şakalara ne demeli? Kısacası; tüm yetişkinlerin bir sorunu olduğunu mu düşünüyorsunuz? Sakin olun, çünkü tam size göre bir kitabımız var. Ebeveynler Nasıl Eğitilir? Keşif Günlüğü...

Evet, yanlış duymadınız. Artık ebeveynleri nasıl "kullanmanız" gerektiğine dair dahiyane fikirlerle ve ipuçlarıyla dolu muhteşem bir yol göstericiniz var. Eğlenceli kişiliği ve parlak zekasıyla usta bir ebeveyn eğitmen adayı olan Katya'nın keşif günlüğü size profesyonel bir dünyanın kapılarını aralayacak. Derin bir nefes alın, konsantre olun ve stratejilere kulak verin.

Güç Siz de, Kontrolü Ele Alın!

"Ebeveynler Nasıl Eğitilir? Keşif Günlüğü"nü büyüklerin karmaşık dünyalarını bir parça da olsa anlayabilmeniz ve yönetebilmeniz için tasarlanmış bir proje gibi düşünebilirsiniz. Ya da bunları boş verip, kendinizi bastırmakta zorlanacağınız kahkahalarınıza teslim edebilirsiniz. Unutmadan hatırlatalım. Kitaptaki tüm bilgiler Katya tarafından test edilip, onaylanmıştır. Yani rahat olun. Ama yine de fazla abartmayın. Ne de olsa yetişkinler çok sayıda karmaşık kullanım modu ve işlev içerirler.

Bu eğlenceli ve komik günlükle birlikte deneyimli bir ebeveyn eğitmeni adayı olmanıza çok az kaldı. Yolun çok başında olduğunuzu düşünüp, hemen pes etmeyin sakın. Çünkü daha ilk sayfadan itibaren ipler sizin elinizde olacak... mı acaba? Herkes yanılgıya düşer mi, bir dahi bile? Eh belki biraz. Ama Katya bu, onunla her türlü macera komik, eğlenceli ve bazen duygu yüklü, kısacası tanıklık etmeye değer. Ah... Hele bir Ben Clayden var ki... Kendisi adeta bir ilah, öylesine yetenekli, öylesine yakışıklı...

2 yorum :

Fincan Teyzenin Kurabiyeleri

14:02 ebru altin 0 Comments

Mizahi unsurlar katarak renklendirdiği övgüleriyle hayal kurmanın önemini yücelten ödüllü yazar Pelin Güneş'ten, gerçek dünyanın ve güzelliklerinin farkına varmanızı sağlayacak keyifli bir serüven: Fincan Teyzenin Kurabiyeleri...

Tüm hayatları, oturdukları site ve eğitim aldıkları okuldan ibaret olan beşinci sınıf öğrencileri Ali, Efe ve Doruk'un en büyük arzuları, içinde bulundukları kapandan birkaç saatliğine dahi olsa kurtulup, şehrin içinde küçük bir macera yaşamaktı. Bunun için yapmaları gereken tek şey ortak bir karar alıp, bir an önce harekete geçmekti. Böylesi bir heyecan için biraz cesaret gerekiyordu elbette. Ama o da, ne yazık ki küçük hayalperestimizde yoktu. Kimbilir, üç kafadarın heyecanla aradıkları macera belki de çok yakınlarındaydı.

Günlerini kulağında kulaklık, salonun ortasında ip atlayıp, boks yaparak geçiren kısa boylu, toplu, kıvırcık saçlı sevimli bir teyze ve yaşıtlarına göre hayli dinamik, görüp geçirmiş, bilgili tonton bir amca...

Huzurlarınızda Fincan Teyze ve Necmi Amca! Ali, Efe ve Doruk'un yeni dostlarından öğrenecek çok şeyleri var. Aslında uzun süredir aramaya cesaret edip de bulamadıkları maceranın tam da yanıbaşındalar. Üstelik bu macera lezzetli mi lezzetli ev yapımı fındıklı ve üzümlü kurabiye tadında.

Üç arkadaş için macera asıl şimdi başlıyor. Necmi Amca ve Fincan Teyze'nin yıllardır içinde oldukları dostluk ağı da nesi? Necmi Amca'nın duvarında neden koca bir dünya haritası asılı? Kutup ışıklarının ardında yatan sır ne? Öğrenecekleri daha çok şey var gibi görünüyor. Tabii birileri engel olmazsa. Cips ve şekerleme ürünleri ile hazır gıda sektörünün büyük oyuncularından ÇokyeÇok firmasının Fincan Teyze ve Necmi Amca ile ne alıp veremediği olabilir?

Hayatımızın her alanını kuşatan tüketim kalıplarına karşı doğadan ve doğaldan kopmadan, dostluklarla örülmüş bir yaşam gerçekten mümkün olabilir mi dersiniz? Böyle bir maceraya tanıklık etmek için daha ne bekliyoruz?

0 yorum :

Beyoğlu'nun En Güzel Abisi, Benim Abim :D

16:23 ebru altin 0 Comments

Ankara'dan abim geldi. Dolayısıyla da ev şenlik yerine dönüverdi geçtiğimiz haftalarda...
Yalnız abim dediysem de eğer bu sahici abim değil, ona göre..
Ankara'dan gelen ise tabii ki efsane karakter Nevzat Başkomiserim'di. Laf aramızda kendisi Beyoğlu'nun En Güzel Abisi olur da...

İtiraf etmem gerekirse eğer benim Ahmet Ümit ile tanışmam biraz geç oldu. Ne birazı epey bir geç oldu. Zira üniversite yıllarında ev arkadaşım yazarın hayranıyken, bana da sürekli sen de okumalısın, çok şey kaçırıyorsun söylemlerinde bulunup, türlü türlü baskıda bulunuyordu. Ama ben n'apıyordum? Nuh diyor, peygamber demiyordum o dönemde. Polisiye okuyacaksam Agatha'nın peşine takılırım, Ahmet'in peşinde ne işim var diye de ti'ye alıyordum.

Ta ki İstanbul Hatırası'nı alıp, büyülenene kadar. O kitapla birlikte herşey bir an da tersine döndü. O andan itibaren de yazarın diline ve kurgusuna bayıldımmmm resmen :)

Sonrasını söylememe gerek yok sanırım. Okumamakta direndiğim tüm kitaplarını alıp, okudum. Kitap fuarları'nda söyleşi ve imza törenlerine gidip, saatlerce kuyruk bekledim falan filan...

Durum böyle olunca hayranı olduğum yazar yeni kitabını çıkarır da ben okumadan durur muyum? Tabii ki hayır!

Sevgili Gamze'nin instagram'da paylaştığı bir fotografın altına şımarıklık yapıp yazdığım "ben de istiyorumm" sözünden sonra tararammm, almayı düşündüğüm kitap sevgili Gamzecimin sayesinde hediye olarak bana ulaşıverdi. Hemii deeee kedicikli bir okuma ayracı ile :) Bu vesileyle kendisine bir de blogum aracılığıyla çok ama çok teşekkür ediyorum. Canımsın demeyi de ihmal etmiyorum tabii ki...

Gelelim Beyoğlu'nun En Güzel Abisine!
Nasıl isim ama?

Açıkçası kitap arkasındaki tanıtım yazısına bakmadan, acaba Beyoğlu'nun En Güzel Abisi'nin bu kurgudaki önemi ne olacak diye merak etmedim de değil hani. Dolayısıyla ışık hızıyla sayfaları çevirmeye başladım. O denli bir hızlı çeviriş ki bu, kitabı ne zaman elimden bıraksam vicdanım rahat etmedi resmen.

Kitabı okuduğum sırada gelen mesajlara da cinayet çözmekle meşgulüm, ben sonra ararım şeklinde bir geri dönüş yaptım ki varın gerisini siz düşünün artık :)

Yılbaşı gecesi işlenen bir cinayet!
Tarlabaşı'nın arka sokaklarında bulunan bir erkek cesedi. Öldürülmüş erkeklerin en yakışıklısı, belki de en kötüsü. Karanlık sırların ortaya çıkardığı utanç verici bir gerçek.

Gururlarının kurbanı olmuş erkekler, onların hayatlarını yaşamak zorunda olan kadınlar. Bu cinayetler yatağında, bu kötülükler bahçesinde, bu insan eti satılan can pazarında masumiyetini korumaya çalışan bir adam. Bir zamanlar İstanbul'un en gözde yeri olan Beyoğlu'nun hazin hikayesi...

Ama bu sefer ki hikaye öylesine bir kurguya sahip değil.
2 - 3 ağaç meselesi diyip küçümsenen, sonrasında ise tüm yurda sirayet eden Gezi Parkı'nın kahramanlarına da gönderme yapılıyor. Hem de en güzelinden. Mutlaka okumalısınız, benden söylemesi :)


0 yorum :

23:07 ebru altin 2 Comments

OLMASAYDIN... OLMAZDIK!
SAYGI VE ÖZLEMLE ANIYORUZ...



2 yorum :

Postacı Kadın...

14:59 ebru altin 0 Comments

"Associated Press çalışanı Harriet Mendelsohn, dün gece bombalar yüzünden hayatını kaybetti. Kendisi iki yıldır Avrupa'da savaş muhabirliği yapıyordu. Bir gazeteci toprağa gömülürse, diğer basın mensuplarının ondan geriye kalan hikayeyi üstlenmesi adettendir. Eve dönen çocuğun hikayesi, Harriet'ın yazacağı hikayeydi; tek fark o benden çok daha iyi anlatırdı. Bu gece size bunları anlatmamın sebebi ise Harriet'ın artık anlatamayacak olması.

Ben Londra'dan Frankie Bard. İyi geceler."

Kimine göre sıradan gelebilecek bu satırlar, Sarah Blake'in tamamen gerçek yaşanan olaylara dayanarak kaleme almış olduğu "Postacı Kadın" isimli kitabına ait aslında. Ne yalan söyleyeyim uzunca bir süre çalışma masamda öylece okunmayı bekledi durdu, bu kitap. Oysa tanıtım yazısından dolayı çokta severek aldığım kitaplardan birisiydi ama her defasında önüne başka kitapların geçişine izin vermişti. Tabii o izinlerinin altında başka bir neden yatıyormuş, o da ayrı mesele.

Ne nedeni yatacak diyorsanız da eğer hemen söyleyeyim. Meğerse ilginin sadece kendisinde olmasını istiyormuş da ondanmış bütün o sırasını verme nezaketleri falan...

Sisler Evi'nin yazarı Andre Dubus'unda dediği gibi, bazı romanlardan kıymetli sözcüklerle işlenmiş bir anlatımla, bazılarından canlı kanlı karakterlere, bazılarından da başımızı döndüren ve bizi değiştiren sürükleyici bir öyküleme üslubuna sahip olduğu için zevk alırız.

İşte bu kitap, tam olarak da Dubus'un dile getirdiği sözlerin gerçekliğini ortaya koyan çalışmalardan birisi niteliğinde. Oldukça yalın bir şekilde kaleme alınan dili ve sağlam kurgusuyla, okuru hikayenin içerisine direkt çekebilecek kıvamda.

Eminim birçok kişi, okuduğu bir kitabın karakterlerinden birisini kendisiyle özdeşleştirerek, imgeleme moduna dönüştürüyordur. Bu bazı zamanlarda kah asıl karakter olur, kah ise yan karakter. Bu kitapta ben neredeydim diye sorduğumda ise iki cevap aldığım bir gerçek. İlki savaş muhabiri olan kadın (ki 20'li yaşlarımın başında, gazeteciliğe başladığım dönemde savaş muhabiri olmak en büyük hayalimdi. Zamanla etkisini yitirdi ayrı mesele), ikincisi ise savaşın ortasında kalan küçük bir çocuğun akıbetini öğrenip, karısına güzel haber götürmek için yanıp, tutuşan genç doktor.

İkinci Dünya Savaşı sırasında harabeye dönmüş Avrupa'yı sinematik bir yaklaşımla anlatan Blake, Radyo Muhabiri Frankie Bard'ın romantik, yürek parçalayıcı ve tek kelimeyle benzersiz hikayesini de gözler önüne seriyor.

Gerçekçi bir anlatıma sahip bu ustalıklı roman, nadir görülen fakat oldukça başarılı ve bilge bir ses tarafından aşkın, savaşın ve yaşanan hikayenin tesadüfi doğasını derinlemesine araştıran bir üslupla anlatıyor. Bu arada kitabın içerisindeki konuşma diyalektlerinin içerisinde geçen bir hikayeyi de sizlerle paylaşmak istiyorum. Bakalım siz de benim kadar etkili bulacak mısınız bu hikayeyi?

"Theseus, savaştan gemiyle ayrıldığında, babasına hayatta kalırsa beyaz yelkenlerin altında geri döneceğine söz verir. Ve oğlunun kaybolduğu onca yıl boyunca, kral her gün uçurumun kenarına tırmanarak, yelkenlere bakınır. Ancak bir tane bile göremez. Yıllar boyunca kahrolası her gün.

Sonra bir gün, yelkenliler gelir. Ufukta belirirler. Gerçekten de yıllar süren bekleyişin ardından yelkenliler gelmiştir. Ama yelkenleri siyahtır. Elem kadar siyah. Bunu gören baba yani kral, uçurumdan aşağıdaki kayalıklara atlayarak, hayatına son verir. O sırada oğlu verdiği sözü unutmuş, muzaffer bir edayla kıyıya yaklaşmaktadır.

****

Hikaye olacakları bilir. Eğer o hata olmasaydı, bu hikayenin de hiçbir önemi kalmazdı. Çünkü Theseus, yelkenleri değiştirmeyi unutsaydı bu hikaye anlatılmayacaktı. Hikaye her zaman ki gibi kahramanın zafer dolu dönüşüyle bitebilirdi. Ama hikayeyi önemli kılan o hataydı. Hikayenin özü o hataydı. Bu yüzden hala anlatılıyor. sf. 342"

İnsanların ölmediği, sükut ve barış içerisinde yaşayacağımız bir dünyaya sahip olmak dileğiyle...

0 yorum :