Oscar Ödülleri Sahiplerini Buldu...

20:02 ebru altin 1 Comments

Sinema dünyasının en prestijli ödülleri kabul edilen 84. Oscar Ödülleri, Los Angeles'daki Kodak Tiyatrosu'nda Billy Crystal'in sunuculuğunu yaptığı törenle sahiplerini buldu. The Artist filmi, En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi erkek Oyuncu ödüllerini aldı.

84. Oscar Ödülleri'nin dağıtıldığı gecede, 11 dalda aday gösterilen film Hugo beş ödül alırken, 10 dalda aday gösterilen The Artist, En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Erkek Oyuncu başta olmak üzere beş ödül alarak törene damgasını vurdu.

Demir Leydi adlı filmde İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher'i canlandıran Meryl Streep, üçüncü kez En İyi Kadın Oyuncu seçildi. 62 yaşındaki oyuncu,17 kez Oscar'a aday gösterilerek ulaşılması zor bir rekora imza attı.


İşte Ödül Alan Tüm İsimler...
En İyi Film: The Artist
En İyi Yönetmen: Michel Hazanavicius / The Artist
En İyi Kadın Oyuncu: Meryl Streep / The Iron Lady
En İyi Erkek Oyuncu: Jean Dujardin / The Artist
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Octavia Spencer / The Help
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Christopher Plummer / Beginners
En İyi Yabancı Film: A Separation / İran
Görüntü Yönetmeni: Robert Richardson / Hugo
En İyi Kostüm Tasarımı: Mark Bridges / The Artist
En İyi Makyaj: Mark Coulier / The Iron Lady
En İyi Kurgu: Angus Wall, Kirk Baxter / The Girl with the Dragon Tattoo
En İyi Ses Kurgusu: Philip Stockton ve Eugene Gearty / Hugo
En İyi Belgesel: Undefeated
En İyi Animasyon: Gore Verbinski / Rango
En İyi Görsel Efekt: Hugo
En İyi Orijinal Müzik: Ludovic Bource / The Artist
En İyi Şarkı: Bret McKenzie / The Muppets
En İyi Uyarlama Senaryo: Alexander Payne, Nat Faxon, Jim Rash / The Descendants
En İyi Orijinal Senaryo: Woody Allen / Midnight in Paris
En iyi Kısa Film: Terry George / The Shore
En İyi Kısa Belgesel: Daniel Junge / Saving Face

1 yorum :

Uyuyana Kadar...

10:29 ebru altin 4 Comments

Elimde bir kitabın günlerce sürüklenmesini oldum olası sevmemişimdir. Çocukluğumdan bu yana bende yer etmiş olan bir özellik olduğu için olsa gerek, bir kitabı okumaya başladıysam, bir an önce okuyup, bitirmek isterim doğrusu. Öyle günlerce sürüklenmesi beni o kitaptan soğutmaktan başka bir işe yaramaz. Olay örgüsündeki bir karaktere bürünüp, o anı mümkünse okurken, yaşamalıyım. Sonrasında da bir macerayı daha sona erdirmenin huzuruyla, başka bir kitapta hayat bulmalıyım ki mutlu olabileyim :)

Bu satırları yazma nedenim aslına bakarsanız eğer son okuduğum kitapla alakalı birazcık da...

S.J Watson'ın yazmış olduğu Uyuyana Kadar isimli kitabına ne yalan söyleyeyim büyük bir heyecan dalgası içerisinde başlamış, sonrasındaki tekrarların fazlalığından dolayı sıkılmış, tam pes edecekken tekrardan eski heyecanımı kaldığım yerden yakaladığım bir eserle karşı karşıya kalmıştım.

2009'da Faber Akademisi'nde katıldığı roman yazma kursunun bir ürünü olan "Uyuyana Kadar" amnezi hastası olan bir kadının, her yeni güne hiçbir şeyi hatırlamadan, tekrardan sil baştan başlayarak, yaşamasını konu ediyor.

Malum amnezi geçiren hastalar, konfabulasyon denilen birşeye sıkça meylederler. ÇEvrelerindeki yada geçmişleriyle ilgili birşeyler onlara bir türlü anlamlı gelmez, bu yüzden de bazı olayları uydurma eğilimi gösterirler.

Unutma ki anıların sana kim olduğunu söyler.

Peki her akşam uyuduğunda anıların kayboluyorsa?

Adını, kimliğini, geçmişini, hatta sevdiğin insanları, hepsini bir gecede unutuyorsan...

Ve güvendiğini düşündüğün tek insan sana gerçeğin tamamını anlatmıyorsa, ne yaparsın?

İçinizde küçücükte olsa bir merak dalgası oluştuysa eğer romanın esas kızı Chris'in maceralarına ve kendini bulma çabasına ortak olun derim...

PS: Amneziye ilişkin bir çok bilgiyi öğrenmeniz bu kitapla garanti modunda, bilginiz olsun...

PS2: Bu kitabı okurken aklıma 500 İlk Öpücük filmi gelmedi de değil hani. Yazarın bu kitabı kaleme alırken filmden etkilenme olasılığı neydi acaba, çok merak ettim...

4 yorum :

Bay Çiklet ve Kiraz Ağacı...

10:15 ebru altin 0 Comments

İngiliz çocuk edebiyatının genç yıldızlarından Andy Stanton'un fırtına gibi esen "Bay Çiklet" serisi akıllara durgunluk veren yepyeni hikayeleriyle yoluna devam ediyor.

Sıradışı olan yazar; mizahi anlatımı, tekerlemeyi andıran kelime oyunları ve muhteşem benzetmeleriyle okurlarını kahkahaya boğuyor. David Tazzyman'in karikatürvari çizimleri ise her yeni kitapta daha bir vazgeçilmez oluyor.

Aylardan marttı ve yaklaşan bahar ateşi, Limonlu Bayır kasabasını dört koldan sarmaya başlamıştı. Limonlu Bayır'ın çılgın sakinlerinden Friday O'Bilir, Üçüncü Billy William, Martin Çamaşırhane, Yaşlı Nine, Jonathan Şapırtı, Bay Çiklet ve daha pek çoğu, deli danalar gibi ilkbaharın gelişini bekliyordu.

Körpecik, özelcik bir bahar sabahı, Yaşlı Nine'nin "Kadim zamanlar geri geldi!" şeklindeki haykırışlarıyla inlemeye başladı. Yoksa Yaşlı Nine'yi bu kadar korkutan şey, eski ruhlarla dolu korkutucu Runtus Ormanı'ndaki Runtus'muydu? Peki bu kadar zamandır sesi soluğu çıkmayan Runtus neden geri dönmek için bu tazecik bahar zamanını beklemişti?

Yaşlı Nine'yi yol gösterici olarak belirleyen Runtus, kasaba ahalisini kendine çekebilmek için herkesi bir kiraz ağacı etrafına topladı.

Kasabalının en değerli eşyalarının peşine düşmüş olan Runtus'un asıl niyeti ne olabilirdi? İşte Polly ve elektrikli kasları olan zencefilli kurabiye Alan Taylor'ın en çok merak ettikleri şey de buydu.

Bay Çiklet ve Üçüncü Billy William ortalıklarda olmadığına göre bu işte parmakları olduğu kesindi. Peki ama nasıl?

Runtus Ormanı'nda geçen bu gizem dolu arayışta Polly ve zencefilli kurabiye okul müdürü Alan Taylor'a bu kez yüzlerce, hatta binlerce evcil hayvan, yani tırtıllar, uğur böcekleri ve yaprak bitleri eşlik ediyor.

Eski dostlar bu macerada yeniden "Kaydırı Kuppak İkili" Bay Çiklet ve muhteşem yardakçısı Üçüncü Billy William'ın peşine düşüyorlar.

Çocuklarınız için gayet eğlenceli bir kitap olabilir, haberiniz olsun :)

0 yorum :

Savaş Atı..

18:18 ebru altin 1 Comments

Michael Morpurgo'nun kaleme aldığı Savaş Atı isimli kitabı malum büyük bir heyecan yumağı içerisinde okuyup bitirmiş, sonrasında da filmin vizyona girmesini beklemeye başlamıştım. Ne yalan söyleyeyim filmi her ne kadar vizyona girdiği ilk günlerde izlemiş olsam da, bloga yazma işini ancak bugün itibariyle gerçekleştirebiliyorum.
Spielberg'ün hemen hemen birçok filminde yer aldığı üzere macera ve görüş alanı içerisindeki insani boyutlarda etkileyiciliğe sahip olan bu filminde, Albert adında genç bir çocukla, sevgili çiftlik atı Joey'in 2. Dünya Savaşı'nın başlangıcında geçen sürükleyici hikayesine yer veriliyor.
17 yaşındaki Albert'in sahibi olduğu Joey, aslında çiftçilerin aradığı özelliklere sahip olan bir at değildir. Geniş baldırları ve büyük toynakları olmamasına rağmen, diğer atlardan farkını rahatlıkla ortaya koyarak, kendisini göstermeyi başarır.

Çevresindeki insanların işine yaramayacağı söylentilerine kulak asmayan Ted Narracott, tüm varlığını Joey'e yatırmaktan çekinmez. Hem Narracott ailesinin hem de Joey'in kaderini belirleyecek gelişmelerin startı da böylelikle verilmiş olur.
Birinci Dünya Savaşı başlar ve atın parasını ödeyemeyen Ted, onu orduya satarak, borcunu denkleştirir. Böylece Avrupa'nın düşman ulusları arasında savaşın gidişatına göre hizmet eden Joey, sonunda savaşlar üstü ulusların dostluğunun da simgesi haline dönüşür.

İngiltere Ulusal Tiyatrosu tarafından gerçekleştirilen, Tom Morris ile Marianne Eliot tarafından yönetilen ve Nick Stafford'ın son tiyatro oyununa dayanarak kaleme alınan senaryo, filmin yapımcısı Spielberg'ün elinde malum iyice parlatılmış durumda.
Çantasının içerisinde gerilim ve sonsuz sevgiye her zaman yer veren Steven Spielberg, yaklaşık 2 buçuk saatlik süresine ve oldukça fazla oyuncunun yer almasına rağmen, son filmi Savaş Atı'nda seyirciyi hiç sıkmayan ve sürekli ilgiyi ayakta tutabilen bir başarıya da bir kez daha imzasını atmış oluyor.

Savaş alanında büyük bir insanlık dersi veren Joey'in her ne kadar kimi sahneleri içinizi burkacak olsa da, saf katıksız sevgiyi görebilmek adına, izlemekten keyif alacağınız bir film olacağıda bir gerçek....

6 Dalda Oscar'a aday gösterilen, en az bir aktör kadar rol yapan Joey ve Joey'e hayat veren 14 atın muhteşem performanslarını mutlaka izleyin derim. Emin olun pişman olmazsınız, benden söylemesi...

1 yorum :

İlk Aşk...

20:25 ebru altin 0 Comments

Herşey gibi aşk da bir oyunla başlar. Zamanla gelişen, derinlere kök salan bu garip duygu çoğu zaman da hüsran ve acıyla son bulur. Belki de ilk aşkın önlemez kaderidir bu...

Aşkla ilk kez tanışan çocukların, hissettikleri karmaşık duyguları, kalp çarpıntılarını, karın ağrılarını ve kalp kırıklıklarını anlamaları artık hiç de zor değil.

"Aşık Oldum" (İlk Aşk) adlı bu derlemede, çocuklar ilk aşkın beraberinde getirdiği buruk duyguları sadece kendilerinin yaşamadığını görerek rahatlayacak ve tam olarak tarifini yapamadıkları bu hissin gerçekten aşk olup olmadığını okudukları öykülerin ışığında kavramaya çalışacaklar.

Çocuk edebiyatının usta yazarlarından Ayla Çınaroğlu ve Aytül Akal'ın hayata geçirdiği "Aşık Oldum" adlı bu derleme, çocuklara bir zamanlar yetişkinlerin de aynı duyguları hissettiklerini aslında onlardan çok da farklı olmadıklarını anımsatmak üzere hazırlanmış özel bir çalışma. İlk Aşk'larını cesurca itiraf ederek kağıda döken ve gelecek nesillere kendi çocuklarından küçük birer sevda buketi sunan 22 isim bu kitap için bir araya geldi.

Yıllarca unutulmayacak, dönüp dönüp okunacak "Aşık Oldum", sevgililer gününde sevdiğinize hislerinizi dile getirmenize yardımcı olacak anlamlı bir armağan...

Ps: İlk aşklarını anlatan yazarlar kısaca; Alper Akal, Aşkın Güngör, Ayla Çınaroğlu, Ayla Kutlu, Aytül Akal, Bilgin Adalı, Biray Üstüner, Çiğdem Gündeş, Fatih Erdoğan, Handan Derya, Mavisel Yener, Mehmet Atilla, Mehmet Güler, Mustafa Delioğlu, Muzaffer İzgü, Bilay Yılmaz, Nur İçözü, Saadet Ceylan, Seza Kutlar Aksoy, Y. Bekir Yurdakul, Yasemin Yener, Zeynep Aliye...

0 yorum :

Artist Filmi Bafta Ödülleri’ne de Damgasını Vurdu...

20:45 ebru altin 0 Comments

Londra İngiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi (BAFTA) ödüllerinin bu yılki sahipleri belli oldu.

Fransız yapımı sessiz film "Artist” (The Artist) En İyi Film başta olmak üzere aday olduğu 12 kategorinin 7'sinide kazanarak geceye damgasını vurdu. Filmin erkek oyuncusu Jean Dujardin, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü alırken, filmin yönetmeni Michel Hazanavicius En İyi Yönetmen Ödülü’nün sahibi oldu.

Amerikalı aktris Meryl Streep ise İngiltere'nin ilk kadın Başbakanı Margaret Thatcher'ı canlandırdığı "Demir Leydi” (The Iron Lady) filmindeki rolüyle en iyi kadın oyuncu ödülüne layık görüldü.

Londra'daki tarihi opera binası Royal Opera House'da yapılan ödül töreni, ünlü Galli şarkıcı Tom Jones'un James Bond filmlerinden bir şarkıyı seslendirmesiyle başladı. Ödül töreninin sunuculuğunu ise İngiliz komedyen ve aktör Stephen Fry yaptı.

En İyi Film: Artist (The Artist)
En İyi Yönetmen: Michel Hazanavicious (Artist - The Artist)
En İyi Erkek Oyuncu: Jean Dujardin (Artist - The Artist)
En İyi Kadın Oyuncu: Meryl Streep (Demir Leydi - The Iron Lady)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Christopher Plummer (Nedimeler - Beginners)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Octaivia Spencer (Duyguların Rengi - The Help)
En İyi İngiliz Filmi: Tinker Tailor Soldier Spy: Köstebek (Tinker Tailor Soldier Spy)
En Orijinal Senaryo: Artist (The Artist)
En İyi Yabancı Film: The Skin I Live in
En İyi Animasyon Filmi: Rango
En İyi Uyarlama Senaryo: Tinker Tailor Soldier Spy: Köstebek (Tinker Tailor Soldier Spy)
En İyi Prodüksiyon Tasarımı: Hugo
En İyi Görsel Efekt: Harry Potter and Deathly Hallows (2. bölüm)
En İyi Makyaj ve Saç: Mark Coulier, J. Roy Helland, Marese Langan (Demir Leydi - The Iron Lady)
En İyi Kostüm Tasarımı: Artist (The Artist)
En İyi Sinematografi: Artist (The Artist)
En İyi Montaj: Senna
En İyi Ses: Hugo
En İyi Müzik: Ludovic Bource (Artist - The Artist)
En İyi Kısa Animasyon: A Morning Stroll
En İyi Kısa Film: Pitch Black Heist
En İyi Yabancı Dilde Film: The Skin I Live In
En İyi Belgesel: Senna

NOT: Her yıl, Oscar ödül töreninden iki hafta önce verilen BAFTA ödülleri, Oscar alabilecekler ile ilgili ipucu niteliği taşıyor...

0 yorum :

Karanlık Yaşam...

11:32 ebru altin 1 Comments

Serinlere, çok ama çok derinlere, karanlık suların bile kendinden korktuğu bir yere gitmeye hazır mısınız? Gelecekte bir zaman, küresel ısınma ve deniz seviyesinin yükselmesi dünyanın yüzeyini tahrip ederek, insanları yeni yerleşim alanları aramaya yöneltir.

Hayatı boyunca okyanusun dibinde yaşayan 15 yaşındaki Ty'ın ailesi de, pek çokları gibi, yeni bir yaşam alanı bulma umuduyla, yıllar önce bir sualtı topluluğuna katılarak, okyanusun dibindeki bir sınırda yaşamaya başlar.

Ty'ın hayatı Gemma adında "üsttaraflı" bir kızla tanışınca aniden karışıverir. Gemma'nın kardeşi bir süredir kayıptır. Bunun üzerine Ty ve Gemma tehlikeli deniz yaratıklarıyla dolu zorlu bir arayışa girişir.

Sınırdaki kasabanın gizemli yeraltı dünyası, onların bu yolculuğunu daha da çıkmaza sürükleyecektir. Derin sulara yaklaştıkça tehlike ve tehdit giderek artar. Bir süre sonra Ty ve Gemma kendilerini, sualtı bölgelerinde kargaşa çıkararak dolanan bir grup ürkütücü haydut tarafından takip edilirken bulur.

Karanlık Yaşam'la ilgili bazı karanlık sırlar açığa çıkmak üzeredir. Ty ve Gemma için sırları keşfetme zamanı artık çoktan gelmiştir.

Çarpıcı hikayesi ve zihnimizde canlandırdığı benzersiz dünya ile Kat Falls bu ilk romanıyla, genç okurlarına daha önce hiç tecrübe etmedikleri eşsiz bir sinematografik okuma vaat ediyor. Emin olun Falls’un okyanus altında yarattığı büyüleyici dünya sizi çok etkileyecek...

1 yorum :

Pera Müzesi’nde Panel: Futbolun Sineması ve Sinemanın Futbolu

11:20 ebru altin 0 Comments

Pera Film, Ankara Arjantin Büyükelçiliği, İstanbul Cervantes Enstitüsü ve INCAA - Arjantin Film Kurulu işbirliğiyle hazırlanan Arjantin: Sinema ve Futbol film programı kapsamında 17 Şubat 2012 Cuma günü Pera Müzesi Oditoryum’nda saat 18.00’de Futbolun Sineması ve Sinemanın Futbolu adlı paneli düzenliyor.

Eurosport Türkiye işbirliğiyle düzenlenen panele, Eurosport Türkiye Genel Müdürü ve Radikal Gazetesi yazarı Bağış Erten, spor yazarı ve film eleştirmeni İbrahim Altınsay ile spor yazarı ve film eleştirmeni Uğur Vardan katılacaklar. Panelin ardından ise 19.00’da Maradona’yı Sevmek adlı film gösterilecek.

0 yorum :

Kendinden Nefret Ettiren Bir Kitap: Şahane Hatalar...

14:06 ebru altin 15 Comments

Açıkçası uzun zamandır farklı sonlara, okuyucuyu seçmeli olarak yönlendiren bir kitap arıyordum. Ancak böyle bir kitaba ulaşmam ne yazık ki imkansız boyutlarda gibiydi.Çünkü zamanında yayınlanmış olanların birçoğunu hali hazırda alıp, okumuştum. Tabii gözümden kaçanlar olduysa bilemiycem. O kadar da emin konuşmamak gerekir ne de olsa...

Öyle böyle derken, rutin kitap alışverişimi gerçekleştirdiğim bir gün gözüme April Yayınları'ndan çıkan Heather McElhatton'ın kaleme aldığı "Şahane Hatalar" isimli kitabı takıldı.

Başlık ilgi çekici, tasarım gayet hoş olunca istemdışı bir şekilde tabii ki elim kitaba uzanıverdi. Hele de arka kapak yazısını tararken, gözüme ilişen bir cümleyle kitabı alma kararını vermem bir oldu. Uzun zamandır beklediğim kitaba tesadüf eseri denk gelmiştim nede olsa. Heyecanlı bir şekilde okumaya başladım ama bölümler arasında ilerledikçe heyecan duygum yerle bir oldu.

Neden mi? İşte bu sebeplerden dolayı... Öncelikle bu kitabın başkahramanı okuyucunun bizzat ta kendisi. Yani sizsiniz. Buraya kadar iyi güzel. Hatta süper ötesi. Uzunca bir yolculuğa çıkacaksınız ve başınıza bu süreç içerisinde neler geleceğini hiç bilmiyorsunuz.

Tabii bu arada hemen bir hatırlatma yapalım. Kahraman okuyucunun bizzat kendisi dedik ama yolculuğa kız olarak başlamanız gerekmekte. Çünkü kahraman bir kadın :)

Her okuyucunun hayat seçimlerini belirleyen tek bir ortak bölüm var. O da ilk bölümün ta kendisi. Buradan yola çıkarak hayat seçimlerinizin kararlarını bizzat kendiniz veriyorsunuz.

Daha 18 yaşındasınız, liseyi yeni bitirmişsiniz ve bir seçim yapmak durumundasınız. İki ihtimaliniz var. Ya üniversiteye gidip akademik kariyer için adım atacaksınız, yada sırt çantanızı alıp uzunca bir yolculuğa çıkacaksınız. Karar tamamen size kalmış yani...

Tabii bir okur olarak bende ilk tercihlerimi belirledikten sonra sayfalar arasında oradan oraya koştururken buldum kendimi bir anda... Başıma gelmedik şeyde kalmadı hani..

Uyuşturucu baronu tarafından öldürüldüm, birisini öldürdüm, evlendim aldatıldım, çocukları alıp alakasız bir ülkeye beş parasız bir şekilde gidip, orkide yetiştirmeye başladım. Orkide yetiştirmenin püf noktalarını bilen adama aşık oldum. Çiftliğim yandı, orkide üretimi yalan oldu...

Sonra tekrar başa döndüm. Bu seferde büyük bir mirasın üzerine kondum. Paramın tam tadını çıkaracakken elektrik kontağına kapılıp öteki tarafa gittim. Senelerce yeraltında ucube kılıklı tiplerle yaşadım, tecavüze uğradım, eroin kullanmaya başladım :)

Anlayacağınız başıma gelmedik iş kalmadı. Her seferinde bir felakete sürüklendim. Olumlu tek birşey olmadı hayatımda. Zaten olumlu bir son bulabilirseniz -ki ben hepsini denedim öyle bir son yok - öpünde başınıza koyun :)

Açıkçası bu tip kitapları hala sevmekle birlikte başıma türlü türlü felaketi getirdiği için bu kitaptan hiç hazetmediğimi açık yüreklilikle söylemek isterim. Her seferinde değişik bir son denemek için başa döndüm. Belki 40'a yakın son denedim. Ama hiçbiri istediğim nitelikte sonlar olmadı. Hepsinde bir şekilde öldüm veya öldürüldüm. Ömrüm kaçmakla geçti :)

O yüzden bu kitabı almadan önce siz, siz olun bir kere daha düşünün derim. Ama değişik bir maceraya ihtiyacım var dersenizde eğer mutlaka alıp okuyun, derim. Karar size kalmış. :))

15 yorum :