Korsan Okulu Serisi...

Önümüzdeki birkaç gün içerisinde malum karneler alınacak ve çocuklar uzun bir yaz tatili sürecinin tadını çıkarmaya başlayacaklar.

Kimi tatile gidecek, kimi bisikletiyle dolaşacak, kimi de yaz okullarının yolunu tutup, çeşitli aktivitelere katılacaklar. Kısacası yoğun eğitim süreci içerisinde fırsat bulamadıkları sosyalleşme olgusunun tadını çıkaracaklar.

Tabii bu aşamada zaman buldukça kah renkli, resimli hikayelerin arasında kaybolacak, kah uzunca maceralara doğru yelken açacaklar.

Hangisini tercih ederlerse artık. Aslında geçtiğimiz günlerde tam da sizin afacanlara hitap edecek bir kitap serisi geçti elime... Hele de denizciliğe meraklı yanları da varsa hani, değmeyin keyiflerine misali...

Çocuklar ve gençler için yazdığı kitaplarla ünlenmiş Amerikalı yazar Brian James tarafından kaleme alınan bu seri, Burak Tugan aracılığıyla dilimize uyarlanarak, Tramvay Yayıncılık'tan küçük okurlarına seslenmek üzere raflardaki yerini almış.

Bir korsan gemisinde, birbirinden farklı karakterlere sahip öğrencilerin olduğu bir okul düşünün. Adı her ne kadar korsan olsa da, hemen hepsi iyi birer denizci olabilmenin peşinde koşan küçümenlerdir oysa...

Hikaye boyunca, Deniz Faresi isimli gemide gelişen maceraları, korsan çocuk Pete'ın ağzından büyük bir heyecan içerisinde okuruz. Aslında Pete, daha dokuz yaşında olmasına rağmen kendi deyimiyle dokuz yıl dokuz ay boyunca korsan gemilerinde yaşamış ve korsancılık hakkında herşeyi bilen birisidir.

Peki ya diğer çocuklar? Aaron, Vicky, Inna, Gary... Tabii bir de korsan Clegg... Zira Clegg geminin en yaşlısı ve korsan çocukların da akıl hocasıdır ki çocukların başı ne zaman sıkışsa ona danışmakta bulurlar çareyi...

Bu durum karşısında Clegg ne mi yapar? Elbette her zaman onlara korsancılıkla ilgili hikayeler anlatır.

Tabii bu küçük korsanların dışında geminin olmazsa olmazı Çürük Diş'i de unutmamak lazım. Zira kendisi görüntüsü ve pis kokusu itibariyle zaten unutulacak bir karakterimiz de değildir hani :)

Yayınlandığı her ülkede ilgiyle karşılanan Korsan Okulu, "Yılan Adasının Laneti", "Eyvah Hayalet Gemi Pruvamızda", "Açık Denizde Saldırı", "Casuslar Limanı", "Mürettebat Hastalanıyor", "Korsan Kampı" ve "Batık Gemi Geçidi" olmak üzere toplam 7 kitaptan oluşuyor.

İşte bu yedi kitaplık seri; eğlenceyi ve macerayı harmanlayarak komik bir dille anlatmaktan da kusur kalmıyor. Kaldı ki her maceranın sonunda öğrenilecek, alınacak bir ders illa ki oluyor, benden söylemesi...

Eğer siz de maaile denizi seviyorsanız ve bu korsan okulunda da neler oluyormuş böyle diyorsanız, uzun ve heyecanlı maceraya şimdiden hazır olun derim.




Balıklar Tiyatroda...

Ödüllü şair - yazar Mehmet Atilla, kaleme aldığı birbirinden güzel romanların ardından, buram buram yaz kokan sevimli bir öykü kitabıyla küçük okurlarını selamlıyor.

Balıklar Tiyatro'da, Ağustos ayının tam ortasında, güneşin pırıl pırıl parladığı bir yaz gününe götürüyor bizleri. Üstelik yaz tatilinin keyfini çıkaran Serap, Erkan ve Tuğrul eşliğinde...

Aynı sitede oturan bu üç kafadar son dört gündür tüm boş zamanlarını balık avlamakla geçiriyor. Aslında Serap'ın bu işe pek gönlü olmasa da, her seferinde kendini Erkan ve Tuğrul'un peşine takılmış bir şekilde buluyor.

Hava sıcak, ortalarda kimsecikler yok. Yaşıtları denizin, güneşin tadını çıkaradursun bizim acemiler balıkçılık hevesinde!

Balık avlamanın püf noktalarını yazan bir kitapla ve eşten dosttan aldıkları birkaç tavsiyeyle çıktıkları bu yolda, her seferinde hezimete uğradıklarını söylememiz sizin hiç de şaşırtıcı olmaz herhalde! Öyle kitapla, nasihatle balık tutulur mu hiç!

Tecrübe gerekir, tecrübe... Ne olursa olsun, bu işe en çok sevinenler ise kuşkusuz oltadaki yemlerin tadına bir türlü doymak bilmeyen kurnaz balıklar oluyor.

Yine bir av günü, kasaba merkezinden epeyce uzaktaki bir köşede yer alan Taş İskele'de, balıkların peşine düşen dostlarımızın karşısına birkaç gizemli adam çıkıveriyor. Üç arkadaş, adamların asıl niyetlerini tam olarak kestiremeseler de, rahatsızlık duyuyorlar bu anlamsız karşılaşmalardan.

Balık yakalayamamanın getirdiği buruklupa bir de bu adamların yarattığı gerilim dolu münakaşanın yansımaları eklenince işler bir anda sarpa sarıyor. Serap, Erkan ve Tuğrul'un karşısına çıkan bu garip adamlar kim olabilir dersiniz? Peki, denizden yüzerek gelen gizemli bir kadının bu adamları nereden tanıdığı hakkında fikri olan var mı aranızda?

Denizdeki balıkların bile gülerek izledikleri tesadüflerle dolu ilginç bir oyuna hazır olun!

4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün...

Komünist rejim baskısının hüküm sürdüğü 1980'lerin Romanya'sında küçük bir kasaba… Olayın kahramanları ise son komünist lider Çavuşesku'nun döneminde, illegal yollardan kürtaj gerçeğiyle yüzyüze gelen Otilia ve Gabita isimli iki üniversite öğrencisi…
Her ne kadar filmin hikayesi bize bir ülkenin karanlık dönemlerinden genel bir tükenişin portresini çiziyor gibi gözükse de aslında bu tükeniş içerisinde ayakta kalmaya çalışan iki genç kızın, özellikle de Otilia'nın yaşadıklarına ortak ediyor.
Romanya'da yaşanan komünizmin son yıllarında hamile kalan Gabita, yakın arkadaşı konumunda bulunan Otilia'dan yasadışı yollardan olacağı kürtaj konusunda kendisine yardımcı olmasını ister. Otilia'nın olaya olumlu yaklaşmasıyla birlikte büyük bir koşuşturmaca ve korkulu bir macera start almış olur.

İlk aşamada hemen herşey kolay ve yolunda gibi gözükmüş olsa da, zorlukların devreye girmesi otel odasının kiralanmasıyla birlikte başlar. Soğuk ve diktatör resepsiyon görevlilerinin şüpheli bakışları ve ayaküstü yaptıkları sorgulamalardan bir şekilde nasibini alan Otilia, renginin anlaşılmadığı yalanlar eşliğinde odayı fiyatına bakmaksızın kiralamayı başarır ancak kendisine düşen görev elbette ki yalnızca bununla sınırlı kalmaz.
Otilia'nın kiraladığı otel odasından sonraki ikinci durağı ise kürtaj olayını gerçekleştirecek Bay Bebe ile iletişime geçmek şeklinde olur. Duyarsız, soğuk ve ucuzluğu tamamen gerçekçi boyutlarda işlenen Bay Bebe, iki yakın arkadaşın başına çok geçmeden psikopat kesilerek ahlaki boyutlarda söylemlerde bulunmaya çalışır, ancak yapacağı işten alacağı paranın bedelini daha önceki yalanlardan yola çıkarak yükseltmeyi de ihmal etmez.
Tabii böylesi bir macerada faturayı sırtlanan ise, bütün film boyunca oradan oraya, ürkek bir koşuşturmaca içerisinde olan Otilia olur.

Meselenin gerçek muhatabı olmasına karşın özgüveni az kişiliğiyle türlü yalanlara sığınmaya çalışarak üzerindeki yükü taşımaktan kaçınan Gabita'ya karşı fedakarlığın her türlüsünü endişe dolu gözlerle sorunsuz bir şekilde yerine getirmeye çalışan Otilia, kısa sürede dönemin yarattığı sistemin acısını hem ruhunda hem de bedeninde hisseden kişi konumunda olup çıkar.

Her ne kadar filmin ilk yarım saatinde olay döngüsü pek idrak edilemese de otel sahneleriyle birlikte olayın gerçek yüzü yönetmenin yaptığı usta manevralarla birlikte gün yüzüne çıkmış oluyor.

Başrollerinde Anamaria Marinca ve Laura Vasiliu'nun bulunduğu, komünist rejimin ve Çavuşesku iktidarının son yıllarında geçen “4 Ay 3 Hafta 2 Gün”, Cristian Mungiu'nun ikinci uzun metrajı niteliğinde.

4 Ay 3 Hafta 2 Gün filmiyle Altın Palmiye kazanan Romanya sineması, insanın değersizliği ve bireyin bencilliğini Mungiu'nun mükemmel performansıyla gözler önüne sererken, Romanya sinemasının da Rönesans devrini yaşadığını bir kez daha izleyicilere göstermiş oluyor.

PS: Hükümet yetkilileri tarafından kürtaj konusunda akıl almaz açıklamaların yapılıp, yasaklanmaya çalışıldığı şu günlerde 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün filmini birçok insanın izlemesi gerektiğini düşünüyorum. Büyük bir yanlışa  sebebiyet vermemek için izleyin ve etrafınızdaki insanlara izletin derim.

Yeni Kitap Çekilişimize Buyurmaz mısınız?

Az önce tanıtım yazısını yazdığım Bırak Dağınık Kalsın isimli kitabı eminim ki birçoğunuz merak etmiştir. Özellikle merak edenler için güzel bir haber vermek istiyorum. Ah bu kitabı mutlaka ben okumalıyım diyorsanız eğer yapmanız gereken şeyler basit...

Öncelikle Carpediem Kitap'ı sosyal medya'da http://www.facebook.com/carpediemkitap takip ediyorsunuz.

Ardından blogu hala takibe almadıysanız takibe alıp adınızı, soyadınızı ve size ulaşabileceğim bir e-mail adresinizi yorumunuzla birlikte bırakıyorsunuz. Tüm yapmanız gerekenler bunlardan ibaret.

Şanslı 1 kişinin kitaplığına gönderilecek bu güzel öykü kitabı için son katılım tarihi 9 Haziran Cumartesi saat 20.00'ye kadardır. Katılacak olan arkadaşlara şimdiden bol şans :)

Bırak Dağınık Kalsın...

Bırak Dağınık Kalsın diyor yazar Seda Şener. Çokta doğru söylüyor hani. Birşeyleri toparlamaya çalıştıkça kalıpların içine gireriz ya çoğu zaman kimbilir belki de doğrusu yazarın da dediği gibidir.

Bırak dağınık kalsın! Düşünme, irdeleme, kasma... Sadece rahat ol ve anı yaşa! Seda Şener adını daha önce duymuş muydunuz bilemiyorum ama benim yazarla tanışmam açıkçası Bırak Dağınık Kalsın isimli öykü kitabıyla gerçekleşti.

Daha 26 yaşında olmuş olmasına rağmen hayatın acı - tatlı, hüzünlü - mutlu yönlerini çok güzel ve akıcı bir şekilde dile getirmiş, yazar. Okurken sıkılmıyor, sıkılmadığınız gibi sayfaları hızla açmak istiyorsunuz.

Kitap, sizi o denli sarıyor ki, nasıl bittiğini anlamıyorsunuz bile. Kitabı okuyup, bitirdiğim bir saatlik dilim içerisinde, her bir öyküsünde doğrusu kendimden birşeyler aradım. Kah buldum, kah bulamadım. Ama en çok yazarın Dostoyevski hayranlığına vuruldum. 

Yazar, "Kitaplarda yazmayan şeyler vardır hayatta. Hayatta olmayan şeyler de kitaplarda... İşyerindeki asık suratların altında uyuyan canavarı, Dostoyevski olmasa bir türlü anlamazdınız. Belki sezerdiniz ama anlamazdınız." demiş satırlarının bir köşesinde. Eh, çokta doğru söylemiş hani, doğru söze ne hacet değil mi ama...

Bırak Dağınık Kalsın
Seda Şener