Adam Dediğin Benim Gibi Olur...

20:51 ebru altin 1 Comments

Ben Dünyanın En Akıllı İnsanıyım diyen Erdal Demirkıran ismini duymayan kalmamıştır herhalde. Kimimiz belki sırf merakımızdan dolayı alıp okumuş, kimimizde eminim ciddiye dahi almamıştır. Dolayısıyla da okuma gereği duymamıştır.

Açıkçası Erdal Demirkıran'a ait birçok kitap Kashna Kitap Ağacı'ndan sevgili Cem bey aracılığıyla geçtiğimiz aylarda bana gönderilmişti. Hem de yazarın imzasıyla birlikte.

Adam Dediğin Benim Gibi Olur... Evet, sıra işte bu kitaba gelmişti. Adam Dediğin Benim Gibi Olur... Yazar 13 bölümde toparladığı kitabında ne anlatıyordu peki, gelin birlikte göz atalım...

Öncelikle kitabın arka kapağına göz attığımızda şu satırlarla karşılaşırız...

"Herkesin kendine göre bir dağı vardır ve herkes kendi dağında yaşar mevsimleri. Senin güneşin yakmaz beni, benim kışımla da sen asla zatürre olmazsın.

Şimdi çık kendi dağına, ayakkabılarını çıkar ve koş... Doludizgin koş! Arkana bile bakma koşarken... Bakma, çünkü arkanda hiçkimse yok! O dağ sadece senin. Ayağını basmadığın hiçbir yer kalmasın. Her yerini ezbere bil bu dağın. Yeni ağaçlar dik dağına. Ağaçlarla yeşile boya.

Gururla dolaş. Adımların hep büyük olsun. Büyük yaşa! Hiçbir zaman korkutmasın ölüm seni ve daima emin ol, sen ölmeden kimse gelmeyecek senin dağına. Ölünce gelecekler ve "Burada koca yürekli bir dağcı yaşardı." diye yazacaklar senin zirvelerine ama bu senin umrunda bile olmayacak. Sen zaten senelerce koca bir dağcı olduğunu bilerek yaşamıştın."

Bu cümleler sizler de nasıl etkileşim yarattı bilemiyorum ama yazar çokta doğru bir yere parmak basmış doğrusu. Katılmamak imkansız. Ne dersiniz?

Bir solukta okuduğum kitaplardan birisi olan Adam Dediğin Benim Gibi Olur, kişisel gelişiminizde size yol göstermeye ve kendi farkındalıklarınıza varmanıza ne yalan söyleyeyim yardım etmeye devam ediyor. Kashna Felsefesi hakkında fikir sahibi olmak veya böylesi iddialı başlıkların sahibi olan yazarın kitaplarıyla tanışmayı düşünüyorsanız eğer tavsiye edebileceğim kitaplardan birisi olduğunu belirtmek isterim. Sonrasında okumak veya okumamak size kalmış :)








1 yorum :

Masallara İnanır mısınız?

12:14 ebru altin 0 Comments

Cevabınız olumlu veya olumsuz olsun, usta bir masalcının elinden çıkmış masal öğeleri ve mesajlarıyla bezeli bir roman okumak bu soruya vereceğiniz yanıtı her an değiştirebilir.

Yüzden fazla eseriyle çocuk ve gençlik edebiyatına adını altın harflerle yazdıran Aytül Akal'dan hayalin korkuyla yüzleştiği sıradışı bir gençlik romanı: Kırmızı Arabanın Hayaleti...

Kırmızı Arabanın Hayaleti; Aytül Akal edebiyatının en cesur, en özgün ve en uç kitabı. Masal külliyatını taçlandıran emsalsiz bi cevher, bir zirve...

Gizemli bir köşk, sürekli suret değiştiren kimliği belirsiz bir ev sahibi, iki delikanlı, iki kız, bir kedi, bir köpek, bir tavşan, bir kuş, yerine getirilmeyi bekleyen dört ayrı vasiyet ve tüm bunlara şahit olan üstü açık kırmızı bir Cabrio...

Ruhları tedirgin eden bu gençlik masalı, hiçbir gencin kayıtsız kalamayacağı muhteşem vaatlerle dolu bir iş ilanının yayımlanması ile başlıyor. Kısa yoldan hızlı bir şekilde kolayca hedefe ulaşmak için tek yapmak gereken ise üç aylık bir süre zarfında gizemli köşkten işverenin verdiği görevi tamamlamak...

Türkiye'nin bir ucundan diğerine uzanan dört ayrı yolculuk ve dört sıradışı görev... Her biri türlü tehlikeler ve anlam verilemeyen karşılaşmalarla dolu dört değişik serüven. Bilinmeyene doğru gitmenin getirdiği ürkütücü ve tedirgin edici hislerin kişisel hırslarla birleşerek oluşturduğu ruhsal hezeyanlar, okurları derinden tesir etmeye yetiyor da artıyor bile. Özellikle birinci bölümün sonunda kanınızın çekildiğini hissetmeniz işten bile değil...

Aytül Akal, bu romanıyla, masalların her zaman mutlu sonla bitmeyebileceğini hatırlatıyor okurlarına. Oysa gerçek, masalların bize anlattığı kadar kolay ve anlaşılır: İyilik eden iyilik bulur. Yeter ki deneyin...

Korkularınızla yüzleşeceğiniz esrarengiz bir yolculuğa çıkmak istiyorsanız eğer tek yapmanız gereken üstü açık bu kırmızı arabayı takip etmek... Hepsi bu kadar :))

0 yorum :

Ahmet Ümit Son Kitabını Sizin İçin İmzalasın İster misiniz?

18:54 ebru altin 22 Comments

Bir kitap çekilişini daha geride bıraktığımıza göre bundan sonrasındaki sürpriz çekilişlere göz atabiliriz demektir. Bu sefer ki çekilişimiz biraz spontane gelişecek olmakla birlikte içinde de güzel bir sürprizi barındırmış olacak bilginiz olsun arkadaşlar...

İçimizdeki birçok kişinin Türk polisiye yazarlarından birisi olan Ahmet Ümit'in en az bir tane kitabını alıp okuduğundan eminim.

Kimbilir belki hala okumayanlarımızda vardır. Şu ana kadar yazarın kitaplarından birisini okumuş olun veya olmayın bu sefer ki çekilişimiz Ahmet Ümit'in son kitabı Sultanı Öldürmek için olacak, benden söylemesi :))

Gönül kitabın çıktığı Everest Yayınları'ndan destek görmek isterdi tabii ki ama onlardan ses seda çıkmıyorsa eğer ben de kendim organize ederim, sorun yok...

Şimdi sizden istediğim şey şu... Kitabın adınıza imzalanmış olarak gönderilmesine ne dersiniz? Evetttt diyorsanız eğer yapacaklarınız çok basit...

Öncelikle hala blogu izlemeye almadıysanız eğer ilk etapta blogu izlemeye alıyorsunuz.

Ardından kendi sayfanızda duyurusunu yapıyorsunuz. (Facebook, twitter'da duyurusunu yapın tarzında bir beklentim yok, tamamen sizin keyfinize kalmış.)

Ve adınıza imzalanabilmesi için mutlaka yorumlarınıza adınızı not düşmeyi unutmuyorsunuz. Yorumlarınızı bırakmışken sizinle iletişim kurabilmem adına mail adreslerinizi de yazarsanız çok iyi olur doğrusu...

Tüm bu detayları 11 Mayıs Cuma saat 23.30'a kadar yerine getirip, sonrasında da beklemeye başlıyorsunuz. Random aracılığıyla yapacağım çekilişte kazanacak şanslı kişi için 12 Mayıs'taki kitap fuarındaki standda yapılacak imza törenine bizzat gidip, kitabını kendisi için imzalatacağım.

Ehh sonrası malum. Sonrasında da kitabı şanslı kişiye ulaştıracağım. Hepsi bu kadar! Yanlız kitabı kendim alacağım için kargo parası bu seferlik alıcıya ait olacak, bilginiz olsun...

Şimdi cevabınız nedir? Çekilişe var mısınız yok musunuz :)) Varız diyorsanız eğer katılacak olan herkese şimdiden bol şans... :))

Sultanı Öldürmek - Tanıtım Filmi from Köpekbalığı Çalışıyor on Vimeo.

22 yorum :

Günün Şanslı Kişisi...

18:16 ebru altin 2 Comments

Ve beklenen gün gelip çattı.
Haftalar öncesinde blog üzerinden duyurusunu yapmış olduğum 2 adet Erdal Demirkıran'a ait kitapların yeni sahibi yapmış olduğum çekiliş doğrultusunda belli oldu.
Çekiliş esnasında gönül 1. noter'i de aramızda görmek isterdi ama nerdee...
İş başa düşünce günün talihli kişisi de İlyas HIZLI oldu. Kendisine şimdiden kitaplarını iyi günde okumasını dilerim...

2 yorum :

Bayramımız Kutlu Olsun...

23:11 ebru altin 1 Comments

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun. Cumhuriyetimizi seviyor ve sahip çıkıyoruz...

1 yorum :

Düşler Bahçesi: Hayvanat Bahçesinde Yaşamaya Var mısınız?

23:03 ebru altin 0 Comments

Sevdiğiniz kişinin hiç beklemediğiniz bir anda elinizden uçup gittiğini düşündüğünüzde nasıl bir ruh hali bünyenizde var oluyor, hiç düşündünüz mü? Doğrusunu söylemek gerekirse eğer insan bu tip şeyleri düşünmek pek istemez. Hele de sevdiği hayatta, yanındayken... Sevdiği kişidir ne de olsa, üzerine konduramaz, kabul edemez.

Ama ne var ki ölüm zamanı gelip çattığında kabul edemediğiniz o anla ister istemez karşı karşıya kalırsınız. Yıkılırsınız, kimbilir belki de nefes alamadığınızı düşünürsünüz ama ne var ki acı gerçek, hayat bir şekilde onunla veya onsuz da olsa iyisiyle kötüsüyle devam ediyordur. Ve size de bu noktada yeni bir başlangıç yapıp, hayatınıza kaldığınız yerden devam etmek düşüyordur. Ne de olsa sizin bu hayatta görevleriniz daha bitmemiştir... Hele de arkanızda sevdiğinizden emanet birileri kaldıysa...

Benjamin Mee'nin gerçek hayat hikayesinden, önce romana ardından da beyazperdeye uyarlanan filmde, Devon'daki 200 egzotik hayvanı barındıran Dartmoor Wildlife Park'a gerçek hayatta sahip olan İngiliz yazarın gerçek öyküsü anlatılır.
Tabii ki bir farkla... İngiltere'de hali hazırda var olan bu hikayenin Amerika'daki platolara taşınması suretiyle tamamen Hollywoodvari bir yapımın ortaya çıkarılmış versiyonu olarak...

Eşini kaybettikten sonra iki çocuğunu yalnız büyütmeye çalışan Benjamin hep beraber yaşadıkları kentten uzakta, doğayla başbaşa olabilecekleri yeni bir eve taşınmak ve yeni bir başlangıç yapmak ister. Fakat o da ne? Taşınmak için seçtikleri ev aslında bir hayvanat bahçesidir.

O halde Benjamin Mee'nin yeni evi ve hayvanat bahçesine hoşgeldiniz! Tehlikeli konuları haberleştiren Benjamin Mee, aksiyonu seven bir gazetecidir ama eşinin ölümünden sonra biri 14 diğeri ise 7 yaşında iki tane çocuğunun sorumluluğuyla bir başına kalmıştır. 

Oğlunun okuldan uzaklaştırılması üzerine küçük kızı Rosie ile birlikte yeni bir başlangıç yapıp, geçmişin kimi hatıralarını geride bırakmak için yeni bir ev arayışına başlarlar.
Buldukları bu hayvanat bahçesini de içinde barındıran ev ile birlikteyse yepyeni bir başlangıca merhaba derler. Hem de ne merhaba...

Küçük kız en başından beri bu evi sevse de, sorunlu bir süreç geçiren ve bunu çizdiği resimlerle dışavuran Dylan için durum hiçte göründüğü kadar kolay olmaz.

Kaldı ki iki çocuğun isteklerinin dışında ilkbahardaki açılış gününe kadar hayvanat bahçesinde de yapılması gereken bir sürü iş vardır. Nitekim bu iş, acemi hayvanat bahçesi sahipleri için göründüğü kadar da kolay olmayacaktır. Az paraları kalmıştır ve park kaçmaya meyilli kaplanlar, aslanlar ve daha birçok tür hayvanlarla doludur.

Başrollerini Matt Damon ve Scarlet Johansson'ın paylaştığı filmin senaryosu We Bought a Zoo adlı gerçek hayat hikayesini anlattığı romandan uyarlanırken, filmin yönetmenlik koltuğuna oturan Cameron Crowe'un diğer filmlerinde elde ettiği başarıyı bunda pek yakalayamadığını da açıkça söylemek isterim.

Bu filmde her ne kadar Damon ve Johansson'ı birbirine yakıştıramasam da, yine de çocuklarla birlikte keyifle seyredilebilecek nitelikte bir çalışma olduğu da yadsınamaz gerçeklerden birisi niteliğinde. Eğer ki sizde sıcacık, masalsı bir Hollywood yapımı bu filme evet diyorsanız şimdiden tadını çıkarmaya bakın derim, hepinize iyi seyirler :))

0 yorum :

Tiyatrolar Perdelerini Çocuklar İçin Açıyor...

12:00 ebru altin 0 Comments

Bu yıl 18.si düzenlenecek olan 23 Nisan Tiyatro Şenliği çerçevesinde 12 ilde perdeler çocuklar için açılıyor. Çocukların fiziksel, zihinsel ve ruhsal gelişimlerini destekleyecek pek çok proje ve aktivitede yer alan Migros Grubu, Türkiye'nin batısından doğusuna pek çok ilde çocuklara ücretsiz tiyatro izleme olanağı sunuyor.

İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana, Trabzon, Diyarbakır, Antalya, Erzurum, Sivas, Konya ve Van illerindeki Migros mağazalarını ziyaret eden herkes, alışveriş yapma şartı aranmadan kasalardan rezervasyon fişi alabiliyor ve ardından Devlet Tiyatrosu gişelerini ziyaret ederek ücretsiz bilet edinebiliyor.

Devlet Tiyatroları'nın bu illerde sahnelediği oyunları izlemek isteyenler, en yakın Migros mağazasına uğrayarak rezervasyon fişlerini aldıktan sonra biletlerini Devlet Tiyatroları gişelerinden temin edebiliyor.

Ücretsiz rezervasyon fişlerini bu illerdeki Migros Mağazaları'ndan alarak Devlet Tiyatroları gişelerinden bilete çeviren çocuklar, bayram sevinci ve tiyatro heyecanını aynı anda yaşıyor ve yepyeni dünyalarla tanışma fırsatı yakalıyorlar.

Kaynak: Hürriyet Gazetesi

0 yorum :

Küçük Hanımlar Küçük Beyler Uluslararası Çocuk Tiyatroları Festivali'ni Kaçırmayın!

14:21 ebru altin 1 Comments

Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı haftası dolayısıyla 4. Küçük Hanımlar, Küçük Beyler Uluslararası Çocuk Tiyatroları Festivali'nde 30 bin çocuğa, ücretsiz tiyatro izletecek.

Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları kapsamında 23 - 30 Nisan tarihleri arasında, 11 bölgedeki 13 sahnesinde ve sürekli turne sahnesi Gaziantep'te sahneleyeceği 15 çocuk oyununu, 7 bin 141 çocuğa ücretsiz olarak temsil edecek.

Ayrıca, 25 - 30 Nisan tarihleri arasında Ankara'da düzenleyeceği "4. Küçük Hanımlar Küçük Beyler Uluslararası Çocuk Tiyatroları Festivali"nde sahneleyeceği oyunları; 10 yabancı, 4 yerli (özel tiyatro) ve Devlet Tiyatroları'nın 5 farklı bölgesinde, 22 değişik çocuk oyununu 18 bin çocuğa ücretsiz olarak izletecek.

Festival kapsamında yapılacak diğer etkinliklerle birlikte bu sayının 25 bin çocuğa ulaşması hedefleniyor. Ücretsiz tiyatro biletleri, Devlet Tiyatroları gişelerinden temin edilebilecek.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Haftası'ndaki ücretsiz temsiller işte şu şekilde...

Ankara

Keloğlan Keleşoğlan - Ankara Devlet Tiyatrosu Şinasi Sahnesi'nde
Küçük Bir Mucize - Ankara Devlet Tiyatrosu Küçük Tiyatro Sahnesi'nde

Bursa

Dans Eden Eşek - Bursa Devlet Tiyatrosu AVP Sahnesi'nde
Kara Kedi Geçti - Bursa Devlet Tiyatrosu AVP Sahnesi'nde

Van

Çirkin Prensesle Şişko Prens - Van Devlet Tiyatrosu DT Sahnesi'nde

Trabzon

Don Kişot - Trabzon Devlet Tiyatrosu Atapark Haluk Ongan Sahnesi

Sivas

Oyunun Adı Külkedisi - Sivas Devlet Tiyatrosu DT Sahnesinde

Antalya

Gül Güzeli - Antalya Devlet Tiyatrosu Haşim İşcan Sahnesi'nde

Konya

Küçük Kara Balık - Konya Devlet Tiyatrosu DT Sahnesi'nde

Gaziantep

Dans Eden Eşek - Gaziantep Devlet Tiyatrosu Turne Sahnesi Onat Kutlar Sahnesi'nde

Erzurum
Kırmızı Şapkalı Kurt - Erzurum Devlet Tiyatrosu DT Sahnesi'nde
İzmir
Yağ Yağ Yağmur - İzmir Devlet Tiyatrosu Konak Sahnesi'nde
Define Adası - İzmir Devlet Tiyatrosu Karşıya Ragıp Haykır Sahnesi'nde
Adana
Dans Eden Eşek - Adana Devlet Tiyatrosu H.Ö Sabancı Kültür Merkezi Sahnesi'nde
İstanbul
Mavi Saçlar Pembe Gözler - İstanbul Devlet Tiyatrosu Şişli Cevahir Sahnesi'nde

1 yorum :

Konak Sineması Çocuk Etkinlikleri...

12:52 ebru altin 0 Comments

Konak Sineması Çocuk Etkinlikleri, 23 Nisan'a özel ücretsiz çocuk filmi gösterimleri ile devam ediyor. Konak Sineması, 23 Nisan Pazartesi günü "Çirkin Ördek Yavrusu ve Farecik" ile "Lilly ve Sihirli Kitabı" filmlerini çocuklar için ücretsiz olarak gösterecek.

Bu muhteşem bayramda gösterilecek filmlere gelin, birlikte göz atalım...

Çirkin Ördek Yavrusu ve Farecik

Hans Christian Andersen'in dillere destan masalı Çirkin Ördek Yavrusu'nun farklı bir uyarlaması olan bu eğlenceli ve şirin mi şirin hikaye, Çirkin Ördek Yavrusu ve annesi Ratso'yu anlatıyor. Üstüne üstlük Ratso, bir baba olması gerekirken Çirkin Ördek Yavrusu için anne rolünü kabul ediyor. Dürüst olmak gerekirse Ratso, Çirkin Ördek'in ne annesi ne de babası olabilecek nitelikte. Çünkü Ratso bir fare...

Zavallı farecik Ratso'nun tek günahı Çirkin Ördek yumurtadan çıkarken onun yanında olması ve bir anda kendini ona bakmak için sorumlu hissetmesi. Ratso, kendi oğluna annelik yapamazken Çirkin Ördek'e nasıl babalık yapabilir ki? Biliyoruz, kafanız karıştı, tıpkı Ratso gibi...

Hınzır şehir fareleri çetesinden kaçıp bir dolu kümes hayvanı ile bir çiftlikte barınmaya çalışmak nasıl hissettirir acaba? Özellikle de emirleri kukladan alan bir kedi ile aynı çatıda yaşarken. Hayat kolay değil. Daha önce ördek yavrusu büyütmeye çalışmış herkes bunu söyleyebilir.

 Seanslar: 11.30 - 13.30 - 15.30 - 17.30

Lilly ve Sihirli Kitabı

Kahramanımız Lilly 10 yaşlarında, tamamı ile normal bir hayat süren kızdır. Ta ki bir gün bir büyü kitabı, koruyucusu küçük ejderha Hector ile birlikte odasında belirene kadar...

Surulanda adlı büyücü, adını ve kitabını devretmek için Lilly'yi seçmiştir. Ancak bir şartla... Lilly bu göreve layık olduğunu 99 saat içinde kanıtlamalıdır. Kitabın içindeki büyülerin açtığı gizemli bir dünya ve kitabın peşinde olan kötü büyücü Hieronymus ise Lilly'nin işini zorlaştıracaktır.

Lilly The Witch, Oscar ödüllü yönetmen Stefan Ruzowitzky'den çocuklara yönelik fantastik bir macera niteliğinde...

Seanslar: 12.00 - 14.00 - 16.00 - 18.00

0 yorum :

Açlık Oyunları: Oyun Başlasın!

11:19 ebru altin 7 Comments

Eylül 2008'de yayınlandığından bu yana 180 hafta üzerine üst üste ve The New York Times bestseller listesine girdiğinden bu yana 3 yıldır ardarda liste başı çekip, USA Today ve Publisher Weekly'nin çok satanlar listesinde kalan Açlık Oyunları, malum ülkemizde Pegasus Yayınları tarafından 2009 yılında yayınlanmış ve kısa süre içerisinde de elden ele dolaşmaya başlamıştı.

Açıkçası o dönemde bu kitabı bir arkadaşımdan okumak için almama rağmen, nedendir bilinmez bir türlü kitaba odaklanamamıştım. Dolayısıyla da hiç adetim olmamasına rağmen kitabı yarıda bırakmak durumunda kalmıştım. Durum böyle olunca film vizyona girer girmez merakıma yenik düşüp, kendimi şekilde de görüldüğü üzere Açlık Oyunları'na atıverdim. Film, bir madencinin kızının, karanlık bir geleceğinin piyon olduğu ölümcül bir TV yarışmasından duygulu, fedakar bir kahraman olmasına ve uğruna savaşması, koruması gereken ailesinden daha fazla insan olduğunu farketmesine dönüşmesini anlatıyor.
Önceleri Kuzey Amerika olarak bilinen yıkıntılarda, yıllık Açlık Oyunları başlamak üzeredir ve 16 yaşındaki yarışmacı Katniss Everdeen, korkusuz rakiplerini yenme şansı yakalamaktan ne yazık ki çok uzaktadır.

Gizli ve gizemli bir hükümet binasından yönetilen Panem ulusunun çoğu gibi Katniss'de 12 esir bölgeden birinde yaşamaktadır. Yıllarca süren kaos ve savaşın ardından insanlar haşin ve bir o kadar da yitik bir diktatörlükle bastırılır. Her yıl Hasat Günü'nde bölgeler, kurayla yada gönüllü olacak şekilde bir erkek ve kız seçerek, kendilerini temsil edecek kişiyi Capitol'ün çarpık eğlence anlayışındaki bu etkinliğe gönderirler.

Capitol, gücünü kanıtlayıp kontrol uygularken, aç halka böylece tutunacak bir umut dalı da vermiş olur. Açlık Oyunları işte bundan ibarettir. Tribute'ler olarak bilinen 24 ergen savaşçı yoğun bir gladyatör yarışının ortasına atılır ve içlerinden biri hayatta kalıncaya kadar süren yarışmalar da TV'den canlı yayınlanır.
Ve Katniss yarışmaya dahil olduğu andan itibaren artık bunun bir geri dönüşüde olmayacaktır. O gün Bölge 12'de beklenmeyen birşey olur. Katniss'in hayatı boyunca büyütüp baktığı küçük kardeşi Primrose oyunlara seçilir. Tüm cesurluğu ve özverisiyle Katniss, kardeşi yerine gönüllü olur ve kaderini sonlandırabilecek bu yarışa girer.

Katniss, bu yarıştan sağ çıkmayı başarır mı yoksa başarmaz mı bilinmez ama distopik evrenler malum hem edebiyatta hem de sinemada her zaman ilgi çekici olmayı başarmıştır. Bundan sonrasında da eminim ki bu başarı durumu tam gaz ilgi çekmeye devam edecektir.

Suzanne Collins'in çok satan kitabından Garry Ross tarafından beyazperdeye uyarlanan Açlık Oyunları, distopik filmler kategorisinde hatırı sayılır bir yer edinirken, Jennifer Lawrence'in performansı ile de sinemaseverlere açık bir şekilde adeta göz banyosu yaptırıyor.

Kitabı okumuş olun veya olmayın, maceraya ben de varım diyorsanız eğer Açlık Oyunları'nı kaçırmayın derim. Hepinize şimdiden iyi seyirler... :)

7 yorum :

Her Roman Bir İlk Sayfayla Başlar

19:56 ebru altin 0 Comments

Duyduk duymadık demeyin! 2012'nin dev kültür projesi KafeKitap.com ve ülkemizin yarınlarının kültür yaşamına çok önemli değerler kazandıracak olan Yeşil Kalem Ödülleri işbirliğinde hazırlanan Tefrika Roman Ödülleri, 1 Mayıs 2012 günü tefrika.net internet adresinde başlıyor.

Yarışmanın koşulları
  • Her yazar aynı gerçek ad veya rumuzla en çok bir tefrika ile yarışmaya katılabilir.
  • Yarışmanın süresi 3 aydır. (1 Mayıs - 1 Ağustos 2012)
  • Yarışanlar rumuzlarının yanısıra tefrika.net ile yaptıkları yazışmalarda gerçek adlarını kullanmak zorundadırlar.
  • Yarışanlar, eserlerini göndererek onların kendilerine yayın hakları bağlamında ait olduklarını, özgün bir çalışma olduklarını garanti ederler.
  • Yarışmada periyod süresi 1 - 15 gündür. Sonraki bölümün tefrika.net'e ulaşmasının gecikmesi durumunda yarışan ve eseri yayından kaldırılır.
  • Yorumcular, oyladıkları ve yorumladıkları eser ve yazarın yakını olmadıklarını garanti ederler.
  • Yarışmanın sonucu 3 ayın sonunda yorumlarla birlikte tefrika.net yayın komitesinin görüşleri sonrasında belirlenir.
  • Ödüle değer görülen eserler Kafekitap.com tarafından baskı ve elektronik kitap olarak yayınlanır.
  • Yarışanlar açık ad ve gizli rumuzlarla kendi eserlerini destekleyemez, destekletemezler. Sözkonusu durum gerçekleştiği anda yarışan diskalifiye edilir.
  • Eserlerin yayın hakları, ödül kazanıp yayınlanıncaya kadar eser sahiplerinin kontrolü ve sorumluluğundadır.
  • Tefrika.net, yarışanlarını noter kanalıyla açık ve adlarını onaylatarak eserlerini güvence altına almalarını salık verir.
  • Yarışma bitiminde, ödül kazanamayan ve övgüye değer görülen eserle tefrika.net sitesinde eser sahiplerinin izni dahilinde sonraki yarışmaya kadar yayında kalabilir.
Alklınıza takılan ger türlü sorunuz için tefrika@tefrika.net adresinden bilgi alabilirsiniz. Ben yarışmaya katılacağım, var mı başka katılan arkadaşlar :))

0 yorum :

Tembel Fare Tini Kütüphane Yolunda...

19:07 ebru altin 0 Comments

Çocuk yazınının usta kalemlerinden Ayla Çınaroğlu, çok beğenilen Tembel Fare Tini dizisinin merakla beklenen yedinci kitabı ile sevenleriyle buluşacak olmanın heyecanını yaşıyor.

Dizinin altıncı kitabı Resim Dersi'nin yayımlanmasının ardından geçen zamanda Tini hiç değişmedi. Yine aynı şirinlikte, yine aynı tembellikte hayatına devam ediyor. Mustafa Delioğlu'nun özgün çizimleriyle renk kattığı küçük faremiz, yeni macerasında miskinliğin ve unutkanlığın dozunu biraz kaçırıyor.

Günlerden bir gün, Tini sevgili arkadaşı Şini'ye birlikte Büyük Kütüphane'ye gitme sözü verir. Söz ağzından çıktığı için tutacaktır mecburen. Ama taa kütüphaneye kadar da yürümeyi gözü almaz bir türlü. Şini'nin zorlamalarıyla kütüphaneye geldiklerinde Tini'nin dili tutulur adeta...

Herhalde dünyanın bütün kitapları buraya toplanmış olmalı, diye düşünür. Binlerce kitap arasından hangisini ödünç alacağına bir türlü karar veremez. Kitaplar gözüne güzel görünür ama okuma fikri biraz yabancıdır onun için...

Şini'nin girişimleriyle resmi bol bir dinozor kitabı seçip, ayrılırlar kütüphaneden. Tini için yepyeni bir başlangıçtı o an... Yoksa Tini okumaya merak mı salacak dersiniz? Tabii bunun için öncelikle yolda kaybettiği kitabını bulması gerekiyor.

0 yorum :

Anonymous: Shakespeare Bir Sahtekar mıydı?

17:51 ebru altin 5 Comments

İngilizlerin dünya edebiyatına kattığı en önemli kişiliklerden birisi hiç şüphesiz ki William Shakespeare'dir. Dolayısıyla Shakespeare'ın adını bugüne kadar imzasını attığı birçok oyundan dolayı duymayanımız kalmamıştır herhalde. 
Bir Yaz Gecesi Rüyası, Romeo ve Julyet, Kral Lear, Macbeth ve Hamlet açıkçası aklıma ilk etapta gelen oyunlarından sadece birkaçı. Doğrusu William Shakespeare'a dair bir filmi izlemeyeli yıllar olmuştu. Bu nedenle seneler önce izlediğim Aşık Shakespeare'den sonra Anonymous gibi bir filmi izleyerek o döneme yolculuk yapmak benim için inanılmaz keyifli oldu, diyebilirim.

Filmin genel olarak insanlarda oluşturmaya çalıştığı olgu tek kelimeyle şu! Dünya edebiyatına yön veren William Shakespeare, eserlerini gerçekten de kendisi mi yazmıştı yoksa o sadece bir piyondan mı ibaretti?
Olgu her ne kadar bu gibi gözükse de bana göre filmin izleyiciye aksettirdiği olaylar silsilesinin başında devrin İngiltere'sinde yani bir nevi sarayda dönen dolaplar gelmekte...

Aslında film süreci içerisinde o günden bugüne hiç değişmeyen bir mantığa şahit olmuyor da değiliz hani... Yobaz zihniyetin sanatı günah sayması, insanların hayatlarıyla oynanması gibi durumlar açıkçası gözüme çarpan detayların en başında gelmekte. Film, her kadar Shakespeare sahtekar mıydı, değil miydi diye sorsa da değindiği konunun tamamen farklı boyutlarda olduğu da gün gibi ortada...
John Orloff'un kaleme aldığı, Roland Emmerich'in yönetmenlik koltuğuna oturduğu Anonymous, Vanessa Redgrave gibi üstün yetenekleri bünyesinde barındırmış olsa da, diğer oyunculuklar yönünden oldukça zayıf kalmakta.

Totalde 2 saat 10 dakika süren filmde şapka çıkarılacak detayların en önemlisi ise dönemin atmosferini çok başarılı bir şekilde gözler önüne sermesi...

Shakespeare bir sahtekardı veya değildi bilemiyorum ama bildiğim tek şey ortaya çıkarılan sonelerin, bir şekilde dünyaya miras olarak kaldığı ve hala adından yıllar geçmesine rağmen bahsettirdiğidir. Gerisi de ne yalan söyleyeyim teferruattan ibarettir...

Dönem filmlerine karşı özel bir ilginiz varsa Anonymous'u mutlaka izleyin derim, benden söylemesi...  

5 yorum :

İstanbul Gallery Map Açıldı...

09:41 ebru altin 0 Comments

İstanbul Gallery Map adlı websitesi İstanbul'daki galerileri ve ev sahipliği yaptıkları sergileri tek bir platformda toplayarak oluşturduğu sanat haritasını kullanıma açtı.

Kısa adıyla IGM, Tophane & Beyoğlu ve Nişantaşı & Maçka düzlemindeki iki ayrı bölgede, güncel sergileri ve sanat galerilerini listeleyerek sanatseverlerin bu bilgilere kolayca ulaşmasına yardımcı olacak.

Hem İngilizce hem de Türkçe olan bu websitenin amacı; çağdaş sanat konusunda hem ulusal hem de uluslararası bir farkındalık yaratmak. Sitedeki haber ve eleştiri sayfalarından ise New York, Londra ve İstanbul'daki sanat haberleri ve yorumları da ayrıca takip edilebilecek.

Sanatseverler için http://www.istanbulgallerymap.com/ elinizin altındaki büyük bir kaynak olacak...

0 yorum :

İskender

21:55 ebru altin 8 Comments

Türk edebiyat tarihinde en kısa sürede, en çok satan edebi eserin yazarı kimdir diye sorsam, herhalde büyük bir çoğunluk Elif Şafak'ın ismini söyleyecektir. Doğrusunu söylemem gerekirse eğer Elif Şafak ile ilk tanışmam, bir solukta okuyup, bitirdiğim "Aşk" kitabıyla birlikte olmuştu.

"Aşk" ile birlikte Elif Şafak'ı tanımıştım tanımasına ama gerisini ne yazık ki getirememiştim. Ta ki geçtiğimiz gün okumaya başlayıp, nasıl bittiğini dahi anlamadığım ve tadı damağımda kalan "İskender" isimli kitabına kadar...

"Şu hayatta insan en çok sevdiklerini acıtır. En derin yaralar ailede açılır. Kabuk tutsa bile kanar hikaye adeta içten içe, diyordu yazar kitabın bir yerinde..."

1970'lerde Anadolu'dan Londra'ya göçmüş, Toprak ailesinin hüzünlü, heyecanlı ve bir o kadar da umut dolu hikayesi üzerine kuruludur aslında İskender...

Adem, askerdeyken tanıdığı Pembe ile evlenip önce İstanbul'a gelir ve yaşam şartlarının ağırlığı altında ezilerek daha iyi gelecek uğruna, 70'li yılların sonlarına doğru Londra'ya göçerler. Üç çocukları olur: İskender, Esma ve Yunus...

Roman boyunca Toprak ailesinin göç yollarını takip ederken, insanın en yakınındakilerle nasıl uzak düşebildiğini, gurbeti içinde taşıyabildiğini ve geçmişin burukluklarının bir gölge gibi bizi takip ettiğini gözlemleriz.

Pembe, canından çok sevdiği ikiz kardeşi Cemile'yi ve alıştığı herşeyi geride bırakarak göç eder eşi Adem ile. Ne var ki kimsenin bilmediği karanlık bir sır saklıdır bu evlilikte.

En nihayetinde Pembe'nin hikayesine yolculuk, göçmenlik, yalnızlık ve yasak bir sevda siniverir. İkizlerin iki bedende ikamet eden tek ruh olduğu söylenir.

Oysa onlar bundan da ötedir... Biri yaralandı mı öteki kanar, biri gözünü kapamaya görsün diğeri kör olur. Her konuda aynı olmalarına karşın aralarında hayati bir fark da vardır bu ikiz kardeşin...

Pembe, Fırat Nehri'nin ötesindeki dünyayı merak eder. Başkalarının onun hakkında ne düşündüğüne aldırmadan yüreğinin peşinden gider. Cemile ise köyünde kalır...

Bir şekilde hayat ikizlerin yollarını ayırsa, Cemile ve Pembe'nin aralarına kilometreler girse de, hep birlikte atar yürekleri... Ta ki bir cinayet onları ayırana kalar.







8 yorum :

Alman Kültür Merkezi'nde Her Perşembe Mayıs Filmleri Seyretmeye Ne dersiniz?

18:44 ebru altin 0 Comments

Goethe Institut Istanbul (Alman Kültür Merkezi), Perşembe Filmleri başlığı altında düzenlediği film gösterimlerini Mayıs ayında da sürdürüyor. Merkezde her Perşembe saat 19:00’da son üç yılda çekilmiş yeni Alman filmlerinden bir seçki sunmaya devam ediliyor. İlgilenenler için işte Mayıs ayı programı...

Pianomania / 03.05.2012 Saat: 19.00

"Sen nefes almıyor" Piyanist Pierre - Laurent Aimard duygularını çaresizce bu sözlerle ifade ediyor. Steinway & Sons'ın şef akortçusu Stefan Knüpfer'in sürekli duyduğu, tipik cümle bu. Çünkü her piyanonun kendi kişiliği var, her parça kendine uygun renkte bir tını istiyor, her yorum da kendine özgü bir coşkuya sahip.

Pianomania müzik aşkıyla, mükemmellikte, birazcık da delilikle ilgili bir film... Stefan Knüpfer'i müzik dünyasının Pierre - Laurent Aimard, Lang Lang ve Alfred Brendel gibi yıldızlarıyla yaptığı çalışmalar sırasında izlerlerken, izleyiciyi seslerin sırlarla dolu dünyasına doğru sıradışı ve esprili bir yolculuğa çıkarıyor.


Votka ile Viski / 10.05.2012 Saat: 19.00

Bilhassa kadınlar tarafından çok sevilen ve artık yaşlanmakta olan oyuncu Otto Kullberg, ilgi odağında olmayı seven, kesinlikle çekingen olmayan, yaşamaktan zevk alan biridir. Yine çok içtiği bir anda yeni filminin bir çekim gününü berbat eder.

Otto'nun çekimleri bitiremeyebileceği korkusuyla onun yerine yedek bir oyuncu ayarlanır. Çok daha genç olan Arno ile tüm sahneler ikinci kez çekilir. Otto sadece filmdeki rolü için savaşmak ve yeni oyuncu ile bir düelloya girmek zorunda kalmaz. Aynı zamanda gerçek yaşamında da bazı şeyler harekete geçer.


Kinshasa Symhony / 17.05.2012 Saat: 19.00

Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nin başkenti Kinshasa'daki "Orchestre Symphonique Kimbanguiste"nin müzisyenleri, kendilerini dünyanın tek siyah senfoni orkestrası olarak nitelendiriyor. Hepsi birer amatör, gün boyu hayatlarını kazanmak için yaptıkları işlerinde çalıştıktan sonra, akşamları provalar için buluşuyorlar.

Sonunda da Kinshasa'da müthiş bir konser veriyorlar. Kinshasa Symphony, herşeyden önce büyüleyici bir kendini adama öyküsü. Film, sondaki konserden önce yapılan çok sayıda provayı izliyor, uzun ve zahmetli bir süreci görünür ve duyulur kılıyor. Bir yandan da kahramanların sorunlarını, gündelik hayatlarındaki ve müzik projelerini gerçekleştirirken yaşadıkları güçlükleri yansıtıyor.

Plug Pray / 24.05.2012 Saat:19.00

İnsan, etten ve kemikten bir makina mıdır? Plug Pray, yapay zeka araştırma merkezlerinin kapısını aralıyor ve bilgisayar teknolojisi, robotlar, biyoloji, nörobilim ve gelişme psikolojisinin birbirine geçtiği bir dünyanın içine dalıyor.

Bu dünyada bugünden mümkün olanlar etkileyici, yapamadıkları ve beceremedikleri de insanı eğlendiriyor. Nereye varmak istenildiği konusu ise soru işaretleriye dolu. Nereye kadar gitmek istiyoruz? Ne zaman sınırları aşmış oluruz? Eğer sınırları aşarsak, bizi kim durduracak? İlerleme ve gelişmeye karşı sınırsız bir inancın hakim olduğu bu zamanda bu soruları soran ve bizi uyaran kişi, bir zamanlar bilgisayar çağının öncüsü olarak anılan, Joseph Weizenbaum'dan başkası değil.

Not: Tüm filmler Almanca olup, Türkçe altyazılı olarak gösterilecektir. Giriş serbesttir...



0 yorum :

Çöp Plaza

17:26 ebru altin 0 Comments

Farklı edebi türlerde pek çok eser veren ödüllü yazar Miyase Sertbarut’tan, gerçeğin hayalle kol kola yürüdüğü, hüzünlü ama umut dolu bir yoksulluk serenadı: Çöp Plaza...

Miyase Sertbarut, yaklaşık bir buçuk yıl kadar üzerinde çalıştığı bu kitabında, daha önce hiçbir yazarın kâğıda dökmeye cesaret edemediği tehlikeli ve pis kokulu sulara doğru götürüyor kalemini. Çöp Plaza, birbirinden apayrı iki dünyanın resmini çiziyor okurlarına.

Bir yanda kentli seçkinlerin yaşadığı, kuşların, böceklerin bile ziyaret edemediği, daima steril ve korunaklı Elit City, öteki yanda zenginlerin çöplerini toplayarak günlük ekmeklerinin peşinde koşan insanların yaşam savaşı verdiği Gülova Mahallesi. En tepedekiler ve en aşağıdakiler… Birbirlerine yakın bölgelerde yaşam sürmelerine rağmen birbirlerinin hayatlarına teğet geçen insan manzaraları…

Çocuklarını her türlü tehlikeden koruyarak yapay fanuslar içinde büyüten Elit City sakinlerinin çocuklarının sağlıkları büyük tehdit altındadır. Bağışıklık sistemleri çökmeye başlayan çocuklar yüksek yaşam standartlarına rağmen bitkin ve hastadır.

Bunun üstesinden gelebilmek içinse tek bir çare vardır: Kan nakli. Peki ama kimlerin kanı bu hastalıklı çocukların derdine deva olacaktır? Elit City başhekimi ve çocuk kliniği şefinin yaptıkları adice bir planla gereken tedavi yöntemi bulunur. Çözüm iki kilometre yakınlarındaki Gülova Mahallesi’nde saklıdır ve bu tedaviyi uygulayabilmek için mahalle çocuklarının yardımına ihtiyaç vardır.

Yiyecek yemeklerini bile çöpten çıkaran bir mahalle halkının çocuklarıyla böylesi bir tedavi yönteminin nasıl bir ilişkisi olabilir? Yasa dışı yollarla başlatılan bu tedavi ne şartlarda uygulanacaktır? Söz konusu tedavinin Gülova çocukları üzerindeki yan etkileri araştırılmış mıdır?..

Gerçeğin hayalle, insanlığın kötülükle mücadelesini gözler önüne seren Çöp Plaza, iki ayrı insan topluluğu arasındaki değişiklikler üzerine farkındalık kazanmamıza önayak olarak, hayati bir soru üzerinde de düşünmemizi amaçlıyor: “Herkes beladan kaçarsa, bela büyümez mi hiç?”

Yazar, kitabını ütopik bir finalle mutlu bir şekilde sonlandırmaya gayret etse de, gerçek peşini bırakmıyor ve hayatın acımasızlığı hakikati kulaklarına haykırarak düşlerinde kurduğu imkânsız bir yaşamın aslında var olamayacağını hatırlatıyor.

Yine de yaşam oldukça ümit vardır. İleride bir zamanda, nice Fıratlar ve Berkler ellerinde renkli çerçeveli büyüteçleriyle bir yerlerde buluşabilirler. Kim bilir belki…

0 yorum :

Rüya Körü

16:51 ebru altin 0 Comments

"Geleceği hatırlıyorum" sözünü söylediğinde gülümsüyordu. Fakat düşündükçe yüzündeki gülümseme kayboldu. Gelecekte olacağını bildiği bu olayın rüyasını yıllar önce görmüştü ve bu hesapla dünü henüz yaşamamıştı. "Ben yokum" dedi, "ben bir hayal olmalıyım"

Arka kapakta yazan bu sözler beni can evimden vurmuştu işte. Hiç aklımda yokken tek kelimeyle isminin büyüsüne kapılarak aldığım kitaplardan birisine yeni eklenenlerdendi Rüya Körü...

Açıkçası kurgusu itibariyle son zamanlarda okuduğum başarılı kitaplardan birisiydi Gürsel Korat'ın kaleminden çıkan bu eser... Malum böylesi başarılı bir romanı bir solukta okudum dememe gerek yok. Evet, bir solukta okudum okumasına ama yoğunluktan dolayı bir türlü fırsat bulup, sizlerle paylaşamadım.

İletişim Yayınları'ndan çıkan kitap, aslında bir tarihsel dönemi, sanatsal bir anlayışla ele almanın yanısıra ele aldığı tarihsel kişiliklerle de başarılı bir şekilde öne çıkıyor.

İki adam...
Biri hassas ve kırılgan aşık, azap yeleğiyle dolaşan Stefanos...
Diğeri kahkahası, tutkusu, cazibesi ve kudretiyle Andronikos...

Biri rüyalarında gelecekte yaşanacakları görür. Diğeri ise geçmişte olup bitenleri bilir. Birbirlerine yaklaştıkça güçlenen, gördükleri rüyaları daha da koyulaştıran iki adamın romanı, Rüya Körü...

Kitap, Bizans ve Selçuklu'nun, Anadolu'nun tarihine dokunan atmosferinde, hayatın en anlamsız yüzünü teşhir eden, siyasi itişmeler, babalar ve oğullar, güçlü kadınlar, kurtlar ve kuzular, velveleler, onulmaz ıstıraplar, garez ve sadakat gösterileriyle ilgili bir süreç ve iktidar savaşına hoşgeldiniz demeyide ihmal etmiyor.

Tarihsel süreci tamamen kurgusal boyutta okuyup, keyfini çıkartmayı düşünürseniz Rüya Körü, elinizden düşürmeden okuyacağınız çalışmalardan birisi niteliğinde, benden söylemesi. Şimdiden tadını çıkartın derim...

0 yorum :