Ejderha Dövmeli Kız...
Sinemaya gidene kadar ki süre içerisinde aslında aklımda Zenne'yi izleme düşüncesi vardı. Ama neye niyet neye kısmet misali, bana uyan seansı kaçırınca mecbur kendimi David Fincher'ın yönetmenliğini yaptığı Ejderha Dövmeli Kız isimli filmde buldum.Malum Ejderha Dövmeli Kız, uzun bir süre herkesin elinden düşmeyen ve övgüyle bahsedilen kitaplardan birisi niteliğindeydi. Açıkçası o dönemde kitabı okumadığım için kafamda filme dair bir beklenti olmadan geçip, yerime oturdum. Reklam ve trailer geçişi sonrasında muhteşem denebilecek bir jenerikle filmimiz de açılışını gerçekleştirmiş oldu. Dediğim gibi filmin jeneriği tek kelimeyle harikaydı.
Siyah bir yağ, devamlı biçim değiştiren insan suratları ve çiçekler arka fonda çalan müzikle birleşip, aslında bir nevi birazdan izleyeceğimiz Lisbeth Salander karakterinin iç dünyası hakkında bize fikir veriyor gibi duruyordu. Yada en azından bende öyle bir etki bıraktı, bilemiyorum.
İsveç'te yayınlanan Milenyum dergisinin başarılı yazarlarından Mikael Blomkvist, Hans - Erik Wennerström adlı bir CEO hakkında hazırladığı dosyadan dolayı iddialarını kanıtlayamadığı için tazminat cezasına çarptırılır.
İsveç'in zengin endüstri patronları arasında yer alan Henrik Vanger ise çok sevdiği ve uzun zamandır kayıp olan yeğeni Harriet'in ortadan kaybolmasının ardındaki gerçeği aydınlatması için gazeteci Blomkvist'i görevlendirir.
Normal şartlarda asılsız iddiadan dolayı başı dertte olan gazeteci, yeğeninin ölümünden muhtemelen sorumlu olan ailenin malikanesine doğru, kar buz demeden yola çıkar. Bu sırada Milton Güvenlik adına çalışan sıradışı hacker Lisbeth Salander'da Blomkvist'in geçmişini araştırmakla görevlendirilir.
Ve tabii ki olmazsa olmaz mutlak son biranda gerçekleşir ve bu ikilinin yolları bizi pek de şaşırtmadan kesişme raddesine gelir. Dolayısıyla film de, o noktadan sonra hareketlenmeye başlar.
Bugüne kadar çektiği filmlerin bir çoğunda kutsal kitap ve seri katili bulma temasını ele alan David Fincher'ın insanda tedirgin edici bir intiba bıraktığı tarzını beğeniyorsanız eğer, tabii bir de kitabı okumadıysanız eminim keyif alarak izleyeceğiniz bir film olacaktır.
Ps: Daha önceleri beyazperdeye uyarlanan filmlerin kitaplarını okuyup, öyle izlemiş olurdum. Bu sefer tam tersini yaptım. Filmi önceden seyrettim, kitabı da bu yakınlarda oturup okuyacağım. Bakalım nasıl bir imge yaratacağım hayal dünyamda, merak ettim :))
Ps 1: Ayrıca bu film, tam olarak hatırlayamıyorum ama daha önce çevrilmiş ve büyük bir kesimden de olumlu eleştiriler almıştı. Ben Fincher'ın tekrardan yapma ihtiyacı duyduğu filmi seyrettim. Hazır hafızamda daha tazeyken İsveçli yönetmenin uyarlamasını da izlemek istiyorum. Bakalım arada nasıl benzerlikler ve farklılıklar var...