Bir Artı Bir, Bir Eder mi?
Her zaman geçerli olmasa da bazı filmlerin insan psikolojisi üzerindeki etkisi su götürmez bir gerçektir. Öyle ki kimi zaman izlediğiniz sahneler eşliğinde geçmişe gider, kimi zaman da yüreğinizi dağlayan sahnelere şahit olursunuz.
Hele film bitip de şöyle bir arkanıza yaslandığınızda bir de bakarsınız ki kelimeler hiç bu kadar kiyafetsiz kalmamıştır. Ne söyleseniz boştur o saatten sonra. O yüzden sessizliğin ağırlıklı hakim olduğu bir ortamda kendi iç sesinize kulak verirsiniz. Ve "insanlığın yaradılışından bu zamana kadar ki olan dilim içerisinde içine işleyen kötülüğü" sorgulamaya başlarsınız "Bu kadar kötü olmak durumunda mıyız" diye...
Wajdi Mouawad'ın ünlü oyunundan Qubecli yönetmen Denis Villeneuve tarafından sinemaya uyarlanan 2010 yapımı Incendies (İçimdeki Yangın) tam da az önce ifade ettiğim duygulara acı bir şekilde seslenerek, insanın içine adeta bir nakış gibi işliyor.
Değerlerimizin adeta yozlaşmaya başladığı, insanın insanlığından utandığı, şeytanın adeta kimlik değiştirerek insan, işkenceci ya da ölüm dağıtan bir asker olarak hayat bulduğu sahneleri sinematografik açıdan anlatmak tek kelimeyle zor.
Ortadoğu'nun sorunları bitmeyen ülkelerinden Lübnan'da Hristiyan teröristlerin saldırısına uğrayan bir kadın, onun hapishane maceraları, ikizleri, sakladığı oğlu ve ikizlerin kayıp babası ile ilgili bir sürü olay örgüsüne sahip adeta politik bir melodram Incendies...
Bu sefer filme damgasını vuran kahramanımız bir kadın...
İsmi Nawal Marwan...
O, Simon ve Jeanne'in annesi...
O, gördüğü işkence ve tecavüzlere sadece defalarca aynı şarkıyı söyleyerek cevap veren güçlü bir kadın...
İşkencecisine göre ise;
Sadece 17 numaradaki şarkı söyleyen sıradan bir kadın...
Bir orospu (!)
Bir anne...
Ama herşeyden önemlisi bir kadın!
Biri erkek diğeri kız olan ikizler, ölen annelerinin garip vasiyetiyle hiç ummadıkları bir anda karşı karşıya kalmak durumunda kalırlar. Anneleri çocuklarından babalarını ve o güne kadar hiç duymadıkları ağabeylerini araştırmalarını ister. Bunlar gerçekleşmeden de ne bir dua ne de bir mezar taşı ister. Her ne kadar bu istekler önceleri garip gelse de; Jeanne'i bir şekilde ülkesi Lübnan'a doğru uzunca bir yolculuğa çıkarır.
Geçmişin rahatsız edici kargaşalar fonunda, az gelişmişliğin ürkütücü dağlarına yolculuk içerisinde hayat çoğu zaman korkunç enstantenelerini barındırsa da Jeanne'i yolundan alıkoyamaz. Annesinin Lübnan'da tanındığını, işkenceye giderken bile şarkı mırıldayan yiğit bir kadın olduğunu da işte o zaman öğrenir, Jeanne...
Ama öğrendikleri yalnızca bununla sınırlı kalmayacaktır. Çünkü onları bekleyen gerçekler, düşünülemeyecek kadar daha korkunç boyutlardadır.
Olur da vakit bulursanız insanın içine işleyen "İçimdeki Yangın" isimli bu filmi izleyin derim. Az bir bütçeyle insanda bu denli iz bırakacak filmlere rastlamak çok zordur ne de olsa!
Söylesenize hiç "Bir artı bir, bir eder mi?"
Herkese şimdiden iyi seyirler...