Umuda Uyandığım Gün

14:08 ebru altin 2 Comments



Her sabah yalnızlığa uyanmaktan daha kötü sizce ne olabilir?
Herkesin illa ki kendisine göre bir cevabı vardır.
Böyle bir soru karşısında benim cevabım ise tek kelimeyle "umutsuzluk" olur.
Bu satırları bana yazdıran aslında geçtiğimiz ay Martı Yayınları'ndan gelen Baldacci'nin "Umuda Uyandığım Gün" isimli kitabı oldu desem, yalan olmaz.
Baldacci'nin yazdığı bu kitabı daha önce Vatan Kitap'ta görmüş olmama rağmen açıkçası içimde alıp da okumaya yönelik herhangi bir his uyanmamıştı.
Tamam, kapak tasarımı gayet etkileyiciydi.
Ama ben de bıraktığı izlenim yalnızca "evet, güzelmiş" demekten bir adım öteye geçememişti.

Velhasıl ilk başlarda böyle etkileşimsizlik içerisinde bulunduğum kitapla kaynaşma noktam ise dediğim gibi Martı Yayınları'ndan gelmesiyle birlikte başladı.
Doğrusunu söylemek gerekirse eğer kitabın ilk 50 sayfasında bir türlü konunun içerisine girip de hayal gücümde canlandırdığım karakterlerden hiçbirisine bürünememiştim. Ama sonrasında olan oldu ve ben hoppp diye hikayenin içerisine dahil oldum.

Adriana Trigiani'nin de dediği gibi Baldacci, yaşadıkları büyük kayıpla yıkılan, ardından da sevgiyle iyileşen bir ailenin kaderini anlattığı bu büyüleyici hikayeyle okuru adeta şaşırtmayı başarıyor. Hem de ne şaşırtma, akılınız durur.

Ömrünün büyük bir kısmını ailesi yerine işine adamış bir adamın içine düştüğü derin pişmanlığa...
Yaşamına kaldığı yerden devam etmek isterken sayılı günleri kaldığını öğrenen, tam da bu dönemde hayat arkadaşına veda etmek zorunda kalmış yalnız bir adamın dünyasına...
Tam da herşey bitti derken, ailesini geri kazanmak için gerekli olan tek şeyin sevgi olduğunu keşfedişine değinen muhteşem ötesi bir kitap.

Kimbilir bu etkileyici kitaptan sonra bir de bu filmi (Umudunu Kaybetme) izlemek istersiniz :)
Hepinize sevginin ve umudunun tam da hayatınızın merkez noktasında yer bulup, size tüm güzellikleri getirmesi dileğiyle "Mutlu olun, mutlu kalın"
Umutsuz ise asla kalmayın...


Ömrünün büyük kısmını ailesi yerine işine adamış bir adamın içine düştüğü derin pişmanlığa… Yaşamına kaldığı yerden devam etmek isterken sayılı günleri kaldığını öğrenen, tam da bu dönemde hayat arkadaşına veda etmek zorunda kalmış yalnız bir adamın dünyasına… Tam da her şey bitti derken, ailesini geri kazanmak için gerekli olan tek şeyin sevgi olduğunu keşfedişine değinen bir kitap.

Kaynak: http://www.estanbul.com/umuda-uyandigim-gun-403567.html#.VEzfaRbgXK
Ömrünün büyük kısmını ailesi yerine işine adamış bir adamın içine düştüğü derin pişmanlığa… Yaşamına kaldığı yerden devam etmek isterken sayılı günleri kaldığını öğrenen, tam da bu dönemde hayat arkadaşına veda etmek zorunda kalmış yalnız bir adamın dünyasına… Tam da her şey bitti derken, ailesini geri kazanmak için gerekli olan tek şeyin sevgi olduğunu keşfedişine değinen bir kitap.

Kaynak: http://www.estanbul.com/umuda-uyandigim-gun-403567.html#.VEz

2 yorum :

Müjde: Kitap Mevsimi Başlıyor

21:31 ebru altin 0 Comments

Koca bir sene içerisinde kitapkurtlarının beklediği o büyük an'a kavuşmaya artık sayılı günler kaldı.
Gerçi bu sene İstanbul'da olmadığım için bu fuar heyecanını yaşayamayacağım ama olsun.
En azından giden arkadaşlarımı takip ederek, o duygumu bir nebze de olsa bastırırım.
Bastırır mıyım?
Yok canım daha neler...
Zira bu yazdığıma benim bile inanasım gelmedi.
İstanbul Kitap Fuarı, 8 Kasım Cumartesi günü tam tamına 33. kez Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi'nde kitapseverlerle buluşmaya hazırlanıyor efendim!

16 Kasım'a kadar ziyaret edilebilecek olan fuara Türkiye ve yurtdışından olmak üzere 850 yayınevi ve sivil toplum kuruluşu da katılım gösterecek. Birbirinden güzel kitaplara kavuşacak olmanızın dışında söyleşi, panel, çocuk etkinlikleri ve dinletilerle birlikte 270 etkinliğin gerçekleşecek olması da cabası elbette.

Onur yazarının Atilla Dorsay olduğu fuar, kitapseverleri sinemanın uzun yolculuğuna söyleşiler, paneller, müzik dinletileri ve sergilerle tanıklık etmeye davet ediyor. Fuar süresince oyuncu, yönetmen ve yazarların katılımıyla Atilla Dorsay'ın sinema eleştirmenliği, yazarlığı ve yaşamı üzerine de söyleşiler gerçekleştirilecek.

Fuarın bu seneki onur konuğu ise Macaristan olacak. İlgilenenler için hatırlatma yapmakta yarar var. Onur ülke Macaristan pavilyonunun açılışı Kültür İşlerinden Sorumlu Macaristan İnsan Kaynakları Bakanı Dr. Zoltan Balog tarafından 8 Kasım 2014 Cumartesi günü yapılacak. Macaristan'ın da yer alacağı Uluslararası Salon bu yıl 8 - 11 Kasım tarihleri arasında 35 ülkeden 91 yayınevini ağırlayacak.

Gabriel Garcia Marquez ise Tüyap'ta Kolombiya Büyükelçiliği'nin düzenlediği anma etkinlikleri kapsamında  Marquez okurlarını selamlayacak. Anma etkinliği 15 Kasım 2014 Cumartesi günü Gabriel Garcia Marquez'in Hayatı, Eserleri ve Türk Halkının Marquez Edebiyatına Bakışı, yazar tarafından kurulan Ibero - American New Journalism Vakfı Genel Müdürü Jaime Abello ve Türkiye'den yazar Seçkin Selvi'nin katılımıyla gerçekleştirilecek.

Unutmadan 33. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarını hafta içi günlerde 10.00 - 19.00, haftasonu ise 10.00 - 20.00 saatlerinde ziyaret edebilirsiniz. Öğrenci, öğretmen, emekli ve engellilere girişin ücretsiz olduğu fuarın giriş bedeli ise bu sene 5 TL.

Fuara gidecek olan arkadaşlarıma özel not: Lütfen benim yerime de fuarın tadını çıkarın!


0 yorum :

Kırtasiye Malzemelerini Kim Sevmez ki

20:02 ebru altin 0 Comments

Rengarenk kalemler ve orijinal not defterleri kimin hoşuna gitmez ki?
Çocukluğumdan bu yana kalem ve not defteri delisi olarak artık olayı bir tık daha öteye götürmeye karar vermiş bulunmaktayım.
Hayal gücümün sınırlarında dolaşacağım not defterlerini artık kendim yapacağım. İlk başta olanlar biraz amatör işi olacaktır belki ama zamanla bunu da aşarım diye düşünüyorum, ne dersiniz?

Not: Benim gibi kendi not defterlerini kendi yapmak isteyenler için aşağıdaki video birebir benden söylemesi :)

0 yorum :

Kitap Nasıl Yapılır?

00:15 ebru altin 1 Comments

Bayram olgusunu bir kenara bırakıp, beni asıl ilgilendiren kısmın 3. gününde de tatili dibine kadar yaşamaya kaldığım yerden şekil a'da görüldüğü üzere devam ediyorum. Zira biliyorum ki bayram dönüşünde beni bekleyen onlarca iş olacak. Hal böyleyken tatilin son demlerini sizce yaşamamazlık eder miyim? Tabii ki hayır! O zaman gelsin kitaplar, gitsin filmler...

Gerçi bugünkü planlarım arasında her ne kadar okuduğum son kitabı sizlerle paylaşmak olsa da son dakika yaşadığım sürpriz kapı da kalma faciasından sonra bu planı değiştirmek durumunda kaldığımı da belirtmeden geçemiycem. Anahtarı yanında olup da içeri giremeyen ve yaşadığı bu bahtsız durumdan dolayı, bilmediği etmediği bir şehirde çilingirci arayışında olan kaç kişi vardır ki benden başka. Kapıyı açma karşılığında talep edilen rakamlara değinmiyorum bile. Git yeni kapı taktır daha iyi. Resmen soyguna çıkmışlar ama yemezler. 

Belki bir Clark Kent'imiz yok ama Clark'dan bozma Kent'ten olma tamamen yerli bir süper ustamız var. Hem de sudan ucuz. Sonuç itibariyle evime yaklaşık 4 - 5 saat sonra girmeyi başarıp, üstüne bir de olayı sadece 20 TL'ye kapatınca, kendimi kanepeye atıp, ohh be dedikten sonra son okuduğum kitabı yarına bırakmanın daha doğru olacağına kanaat getirdim. O sırada da aklıma kitap nasıl yapılır sorusu geldi. İnternette şöyle bir araştırma yapınca bakın ne buldum. Belki merak edenleriniz vardır diye sizlerle de paylaşıyorum.

Bakalım biz kitap kurtları için yetiştirilmeye çalışılan, mutfaktan yeni çıkmış kitaplar nasıl yapılıyormuş, gelin birlikte göz atalım, ne dersiniz?

1 yorum :

Her Gününüz Bayram Tadında Geçsin...

23:54 ebru altin 6 Comments


Her gününüzün bayram tadında geçmesi dileğiyle, herkese iyi bayramlar :)


6 yorum :

Modern Zamanın Masal Perisi

23:52 ebru altin 0 Comments

Çocuk ve gençlik yazınının usta kalemlerinden Aytül Akal, Türkiye'de yazma uğraşını çocuk kitapları üzerine kurgulayıp, kitaplarındaki tüm dramatik yapılanmayı çocuğun imge dünyasına uygun olacak şekilde kaleme alan çağdaş yazarlardan biridir. Öyle ki onun için kullanılabilecek tek bir tabir vardır. "Modern Zamanın Masal Perisi"

Yoğun çalışma sürecinde yakaladığımız Aytül Akal ile Çocuk Rehberi (Çok sevdiğim bir arkadaşımla birlikte yürüttüğümüz websitesi) için keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Çocuklarınıza kitap okumayı nasıl sevdireceğinizi bilmiyorsanız eğer bu söyleşi tam da size göre, bizden söylemesi...


Çocuk kitapları yazmaya nasıl karar verdiniz?

Esin kaynağım; çocukların yaşamı algılayışlarında, beklentilerinde ve umutlarında saklı. Kendilerine güvenip, hayallerine sarılabilmeleri ise benim tek arzum.

İyi bir çocuk kitabı size göre hangi özellikleri taşımalıdır? Bu anlamda ebeveynlere nasıl tavsiyelerde bulunursunuz?

İyi bir çocuk kitabı, hem çocukların hem de yetişkinlerinde severek okuduğu kitaplardır. Düşünün ki yetişkinler, henüz okumayı bilmeyen çocuklara okuyorlar. Eğer onlar okurken kitabı sıkıcı buluyorlarsa, çocukların beğeniyle dinlemeleri beklenebilir mi? Yetişkin kitapları, çocuklara seslenmez ama iyi bir çocuk kitabı yetişkinlere bile kendini sevdirebilen kitaplardır. Ebeveynlere bol bol çocuk kitabı okumalarını öneriyorum. Hem böylelikle dünyayı güzelleştirmek için gerekli heyecana ve enerjiye kavuşmuş olurlar.

Çocuklara kitap sevgisi aşılamak için sizce neler yapılmalıdır?

Çocukları küçük yaştan kitaplarla buluşturmak öncelikle çok önemli. Küçük yaş derken, anne karnına kadar indirebiliriz yaşı, o denli yani...

Onunla birlikte kitap sayfalarını çeviren ebeveynleri varsa eğer çocuğun kitabı hayatının değerli bir parçası olarak görmemesi olası değildir. Kısacası her zaman çevresinde kitaplar bulundurmalı ve birlikte okuma zamanı yaratılmalıdır.

Söyleşinin devamını Çocuk Rehberi üzerinden okuyabilirsiniz.




0 yorum :

500 bin dolar ödüllü kitap Endgame, 7 Ekim'de Türkiye'de...

15:27 ebru altin 0 Comments

 Genç yetişkin edebiyatında fenomen olmaya aday Endgame, 7 Ekim'de tüm dünyayla aynı anda Pena Yayınları'ndan çıkacak. Dünyanın her yerinden okuyucular Endgame'in bulmacasını çözüp, 500 bin dolar değerindeki altını kazanmak için yarışacak.

Endgame; sinema, bilgisayar oyunu, sosyal ağlar, bir dizi hikaye ve sayısız interaktif uygulamayı kapsayan yapısıyla dünyada şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı kitap projesi. Google kitabın oyun platformunu hayata geçirirken, filmin çekimini ise 20th Century Fox üstleniyor.

"On iki oyuncu! Bedenen gençler ama kadim bir geçmişten geliyorlar. binlerce yıl önce yaratıldılar ve seçildiler. O günden beri hazırlanıyorlar. Doğaüstü değiller. Ne uçabilir ne de kurşunu altına çevirebilirler. Ölüm geldiğinde onların da yapacak bir şeyleri yok. Onlar için de, hepimiz için de... Onlar Dünya'nın mirasçıları ve Büyük Kurtuluş Bulmacası'nı çözmeliler. Biri yapmalı, yoksa hepimiz yok oluruz."

Pena Yayınları, ABD'li yazar James Frey'in şimdiden dünyada fenomen olmaya aday kitap dizisinin ilk romanı "Endgame: Çağrı"yı Türkçe olarak, 7 Ekim'de dünyada 38 ülkeyle aynı anda yayınlayacak. Genç yetişkinleri hedefleyen üç kitaplık dizi, dünyanın sonunu getirecek felaketlerin başlamasıyla 12 kadim uygarlığın temsilcisi olan 12 özel gencin, dünyanın ve kendi ırklarının kurtuluşu olan 3anahtarı arama mücadelesini anlatıyor.

Roman, bir maç sırasında Fenerbahçe Stadı'na düşen bir meteorla başlıyor ve bu dünyanın sonunu getirecek felaketlerin ilki oluyor. doğduklarından beri dünyayı kurtarmak için yetiştirilen, farklı niteliklere ve güçlere sahip 13 - 20 yaş arası 12 genç ise bu işaretle birlikte kendi medeniyetlerinin kurtuluşu için her biri üçlemenin bir cildine konu olan 3 anahtarı bulmak için amansız bir mücadeleye girişiyor.

Gizem ve mücadele romanın sayfalarından taşıyor ve Endgame, okuyucuları da bu maceraya birebir katılmaya davet ediyor. Romanın satırlarında gizli ipuçlarını bulan ve şifreleri çözen okuyucular, dünyanın herhangi bir yerinde saklanan anahtarla içinde 500 bin ABD doları değerinde altın bulunan ve Amerika Las Vegas'taki Caesars Palace Oteli'nin lobisinde duran bir kasayı açma şansına sahipler. Üstelik  Endgame, ikinci kitapta 1 milyon dolar, üçüncü kitapta 1 buçuk milyon dolar, topalmda 3milyon dolar değerinde altın kazanma dırsatı sunuyor. Ancak bu o kadar kolar değil. Endgame'in yaratım sürecine dünyanın sayılı şifrecileri ve bulmaca uzmanları dahil oluyor.

Kitap değil, gerçek bir deneyim

Kitabın yazarı James Frey açıklamasında Endgame'in birçok platformda var olacak bir proje olarak tasarlandığını belirtiyor ve maceranın bir dizi roman ve hikaye kitabının yanı sıra, bilgisayar oyunlarını, sinema filmini, sosyal ağları ve e-kitapları kapsayacağını söylüyor.

 Yazar; "Öyle bir kitap yaratıyoruz ki bu, bir kitaptan çok daha fazlası olacak. Bu bir deneyim olacak. gittiğiniz her yerde sizinle birlikte yaşayacak çünkü hep aklınızda olacak ve sizi gerçek dünyaya taşıyacak." diyor.

7 Ekim 2014 Salı günü Pena Yayınevi'nden çıkacak olan üçlemenin ilk kitabı Endgame: Çağrı, yazarın deyimiyle her sayfası, bir sonraki sayfayı çevirmeye neden olacak olaylarla dolu bir macera!


0 yorum :

Aşk Cephesi...

12:04 ebru altin 2 Comments

Savaşlar; aşık insanları kesip ayırdı yüreklerinin tam orta yerinden;
Anneleri evlatlarından, çocukları babalarından, düşleri ise tam da en güzel yerinden...

İnsanın içine işleyen bu dokunaklı sözleri bana yazdıran şey, aslına bakarsanız geçtiğimiz aylarda Timaş Yayınları'ndan çıkan Aşk Cephesi isimli kitap oldu. Bahadır Yenişehirlioğlu'nun kaleme aldığı bu kitap, seçkin yayınevlerinin vitrinlerindeki yerini almaya başladığı günlerde Timaş Yayınları'nın marka direktörü sevgili Anıl'da kitabı okumam için bana ulaştırdı. Sağolsun, kendisi İzlenimlerin Derinliği'ne ilk günden bu yana desteklerini esirgemeyen güzel insanlardan birisidir. Bu vesileyle kendisine buradan teşekkürleri de bir borç bilirim.

Aşk Cephesi isimli bu muhteşem romanın içerisinde neler yok ki...
Hasret, vuslat, savaşın dağıttığı hayatlar ve boğazda düğümlenen yarım kalmış hayaller...
Kısaca bir savaşın yol açabileceği her şey...

Okuyucu, yazarın açtığı yolda ilerlerken gezintiye çıkmışçasına yavaş ve sakin, bir anda savaşın ortasında kalıp, savaşın en acımasız haline tanık oluyor. Bir solukta okuyacağınız bu büyük serüven, Rodos'ta yaşayan Angela'nın yazdığı ve Egeli Selim'in eline geçen bir mektupla başlıyor. Bu mektup üzerine Selim yanına sadece bir kitap alarak hem Rodos'a hem de kendi iç dünyasına doğru bir yolculuğa başlıyor. Selim aslında Angela'ya emanetini götürüyor. Savaşın ve göçün ayrılığa ittiği, esasen Selim'in dedesine yazılmış mektupları Angela'ya teslim etmek ve özlemlerini gidermek için çıkıyor bu yolculuğa...

Yolculuğu sırasında ise Selim, Akhisarlı Ali, Anzak askeri Joe, sürgün yüzünden birbirinden ayrı konan Rum Adara ile Kerim'in hikayelerine de ortak oluyor. Aşk, ayrılık, hasret, kavuşamama, savaş ve beklenmeyen vuslatlar...

Kısaca aşka dair ne varsa bir bir kaleme alınmış bu kitapta...

1914 yılını günümüze ustalıkla taşıyan, yılın en iyi roman yazarı ödülünün sahibi Bahadır Yenişehirlioğlu, sahibine hiç ulaşmamış mektuplardan yola çıkarak kaleme aldığı Aşk Cephesi ile okurların tam da yüreğine dokunuyor.

Savaşın acı yüzünün en salt haliyle gözler önüne serildiği bu muhteşem romanı siz siz olun mutlaka okunacaklar listenize ekleyin. Emin olun pişman olmayacaksınız.



2 yorum :

Zafer Bayramımız Kutlu Olsun...

12:32 ebru altin 0 Comments

Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır.
Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır...
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE...
30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN


0 yorum :

Olduğun Yerde Kal...

12:05 ebru altin 0 Comments

John Boyne'dan kalpleri yumuşatan bir savaş çığlığı...

Çizgili Pijamalı Çocuk kitabının ödüllü yazarı John Boyne'dan I. Dünya Savaşı'nın yüzüncü yıldönümünde okurlara anlamlı bir armağan geliyor.

I. Dünya Savaşı'nın başladığı gün, Alfie'nin beşinci doğıum günü partisine denk gelmişti. Alfie, savaşın nelere yol açacağını tahmin edemese de bu süre boyunca hayatlarının eskisi gibi ilerlemeyeceğini biliyordu. Babası Alfie'yi terk etmeyeceğine söz vermişti vermesine ancak bu sözü eli silah tutan her erkek gibi orduya yazılmasına engel olmamıştı. Çok sevdiği ailesini geride bırakarak Avrupa cephelerinde savaşmaya giden babasının hayatında kanlı bir sayfa açılmıştı artık. Londra'da bıraktığı sevdiklerini ise çaresizlik, yoksulluk ve acı dolu bir mücadele bekliyordu.

Cephede geçen dört koca yıl boyunca Alfie büyümüş, babası ise gizli bir görevde olduğu gerekçesiyle ailesi ile olan tüm iletişimini kopartmıştı. Savaş tüm acımasızlığıyla sürüyor, Alfie'nin ruhunda kopan fırtınalar dinmek bilmiyordu. Öte yandan tuhaf giden birşeyler vardı. Babasının şu gizli görevi neydi? Alfie ne yapıp edip, bulmalıydı babasını. Üstelik dünyanın en iyi nedeni sevgi uğruna her şeyi yapmaya hazırdı.

John Boyne, onlarca farklı dile çevrilerek dünya çapında milyonlarca okurun kalbine dokuan Çizgili Pijamalı Çocuk adlı kitabında olduğu gibi savaşa yine küçük bir çocuğun gözünden bakarak, bu byük felaketin insanlar üzerinde bıraktığı kalıcı izleri şiirsel bir dille, umut dolu bir baba oğul hikayesine dönüştürüyor.


0 yorum :

İkiz Gezginler İstanbul'da

17:33 ebru altin 0 Comments

İkiz gezginlerimiz Peri ve Ege ile birlikte, Antik Çağ'dan günümüze kadar uzanan bilinmeyenlerle dolu bir İstanbul yolculuğuna çıkmaya hazır mısınız?

İstanbul'un hangi semti bir zamanlar 'Körler Ülkesi' olarak anılırmış? Yerebatan Sarnıcı'nda sergilenen Yılan Saçlı Medusa heykelinin sırrı ne? Şanssız Bizans Prensesi neden bütün hayatını denizin ortasındaki küçücük bir kulede geçirmek zorunda kalmış?

Arkeolog yazar Betül Avunç'un Anadolu'nun tarihsel mirasını gelecek kuşaklara tanıtmak, çocuklara arkeolojiyi ve mitolojiyi sevdirmek amacıyla kaleme aldığı 'İkiz Gezginler' serisinin ikinci kitabı İkiz Gezginler İstanbul'da, Gökçe Akgül'ün hazırladığı yepyeni kapak resmi ve yenilenmiş baskısıyla Tudem Yayınları tarafından yayımlandı.

İkiz Gezginlerimiz, hafta sonu tatillerini fırsat bilerek yaşadıkları şehri daha yakından tanımak için arkeolog olan anne ve babaları ile birlikte geziden geziye koşturuyorlar. İstanbul kazan ikizler kepçe, Ayasofya'dan Beylerbeyi Sarayı'na, Rumeli Feneri'nden Atatürk'ün Pembe Evi'ne kadar uzanan renkli bir rotada sanki zaman ve mekanın içinde kayboluyorlar. İlginç efsanelerin ve esrarengiz tarihsel hikayelerin gün yüzüne çıkarıldığı bu gezilerde, acımasız gladyatörlerin kanlı dövüşlerine şahit olabilir, boğa başlı bir canavarla savaşabilir, hatta Büyük Konstantinos'un hayaleti ile karşılayabilirsiniz. Bu arada köfte - piyaz molasını fazla uzun tutmamanızı öneririz çünkü keşfedilecek daha çok yeriniz var.

Her yaştan okurun ilgisini çekecek güçlü bir öykü kurgusuna sahip olan İkiz Gezginler İstanbul'da, binlerce yıla tanıklık etmiş efsane bir kentin geçmişini merak eden edebiyatseverlere renkli bir okuma deneyimi sunarken, özgün içeriğiyle ilkokul öğretmenlerinin öğrencilerine en çok tavsiye ettiği güdümlü kitaplar arasında yer alıyor.


0 yorum :

Turistlerin yüzde kaçı okumak için getirdikleri kitapları otellerde bırakıyor?

11:12 ebru altin 1 Comments

Otellerde okunduktan sonra turistler tarafından bırakılan İngilizce, Rusça, Almanca, Fransızca ve Felemenkçe kitaplar, bir kitabevi tarafından toplanarak turistlere bir liradan satışa sunuluyor. Nasıl yani demeyin? Çünkü 1 liradan da pek ala kitaplar satılabiliyor.

Tatil amaçlı ilçeye gelen turistler, ülkelerinden okumak için getirdikleri kitapların yüzde 60'ını kaldıkları otellerin odasında bırakmayı tercih ediyor. Antalya'nın Manavgat ilçesindeki bir kitabevi otellerden ve yerleşik yabancılardan topladığı kitapları 1 liradan satışa sunuyor. Böylece hem otel odalarında unutulmuş kitapları değerlendiriyor hem de okuma alışkanlığının kazanılmasında ön ayak oluyor. Bu arada laf aramızda bir sene içerisinde yaklaşık 10 bin kitabı toplamayı başaran kitapçının müdavimlerini ise ağırlıklı olarak Almanlar oluşturuyormuş, benden söylemesi...

1 yorum :

Yabancı

09:40 ebru altin 1 Comments

Albert Camus denilince edebiyat alanında ilk akla gelen eserlerden bir tanesi elbette ki 1942 yılında yayınlanan Yabancı'dır. Yabancı da ayrıksı bir bireyin toplumdaki yargılanışı ve bu yargılanma sonunda da kendisini sorgulayış anlatılır.

Aslında romanın ana temasında hayata, eylemlere, duygulara, çevreye, beklentilere ve insanın kendisine yabancılaşması ele alınır. Romanın ana karakteri olan Mersault ise gözlemciliğinin yanı sıra kimi zaman umursamaz kimi zaman kabullenmiş, hayatta derinlik aramayan, ayrıksı ve kendini dış hayattan soyutlamış bir karakterdir. Kendisinden uzaklaşmış bir bireyken, ölüme yaklaştıkça kendine karşı farkındalığı da artmıştır.

Romanın başında malum ana karakter Mersault'un annesinin vefat ettiğini görürüz. Mersault annesinin cenazesine gitmiş olmasına rağmen geri döndüğünde ise hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etmiştir. Hatta kendisine sevgili dahi bulmuştur. Günler, haftalar geçer ve Mersault, komşusu ve sevgilisiyle birlikte sahile giderken, komşusu Raymond'un belalılarıyla karşılaşır. Sahilde oluşan bu gerginlik sonucunda ise Mersault istemeden de olsa belalılardan birini öldürür. İşlediği bu cinayet sonrasında ise mahkemeye çıkar ve böylece iç hesaplaşmaları da başlamış olur.

Yabancı'nın girişinde kahramanına annesinin ölüm haberi verildiğinde, onun hissettiği sıkıntı, Kafka'nın Değişim'inde Bay Samsa'nın böcek olduğunda hissettiği sıkıntı ile bir nevi eş değerdir. Çünkü her iki karakter de patronlarının keyfinin kaçacağı düşüncesiyle tedirgin olmuştur.

Felsefik bir görüşün bu denli başarılı bir şekilde bir kitabın içerisinde kendisine yer bulması gerçekten de kolay rastlanacak türde bir şey değildir. Zira üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen yazarın en çok satılan kitaplarından biri olan bu kitabı düşündükçe aklıma Camus'un söylediği şu sözler geliyor.

"Mutluluk, bir yerde ve her yerde hiçbir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir."

İşte bazı eserler vardır ki, üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen daha bir anlamlı, daha bir güzel ve sevilesi olurlar. Aynı Yabancı ile kocaman bir dev olan Albert Camus gibi...

1 yorum :

O Muhteşem Hayatınız...

10:16 ebru altin 0 Comments

Malum son zamanlarda hayatımda bir sürü değişiklikler yaptım. Önce işimi değiştirdim, ardından da yaşadığım şehri. Durum böyle olunca, o an'a kadar ki yaşam tarzımın bir parçası olan kitaplarla da bağım otomatikman yarıya inmiş oldu. Yarıya inmiş olmasının nedeni kitaplardan vazgeçmiş olmam değildi elbette. Kaldı ki ailemin bana kazandırdığı en önemli şeylerden biri olan okuma alışkanlığından öyle bir kalem de vazgeçmem düşünülemez bile. Olay tamamen adaptasyon sürecini atlatmamla alakalıydı, hepsi bu kadar. Adaptasyon sürecini atlatıp atlatamadığım, yaşadığım şehri benimseyip benimsemediğim her ne kadar tartışılsa da, sabırla beklediğim o mucizeyi tekrardan yakaladım. Ve eski okuma hızıma bir kez daha kavuştum.

Kaldı ki bu 10 günlük dilim içerisinde sizce kaç tane kitap bitirmişimdir?

1...
2...
3...
4...
5...!

Evet, evet yanlış duymadınız. Tüm yoğunluğuma rağmen bu 10 günlük dilim içerisinde tam tamına 5 tane kitabı deyim yerindeyse, neredeyse yalayıp yuttum. Okumadım, adeta yaşadım. Her bir hikaye de kendimden bir şeyler buldum. Roman karakterinin peşine takıldım ve beni de gittiği yere götürmesine izin verdim. Sonuç; tarifi olmayan kocaman bir mutluluk şeklinde bana geri döndü. O da ayrı mesele :) Şimdilerde bütün iş sırasıyla okuduğum kitaplara blogum da yer vererek, sizlerle paylaşmaya kaldı.

Buraya kadar iyi güzel, hoş! Peki bundan sonrasında paylaşımımıza Oya Baydar'ın kaleme almış olduğu "O Muhteşem Hayatınız" ile devam etmeye ne dersiniz? Evet mi? Öyleyse kelimelerimin peşine takılıp okumaya devam edin.

Yazar, "O Muhteşem Hayatınız" isimli romanında büyük bir opera sanatçısı Diva, ona hayran bir Toplayıcı ve Diva'nın kızı Arya üzerinden toplumsal hafızamızı ele alırken, arka planda da Dersim'de yaşananları hatırlatıyor!

Romanın en önemli kişisi, uluslararası çapta ün kazanmış, yabancı sahnelerde, ünlü operalarda başrol oynamış bir opera sanatçısı, bir primadonna'dır. Bir gün elinde, fotoğrafları olduğunu söyleyen bir koleksiyoncu arar. Adamın bu resimler için hiçbir para talebinin olmadığını söyleyişi ise diva'nın konuyla ilgilenmesine neden olur.

Primadonna'nın sesinin de aynı zamanda hayranı olan koleksiyoncu, fotoğrafları göstermek için onu koleksiyonlarının bulunduğu yazlık eve götürür. Konuşmaları ise Toplayıcı'nın Diva'nın yaşamını dikkatle izlediğini yansıtır. Bazı günlerde fotoğrafları gösterirken yaptığı açıklamalar da olur. "İtalyan Dışişleri Bakanı'nın önünüzde eğilip, elinizi öptüğü fotoğraf: La Scala'daki göz kamaştırıcı La Triviata başarısının ardından değil mi? Peki ya İngiltere Kraliçesi'ne ne demeli? İngiltere Kraliçesi'ne takdim edilirken kraliçeyi gölgede bırakan fotoğrafınız; limuzinden inerken şoförlerinizin tuttuğu şemsiyelerin altında, uzun eteklerinizle bir siyah kuğu gibi süzülmeniz..."

Gerçekten de muhteşem bir hayat, üstelik rakipsiz bir ses...

Ve romandaki her bir karakter adeta günümüze ulaşmayı başaran birer sembol niteliğinde!

Bana göre romanda Toplayıcı resmi tarihi simgelerken; Diva Türkiye'yi, kızı Arya ise günümüz Türk insanını simgeliyor.

Gayet dozunda ve doyurucu nitelikte olan bu roman için yazarın çok iyi araştırma yaptığı da açık bir şekilde ortada.

Primadonna ve o muhteşem hayatı...

Gerçekten de söylenildiği gibi muhteşem bir hayat mı acaba?

Yoksa sürprizlerle dolu bir ilişkiler yumağı mı?

Sonucu öğrenebilmek için Oya Baydar'ın ustaca kurguladığı bu muhteşem kitabı mutlaka alıp, okuyun derim, benden söylemesi...



0 yorum :

Babam ve Ben

12:27 ebru altin 0 Comments


Bol ödüllü Fransız yazar Patrick Modiano ve Pıtırcık serisinin dünyaca ünlü çizeri Jean - Jacques Sempe, Paris'in nostaljik sokaklarından New York'un gökdelenlerle dolu geniş caddelerine uzanan sıcacık bir öyküde buluşturuyor bizi: Babam ve Ben.

Biraz yaramazlık, renkli hayaller ve bolca dans! Dünyaya bir çift gözlüğün ardından bakan kahramanımız Catherine, bu özelliğinden ötürü kendini bir hayli ayrıcalıklı hissediyor. O iki ayrı dünyayı keşfetmenin mucizesini yaşayan şanslı kişilerden. Gözlüklerini taktığında algıladığı gerçek dünya ile çıkardığında gördüğü tatlı, bulanık ve pürüzsüz dünya onu uçsuz bucaksız hayallere sürüklüyor. Üstüne üstlük bir rüyadaymışçasına dans ettiği bu hayal dünyasını babasıyla paylaşmak, Catherine'i her şeyden, hatta ileride annesi kadar iyi bir dansçı olma arzusundan bile daha çok mutlu ediyor.

Amerika'da yaşayan annesinden uzaktaki küçük bir kız çocuğunun "kahraman" babasıyla Paris'te geçirdiği çocukluk günleri, kimi zaman komik kimi zaman duygu yüklü anılarak dönüşüyor.

Gerçek dünya bir parça sıkıcı mı?
Merak ediyorsan eğer, Catherine'in peşine takıl, sen de dünyaya başka bir gözle bak.

0 yorum :

Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi...

13:04 ebru altin 0 Comments

Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi! İtiraf etmeliyim ki daha önce hiç bu kadar uzun bir kitap ismi duymamıştım. Nitekim bu başlık İletişim Fakültelerinde ısrarla başlıkların kısa olmasını dikte eden birçok hocanın da tezine ters durumda. O halde neymiş? Uzun başlıkta bal gibi olabilirmiş, kalıplara sıkışıp kalmamak gerekirmiş. Açıkçası yazım diline dair en küçük bir fikrim bile olmayan Ayfer Tunç ile tanışmamda bu kitapla birlikte oldu. Ne yalan söyleyeyim, iyi ki olmuş. Zira başından sonunda kadar tek kelimeyle 'bayıldım'. Darısı yazarın diğer kitaplarını alıp, okumaya kaldı artık.

Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi, inanılmaz bir hızda seyreden, durmadan kendini çoğaltarak gelişen bir roman. Mekan ve zaman sınırı tanımayan; bir ucu 19. yüzyılda, bir ucu günümüzde, yazınsal bir Türkiye panoraması. Şaşırtıcı bir öykünün bittiğinin sanıldığı yerde, okuru olmadık bir öyküyle yeniden afallatan bir insan manzaraları kitabı. Yazar, Karadeniz'in küçük bir kentinde, denize sırtını dönmüş bir akıl hastanesinden yola çıkarak, akıllara durgunluk veren kişilerin  yaşam zincirlerinden müthiş eğlenceli bir roman örüyor.

Kitabı soluk soluğa okurken, Türkiye'nin bütün hallerini yaşayacak, belki de insanlığın ortak hikayesiyle yüzyüze geleceksiniz. Ayfer Tunç, sade ve akıcı dili, zekice kurgulanmış olaylar örgüsü ve zaman zaman da komik, acı yüklü ve trajik sonlarla bir sonraki hikayenin de başlangıcına davet çıkarıyor. 19. yy'dan günümüz Türkiye'sine köprüler kuran romanda, bir Anadolu kentinde başlayıp, karakterlerin izinde, İstanbul'dan Avrupa'ya, kimi zaman Kanada ve Amerika'ya kadar uzanan hikayeler yer alıyor.

Kitap, delilikle normallik arasındaki ince çizginin nasıl kolay aşılabileceğini, aslında normal olduğunu düşündüğümüz bencilliğin bu ince çizginin etrafında her an diğere tarafa geçmeye hazır olduğunu gösteriyor. İlginç karakterlerin yanısıra hastanede acemi mimarın tasarımından kaynaklanan eksik yanlarıyla engelli bir karakter gibi vücut buluyor.

Ne yalan söyleyeyim bu kadar karakteri birbirine ustalıkla bağlamak açıkçası öyle her yiğidin baba harcı değil. Böylesi bir zevkten mahrum kalmamak için bu nedenle siz, siz olun bir an önce bir Ayfer Tunç kitabı edinin derim. Emin olun pişman olmayacaksınız...

0 yorum :

Can Dostum...

16:21 ebru altin 0 Comments

Esprili köşe yazarı W. Bruce Cameron'un 52 hafta boyunca New York Times Bestseller listesinde kalan ilk romanı Can Dostum ile tanışmam açıkçası bundan 5 ay önce Antalya'ya taşındığım döneme denk gelen ve arkadaşımın mutlaka okumalısın diyerek getirdiği kitap üzerine olmuştu. Farklı isimlerle birçok kez dünyaya gelen bir köpeğin gözünden insan hayatının en büyük sorularına cevap arayışı anlatılıyordu, kitapta!

Ben kimim, nereye gidiyorum ve niçin buradayım? Kulağa oldukça basit gelen ancak derinliği olan ve cevapları yalnızca sizde saklı soru kalıpları...

Köpeklerin dünyasına ve aklına kendince bir bakış açısı sunan Can Dostum'un ana karakteri, masum bir bakış açısına ve inandırıcı bir sese sahip olan Bailey. Kahramanımız hikaye süresince birçok yaşam sürüyor ve dört farklı isimle karşımıza çıkıyor. Bazen erken gelen bir ölüm, bazen dolu dolu yaşanmış mutlu bir yaşam sonrasında geliyor. Köpeğin ağzından içinize adeta işleyecek şekilde anlatılan bu duygusal hikaye, okuru ilk olarak bir kadın tarafından kurtarılan ve uyutulmak zorunda kalan oyunbaz dört küçük köpek yavrusundan biri "Toby" ile karşılıyor. Ardından ise Bailey isimli bir Golden Retriever olarak yeniden karşımıza çıkıyor ve Ethan adlı küçük bir çocuğun köpeği oluyor. Ethan büyüyüp üniversiteye gittiğinde ise yaşlanarak ölüyor. Sonrasında ise karşımıza Ellie ismindeki K-9 biriminin yıldız köpeği olarak çıkıyor.

Hayatının anlamını bulabilmek için her hayata gelişinde eski yaşamlarını da yanında taşıyan bu köpekle birlikte onun dünyasını ve öğrendiklerini görmek ise onu daha fazla sevme ve bağlanma imkanı tanıyor.

Animal Planet'ten Dina Zaphiris'inde dediği gibi "Elimden bırakamadım. Bitirdiğimde kısa süre önce ölmüş olan köpeğinin bu kitap aracılığıyla benimle konuştuğu hissine kapıldım." Aynen benim de olduğu gibi...

0 yorum :

Üzümlü Kurabiyeyi Kim Yedi

11:47 ebru altin 1 Comments

 Bahar tüm coşkusuyla kenti etkisi altına almıştır. İçi içine sığmayan mırnavlardan Mırnoş ve Mırnış ikizler arkadaşlarını evlerine oyun oynamaya davet etmiştir. Sevimli kahramanımız Mızmız bu teklifi hiç kaçırır mı dersiniz? Peki, ama bu nazik davete giderken ne hediye götürmeli? Hmm, tabii ki üzümlü kurabiye! Ne de olsa kendi bayılıyor… 

Davet günü neşe içinde oynayıp şakalaşan mırnavlar, dinlenme vakti geldiğinde kendileri için hazırlanan ikindi sofrasında beş farklı çeşit kurabiye görünce biraz şaşırırlar. Acaba önce hangisini yemeli? Eyvah, Mızmız Mırnav karar verene kadar bütün tabaklar boşalacak mı yoksa!

Uluslararası Çocuk Kitapları Kurulu (IBBY), 2006 onur listesinde yer alan ve 2008 yılında Hans Christian Andersen Ödülü’ne aday gösterilen usta yazar Ayla Çınaroğlu ile “Renklerin Hâkimi” Mustafa Delioğlu’ndan paylaşım, oyun, arkadaşlık ve kararsızlık temaları üzerine sımsıcak bir öykü…

1 yorum :

V. Murad

10:01 ebru altin 1 Comments

Son zamanlarda senaristlerin beslendikleri yegane şey malum Osmanlı Tarihi'nin geniş ve bir o kadar da köklü geçmişi! Hemen her kanalda Osmanlı'dan yola çıkılarak yapılmış bir dizi bulmak geride bıraktığımız birkaç senelik dilim içerisinde emin olun hiç de zor değil. Daha düne kadar birçok kişinin ilgisini çekmeyen köklü geçmişimiz edebiyat uyarlamaları, dizi furyaları ve daha niceleriyle birçok kişinin odak noktası haline gelmeyi çoktan başardı bile...

Aslına bakarsanız iyi de oldu!

Zira geçmişini araştırmak bir yana, okumamak adına türlü türlü bahanelerin ardına sığınmayı seven bir toplum olduğumuzu düşünecek olursak eğer, bu tür eserlerin çoğalmasını bilgilenmek ve bilgilendirmek adına (her ne kadar birçok sahne uyarlama olsa da) yararlı gördüğümü söylemeden edemeyeceğim.

Nitekim edebiyat dünyasıyla başlayan bu furya sırasıyla dizi sektörü, tiyatro ve son olarak da bale ile v'uku bulunmuş durumda ki, bu bile epeyce yol katettiğimizin bariz göstergesi bana göre...

Antalya'ya taşındığımdan beri her fırsatta dile getirdiğimiz halde bir türlü fırsat bulup da gidemediğimiz Antalya Devlet Opera ve Balesi'nin sahnelediği eserlerden V. Murad için arkadaşımla sözleşip, günün olanca yorgunluğunu bir kenara bırakıp, anlayacağınız yollara düştük.

Heyecanlı bir bekleyiş sonrasında gösteri başladı ve biz deyim yerindeyse koltuklarımıza çakılmış bir şekilde sadece hayran dolu bakışlarla kalakaldık.

Gözlerimiz sahneyi tararken, beynimiz kimbilir kaç kareyi çekip, belleğine atmıştı bile...

Antalya Devlet Opera ve Balesi'nin Şubat ayında prömiyerini gerçekleştirip, 4 Mart'ta da son temsilini yaptığı V. Murad balesi, beni deyim yerindeyse can evimden vurup, geçti.

Dekor ve kostümlerini Savaş Camgöz'ün hazırladığı eser, 21 Eylül 1890'da eski padişah V. Murad'ın 50. yaş gününde Çırağan Sarayı'ndaki odasında gördüğü rüya ile başlıyor.

Kendini Eyüp'teki geleneksel kılıç kuşanma töreninde gören, aslında 93 günlük kısa bir saltanat sürdüğü için bu töreni hç gerçekleştiremeyen padişah, töreni zihninde canlandırıyor. V. Murad'ın şuurunun derinliklerinde benliğiyle olan çatışmasını gözler önüne koyan yapıtta, sarayın görkemli ortamı da sahneye getiriliyor.

Öyle ki saltanat kayığının da yer aldığı yapıtta dervişlerin mavi ton altındaki dansı sırasında elleri üzerinde yükselen padişah, kendi çektiği çileyi onların aşkla beslenen çilesiyle özdeşleştiriyor. Bu sahnede görsel şölen Sultan Murad'ın notaları eşliğinde doruğa çıkarken yapıt padişahın benliğiyle yaşadığı yeni bir çatışma ve eser boyunca yaşananların rüya olduğunun görülmesiyle sona eriyor.

2013 yılı Donizetti Klasik Müzik Ödülleri'nde En İyi Bale - Dans Yapımı ve En İyi Koreografi alanında iki ödül birden kazanan böylesi bir eseri tam da temsilinin son gününde yakalayıp, izleyebilme şansını yakaladığım için ne yalan söyleyeyim çok mutluyum.

1 yorum :

Sanatçının Yolu

09:38 ebru altin 3 Comments

Bazı kitaplar vardır ya hani sadece başlığı bile ilginizi 5 metre öteden çeker ve size bir an için Woww dedirtir.

Sanatçının Yolu'da işte o kitaplardan sadece bir tanesiydi benim için...

Normal şartlarda gerek kitap tasarımıyla gerekse tür itibariyle alıp da okuyacağım bir kitap olmamasına rağmen sırf başlığına duyduğum hayranlıktan dolayı aldığım, sonrasında da bir çırpıda okuyup, bitirdiğim kitaplardan biriydi Sanatçının Yolu...

Kitap ile ilişkim ise deyim yerindeyse ismin yalın halinden, - den haline geçiş sürecindeki kadar hızlı olmuştu benim için...

Zira yazarın ustaca kullandığı  anekdotlar, dimağımdaki yer etme sürecini iyice hızlandırmış ve ulvi görevini tamamlamış olmanın verdiği mutlulukla bir köşede hoş bir seda eylemine dönüşüvermişti.

Kişi, kendini adadığı anda Tanrı olaya katılır diyordu Julia Cameron...

Çünkü eylem kendi içinde büyü, lütuf ve güç barındırır diye de devam ediyordu satırlarının birinde...

Düşünüyorum da aslında hepimizin gündelik yaşamda bildiği ancak uygulamada sıkıntı yaşadığı temel sorunlardan biriydi bu...

İstemek!

Ama herşeyden önemlisi de inanarak istemek!

Zira insanoğlu bana göre en çok problemi isterken yaşıyor!

Çünkü bizler çoğu zaman elimizdeki gücün farkında bile değiliz, çünkü bizler tek kelimeyle istemeyi bilmiyoruz.

Kaldı ki yaratıcılık inanç gerektirir. İnanç ise kontrolü bırakmamızı ister. Yaratıcılığımıza gösterdiğimiz direnç nefsi yıkmanın bir biçimidir. Çünkü o noktada kendi önümüze engeller koyan aslında yine biz oluruz. Peki neden bunu yapıyoruz? Kontrol yanılgısını sürdürmek için...

Zira unutulmaması gerekir ki bunalım; öfke ve endişe gibi bir dirençtir ve hastalık yaratır. Bu da kendini miskinlik, kafa karışıklığı ve 'bilmem...' ile göstermeye başlar. Oysa ki gerçek şudur. Herşeyi biliyoruz, bildiğimizi bile...

Ne dersiniz, yanılıyor muyum yoksa?

Unutmayın ki;

"Her çocuk bir sanatçıdır. Sorun, büyüdükten sonra da sanatçı olarak kalabilmektir. Pablo Picasso"


3 yorum :

Yeni yeniden merhabaaaa...

09:05 ebru altin 2 Comments

2013'ü bitireli, 2014'den de tabir-i caizse ay alalı onca zaman olmuş olmasına rağmen bloguma tek bir satır bile yazamadım, iyi mi?

Yazamadım, çünkü vakit sıkıntısı yaşıyordum.

Yazamadım, çünkü 2013 itibariyle yeni başlangıçlara merhaba demek durumunda kaldım.

Kah isteyerek, kah istemeyerek...

Ne umdum ne buldum misali kendimi bir anda Antalya'da buluverdim.

Ev, ardından eşya, ardından tamirat - tadilat işleri derken onca zaman iş ve ev arasında debelenip durdum.

Ardı sıra peşimi bırakmayan terslikler, hoş olmayan şeylerle hiç haketmediğim halde karşılaşmam da cabası...

Ama ne var ki hepsi geldi ve geçti...

Şimdi omzumun üzerinden geride bıraktıklarıma bir bakıyorum da pehh bunlarda sıkıntı mıymış deyip, gülümsüyorum.

Daha dün ağladığım, üzüldüğüm, beni inciten söz öbekleri veya eylemler artık umrumda bile değil!

Kaldı ki artık düzenimi de ufaktan ufaktan oturtmaya başladığıma göre eski tempoma hızla geri dönebilirim demektir.

Bu nedenle tamamen teknik bir nedenden dolayı ayrı kalmak durumunda kaldığımız blog güncesine kaldığımız yerden devam edeceğimi bildirir, hepinize karakterinin peşine takılıp gideceğiniz bol macera ve edebiyat dolu günler dilerim...

Not: Yukarıda görmüş olduğunuz 2 meraklı pisi yerleşme sürecinden sonra 'aaa gördün mü bak evin dekorasyonunu böyle yapmış, biz de mi yapsak acaba diye kendi aralarında konuşup, meraklı gözlerle evimi röntgenleyen ilk konuklar :))

2 yorum :