Kafesten Bir Kuş Uçtu - Guguk Kuşu
Beyaz, stebil bir ortam...
Peki sorarım size bu akıl hastanesi gerçekten dışarıdaki toplumun bir kesitini mi oluşturur yoksa dışardakilerde en az içerdekiler kadar deli midir?
Kimbilir belki de herkes kendine göre akıllıdır da sistem hepimizi bu hale getirmiştir, belli mi olur?
Kafesten Bir Kuş Uçtu nam-ı değer Guguk Kuşu oyununu geçtiğimiz haftalarda 2 gün üst üste gidip büyük bir keyifle izlemiş olmama rağmen blog ortamında yazıya dökecek zamanı bulamamış olmanın üzüntüsü içerisindeydim. Nihayet bu üzüntüyü geride bırakacağım bir an dilimine kavuşabildim, daha ne olsun...
Kafesten Bir Kuş Uçtu... 1975 yılında Ken Kesey'in kaleme aldığı romanından önce beyazperdeye, ardından ise tiyatro metnine uyarlanarak, seyircilerle büyük buluşmasını gerçekleştiren kültleşmiş denebilecek nitelikte başarılı oyunlardan bir tanesi...
Kaldı ki 22 yılı aşkın bir süredir hala adından bu denli bahsettirebiliyor olmasının altında yatan en önemli etken de hiç şüphesiz ki elbette ustaca bir öyküye sahip olmasıyla alakalı.
Guguk Kuşu'nda otoritelerin sağır ve dilsiz olduğunu düşündükleri yarı Amerikalı yarı Kızılderili Reis Bromden, Makina adına büyük hemşire tarafından yönetilen bir akıl hastanesinin hikayesini anlatıyor.
Reis'e göre makina, özgür iradenizi elinizden almaya çalışan, sizi bir koyun gibi çalışmak zorunda bırakan sistemi temsil ediyor. Çocukken makina tarafından ele geçirildiği için yapabildiği tek şey ise korkuyla emirleri yerine getirerek, kurallara uymak.
Ta ki bir gün, bir kahraman oraya gidene kadar... Bu korkunç sisli puslu dünyaya, bir gün McMurphy adında bir kahraman çıkagelir ve sisteme karşı koyar. Oysa Randle P. McMurphy tutuklu olduğu cezaevinde çalışmaktan kurtulmak için deli taklidi yapan bir mahkumdur ve tavırları, cezaevi otoritesinin gözüne batmaya başlayınca bir süre sonra teşhis için akıl hastanesine gönderilir ve orada kalmasına karar verilir.
Gerek kurumun kurallarına uymaması, gerekse de arkadaşlarıyla olan ilişkileriyle Randle dikkatleri biranda üzerine çeker.
Açık konuşmam gerekirse eğer ömrü hayatımda böylesine başarılı, böylesine etkileyici ve dakikalarca ayakta alkışladığım bir oyuna daha gittiğimi hatırlamıyorum.
Kaldı ki başrolleri paylaşan Engin Benli ve Barış Falay ikilisinin dışında özellikle bir isimden bahsetmek istiyorum sizlere. Tekin Ezgütekin... Genç dinamiklerden olmasına rağmen, o mimikleriyle adeta sahneden seyircilere birer tiyatro dersi veriyor. O denli ki bu başarısını oyunun başından sonuna kadar mükemmel bir şekilde size aksettiriyor. Her birinin başarısı yadsınamaz nitelikte olmasına rağmen benim için gecenin kahramanı, o sahnede devleşen ve ilerleyen yıllarda adından eminim ki sıklıkla bahsettirecek olan sevgili Ezgütekin'dir.
Bütün oyuncuların karakter ve kompozisyonlarının çözüm ve çizimlerinde özenli bir bakış açısı oluşturulan ve bugünlere gelene kadar dünyanın birçok yerinde uzun süre kapalı gişe oynayan bu muhteşem oyunun saydığımız isimler dışında belli başlı kahramanları da yok değil hani.
Eylem Tanrıver Varlı, Cemal Aldıç, Taylan Ertuğrul, Nuri Karadeniz, Ozan Şahin, Utku Oğuz, Işık Öztorun, Seçil Onur, Nurcan Tural, Senem Akman, Mustafa Arpacıoğlu, Aytek Mete Elgün, Ferdi Yıldız, Volkan Dinç, Talha Kaya'da o kahramanlardan sadece birkaçı.
Bu noktada işin teknik kısmında yer alan arkadaşların isimlerine yer vermeden de olmaz tabi. Çünkü bir alkışı da ne yalan söyleyeyim onlar hak ediyor. Dekor tasarımında Tayfun Çebi, kostüm tasarımında Funda Çebi Bozdoğan, ışık tasarımında ise Cafer Yiğit, böylesi büyüleyici bir oyunda emeği geçen başlıca isimler.
Özellikle son dönemde sıklıkla konuştuğumuz şehir tiyatroları ve hemen ardından gelen devlet tiyatrolarının özelleştirilmesi süreciyle ilgili de bir iki şey söyleyerek yazımı izninizle burada sonlandıracağım.
Tiyatrolar, bir toplumun can damarını oluşturan yegane kaynaklardan birisidir. Günlerce, büyük bir emek verilerek hazırlanan o oyunları izleyiciyle buluşturan o eli öpülesi sanatçılar, gece gündüz demeden oyunlarını ilk günkü heyecanlarıyla sahneye koyarlar. Ne bir gram eksik, ne bir gram fazla. Biz onlardan besleniriz, onlar da bizden. Ayakta alkışladığımız ve karşılığında geri dönüşümünü aldığımız yegane yerdir orası... İster burada isterse bir başka ülkede olsun, tiyatroların bir tek sahibi vardır. Kimdir biliyor musunuz?
BİZLER... Tiyatroların yegane sahipleri bizleriz ve bu özgürlüğümüzün elimizden alınması can damarımızın kesilip atılması demektir. Eh artık takdir başımızdaki büyüklerin...
IŞIKLAR SÖNER VE BİR ANDA BİR SUSKUNLUK OLUR. PERDE AÇILMIŞ, OYUN BAŞLAMIŞTIR ARTIK. İNSANLAR MUTLUDUR. OYUNCULAR İSE DAHA MUTLU. İŞTE O PERDELERİN HİÇBİR ZAMAN KAPANMAMASI, CAN DAMARIMIZIN KESİLİP ATILMAMASI DİLEĞİYLE...
canım bu denli mi güzel dile getirilir ki ya :)
YanıtlaSilşimdi işi gücü bırakıp hadi kalkın tiyatroya gidiyoruz diyesim geldi valla :))ağzına sağlıkkk kapanışta muhteşem olmuş zaten;)ay çokta merak ettim ben şimdi ama ya:))öpüyorummm
Canımın içi sabah sabah bu ne güzel yorumlar böyle yahu. Ruhum bayram etti valla sayende. Çok teşekkür ederim, kocaman öpüyorum seni... :))
YanıtlaSilçok başarılı bir paylaşım olmuş.
YanıtlaSilKuş İsimleri yöneticisi olarak başarılarınızın devamını diliyorum. Tags: erkek Kuş İsimleri - dişi Kuş İsimleri