Lütfen Bizi Yalnızlığa Terketmeyin!
Yorucu geçen bir yolculuğun ardından, denizin kıyıya vuran
dalgalarının ninni gibi geldiği serin bir yaz akşamında uykuya dalmışım.
Gözlerimi açtığımda bilmediğim bir yerdeydim.
Şaşkın şaşkın etrafıma bakınırken bir anda yanımdaki sesle
irkiliverdim. Oldukça iri ve uzun bir adam bana Prokonnesos kentine hoş geldin diyordu.
Prokonnesos mu? Orası da neresi, biz nerdeyiz, siz kimsiniz
sorularını sıralayıvermiştim bir çırpıda.
Yanımda duran dev adam sabırla sorularıma cevap veriyordu.
Antik Çağ dönemindesin çocuk. Adımızı daha önce duyduğunu sanmıyorum. Yolunu
kaybettiğin de çok belli zaten. Her nereden geliyorsan taa Miletoslulara kadar
gelmeyi başardın, haberin olsun.
Ben hala Miletos, Prokonnesos diyerek kendi kendime
mırıldanıyordum.
Ama nasıl? Nasıl olurda o kadar yolu hiçbir engele
takılmadan bir çırpıda geçip buraya kadar gelebilmiştim?
Paralel evren dedikleri şey bu muydu yoksa?
Yok, yok ihtimal vermem. Bunun adı bambaşka bir şeydi çünkü.
Büyükçe bir mermer parçasının üzerinde yanıma oturmuştu
büyük dev adam. Hiç beklenmeyecek duygusallıkla bu kent bir deniz ticaret
kolonisi olarak kuruldu, demişti. Adaya ismini veren de işte bu kolonidir.
O sırada sanki bir şey olmuştu. Sahneler değişmiş, oyuna
yeni karakterler eklenmişti. Kalın bacaklarını saran toprak rengi deri şortu
ile başka iri bir adam elindeki kılıcını savurarak bana doğru geliyordu. Boynunda
büyükçe bir haç vardı. Biz dedi, biz Hristiyanlar Romalılar tarafından buraya
sürgüne gönderildik.
Görüntüler akıp giderken, sesler birbirine karıştı. Artık bir
şey duyulmuyordu.
Gözlerimi açtığımda gün yeni ışımaya başlamıştı. Hiç
bilmezdim ki rüyamda anlattığım bu dev adamlarla Marmara Adası’na bağlı Saraylar
Beldesi’ndeki açık hava müzesinde karşılaşacağımı. Oysa ki onlar tüm haşmetiyle
yalnızlığa terkedilmiş açık hava müzesinde beni bekliyorlardı.
Türkiye’nin çoğu yöreleri gibi Marmara Adası da açıkçası
buram buram tarih kokan yerlerden birisi. Ada üzerindeki az da olsa tarihsel
kalıntılar ve çeşitli arşiv belgeleri bu adanın geçen yüzyıllar boyunca çeşitli
ulus ve kültürleri bağrında barındırdığını da ortaya koyuyor.
Tarihsel ve ilahi bir yazgıyla ve yine kendilerine ayrılmış
zaman dilimleri içerisinde kimler gelip, kimler geçmemiş ki bu adadan!
Yunanlılar, Bizanslılar ve nihayetinde çeşitli Türk soyları.
Sadece adanın ismi üzerinde yapılan çok küçük bir araştırma
bile ada üzerinden gelmiş geçmiş ulus ve kültürler hakkında bizlere geniş
bilgiler veriyor. Yunanca ‘Geyik Adası’ anlamına gelen Elafonesos , MÖ 6. Yüzyılın
sonuna doğru Prokonnesos adını almış. Ardından Bizanslıların gelmesiyle
burasının isminde de doğal olarak değişiklikler olmuş. Proikos/Deyiz kökünden
türeyerek Proikonnisos’a oradan da Palatia’ya dönüşmüş. En sonunda da Saraylar
olarak nam salmış.
Bir rivayete göre Bizans İmparatoru’nun kızı amansız bir
hastalığa yakalanır. Hükümdar kızını hava değişikliği için Marmara Denizi
kıyılarında bir geziye götürür. Açık denizde büyük bir fırtınaya yakalanırlar
ve Proconnesos’a sığınırlar. Bir süre havanın sakinleşmesini beklerler. Adanın
havası, beslenme koşulları imparatorun kızına çok iyi gelir. Öyle ki kızının
amansız denen hastalığının iyileştiğini gören imparator mutlu olur. Geri
dönerler ama burayı da asla unutmazlar. Bir süre sonrada buraya büyük bir saray
yaptırırlar.
Bizans imparatorunun kızı için yaptırdığı bu saraydan dolayı
o tarihten sonra burası da Palatia diye anılır.
Açıkçası Saraylar Köyü’ne mermer ihracatı için bir liman ve
mendirek yapımı sırasında köyün batısındaki vadide, Roma çağına ait bir
nekropolis yani mezarlığın ortaya çıkmasıyla başlayan çalışmalar Dr. Asgari ve
Nur Nirven’in harekete geçmesini sağlamış.
Nitekim burada araştırmalar yapan Dr. Asgari, özrü
dolayısıyla işlenmesi yarım kalmış ve ocak içinde terk edilmiş birçok antik
eseri toplayarak Saraylar Köyü’ndeki tarihi mermer işçiliğini gösteren bir Açıkhava
müzesi kurarak, tarihi kalıntıları bir arada toplamış.
Buraya kadar gayet güzel bir şekilde işleyiş tamamlanmış.
Fakat sonraki aşama ne yazık ki düşünülmemiş. Adım attığınız her yerde bir
tarihle karşılaşma ihtimalinizin yüksek olduğu bu belde de bu tarihsel abideler
adeta yalnızlığa terkedilmiş.
Düşünün ki bu açık hava müzesinde M. Ö bilmem kaçıncı
yüzyıldan çalışmalar sergileniyor ancak doğru düzgün bir kapısı dahi yok.
Devamlı duran bir bekçisi hiç yok. Giriş çıkış saatleri ise keyfe keder bir
süreçte işliyor.
Böylesi doğa güzelliklerine ve tarihe sahip olan bir yerin
bu denli sahipsiz kalması, açıkçası insanı büyük bir hayal kırıklığına
uğratıyor. Tanıtımının yapılarak, tarihe aşık olan kişilerin buraya çekilmemesi
de cabası.
Gerek valilik gerekse de Kültür Bakanlığı’nın bir an önce
burayı programlarına alıp, alacakları önlemlerle acil olarak bu doğal mirası
korumaları gerekmektedir. Böylesi bir tarih yalnızlıkla başbaşa kalmayı hiçbir suretle
hak etmiyor çünkü…
Ayni fikireyim bende, kesinlikle tarihine daha cok sahip cikan bir millet olmali, daha yakindan tanimaliyiz kendimizi..ben mesela sayende haberdar oldum ne aci..gitmek istedim bi an hemen..
YanıtlaSilYanılmıyorsam bir tarih dergisi gizli kalmis ve korunmaya muhtac eserlerle ilgili çalışmalar yapiyordu, bi görüşmek gerek aslında. .
Gülin, inan ben de böyle bir yer olduğundan haberdar değildim. Nitekim antik kent veya tarihi kalıntıların olduğu yerlere elimden geldiğince gidiyor olmama rağmen burasının adını daha önce hiç duymamıştım. Ada genelinde çıkartılacak gazetenin editörlüğünü yapacağım için 2 günlüğüne gittiğimde gördüm. Artık bundan sonrasında iş ada sakinlerine ve yetkililere düşüyor. Umarım kıymetini bilirler de böyle yalnızlığa terk edilmezler.O bahsettiğin derginin adını hatırladığında yazarsan sevinirim.
YanıtlaSil