Onca Yoksulluk Varken...
Sınırlar… Kah bilinçli olarak yaptığımız, kah ise bilinçsiz bir eyleme dönüştürdüğümüz, saçma sapan tabuların peşinden sürüklenen sınırlar, sınırlarımız…Oysa ki o sınırları kaldırdığımızda herşey daha güzel bu dünyada. Daha barışçıl, daha dostane…
Osmanlı’dan günümüze kadar gelen Cumhuriyet çizgisinde bu topraklar, bugüne kadar birçok inancı bir arada tutmuştur. Ermeni’sinden Yahudi’sine, Arap’ından Süryani’sine, Sünni’sinden Alevi’sine kadar birçok inanca sahip insanlarla geniş ve renkli bir mozaiğin temel yapı taşlarını oluşturmuştur bu topraklar…
Kimi zaman neden yaptığımızı dahi bilmediğimiz sınırlarımızdan dolayı yanlışa sürüklenmiş, kimi zamansa bu ayıbımızın farkına vararak, büyük bir yanlışın kıyısından dönmüşüzdür.
Sınırlar… O sınırları kaldırdığımızda ne de mutluyuzdur oysa…
Hafızamın gizli kalmış dehlizlerinden dışavurum haline dönüşüp, satırlara dökülen bu cümleleri yazmama vesile olan duyguların Pazar günü Profilo Kültür Merkezi’nde izlediğim Onca Yoksulluk Varken oyunuyla alakalı olduğunu açık yüreklilikle söylemek isterim.
Onca Yoksulluk Varken; annelerinin fuhuş sektöründe çalışmaları nedeniyle sahiplenemedikleri çocuklarını sahiplenen yaşlı bir hayat kadınının –seks işçisinin- sokağa atmaya kıyamadığı bir çocuk ile olan sımsıcak dostluğunu etkileyici bir şekilde gözler önüne seren bir oyun.
“Madam Rosa’nın sadece ay sonunda gelen bir havale için bana baktığını önceleri bilmiyordum. Bunu öğrendiğim zaman artık altı yada yedi yaşımı doldurmuştum. Parayla bakıldığımı bilmek beni iyice sarstı. Madam Rosa’nın beni bedavaya sevdiğini, birbirimiz için bir anlam taşıdığımızı sanıyordum. Bütün bir gece ağladım, ilk büyük kederimdi bu…” diye anlatıyordu, Momo hazin hikayesini. Olay örgüsü de o andan itibaren başlıyordu ya zaten…
Momo… Daha küçücük yaşlarda. Kimbilir belki on, belki de ondört yaşlarında bir çocuk. Madam Rosa’nın sevgisi veya sevginin acımasız bencilliğinden dolayı olsa gerek okula hiç gitmedi… Yaşıtlarının aksine o sokakları, hırsızlığı, fuhuşu ve Victor Hugo’yu tanıdı, hem de çok küçük yaşlarda…
Aslında o bir şemsiyeden ve iyi bakılsın diye sattığı bir köpekten başka hiçbir şeye sahip olamamıştı bu hayatta. Tabii bir de Madam Rosa’nın saf katıksız sevgisinden başka. Bedava sevdiği köpeğinin beşyüz frangını kanalizasyon çukuruna atacak kadar da mert bir çocuktu hani.
Ancak ne var ki onca vakurluğuna rağmen şanssızdı da… Zamanı geriye alamadığında yitirdiklerinin, bedavaya sevdiklerinin ve hiç kavuşamadıklarının hasretine yalnızca geriye doğru düş kurarak ulaşabileceğinden bile habersizdi.
Derin bir hayat felsefesine sahip olan oyunun umut ve yaşama sevinci aşılayan, ağlatırken yer yer güldüren bir tonunun olduğu da yadsınamaz bir gerçek. Kaldı ki o duygu silsilesi oyuncuların başarılı performansları aracılığıyla seyircilere de aktarılıyor.
Bir Arap çocuk ile bir Yahudi kadının dostluğu üzerine kurulu olan bu oyun, dünyaya da çok önemli bir barış mesajı vermeden edemiyor. Evrensel temalardan olan barış ve kardeşlik dışında, kimlik arama üzerine de odaklanan Onca Yoksulluk Varken, Fransa’da en saygın Edebiyat Ödülü Goncourt ödülüne de layık görülmüştür.
Emile Ajar’ın başyapıtından Nedim Saban’ın uyarlayıp sahneye koyduğu oyunun dekor tasarımı Özhan Özdil, ışık tasarımı Kemal Yiğitcan, kostüm tasarımı Tuğçe Çaldıran, müzikleri ise Semih Önyel’e ait.
Rüçhan Çalışkur, Gökçer Genç, Rami Çakır, Halit Karaca ve Soner Ansal ise sergiledikleri performanstan dolayı ayakta alkışlanmayı hak eden usta oyuncular. Tabii unutmadan bir alkış da oyunu bizlerle buluşturan Nedim Saban’a…
Anneleri fuhuş sektöründe çalışan çocukların bakımını ve yetiştirilmesini görev edinen yaşlı bir Yahudi kadını canlandıran Rüçhan Çalışkur’un sahiplendiği Arap kökenli bir çocukla arasında geçen samimi dostluk ilişkisini konu alan oyun Mart ayı boyunca sadece 4 hafta için Profilo Kültür Merkezi’nde perdelerini açacak.
Oyun Profilo Kültür Merkezi’nin yanısıra İzmir, Ankara ve İstanbul Caddebostan Kültür Merkezi’nde de sahnelenecek. Vaktiniz olursa kaçırmayın ve gidip, izleyin derim.
PS: Böyle bir oyuna Nedim Saban’ın (Tiyatrokare) davetlisi olarak gitmekten dolayı da hem çok mutlu, hem de bir o kadar keyifliyim… Teşekkürler bir kez daha…
canım arkadaşım keyfine beni de ortak ettiğin için teşekkür ederim :)
YanıtlaSilNe demek canımın içi, her zaman :)
YanıtlaSilAnkara ya gelmesini sabırsızlıkla bekleyeceğim...
YanıtlaSilEbrucum öyle güzel anlatmışsın ki, gidip görmemek olmaz. Tarihlerine bakayım; Profilo ya da Caddebostandaki oyunu izlemek isterim. Teşekkürler;)
YanıtlaSilNar-ı Can: Ankara'ya ne zaman gelecek bilmiyorum ama mutlaka izle derim canım. Verdiği mesajlar ve oyunculuk tek kelimeyle harika...
YanıtlaSilAyşencim Profilo'daki sahne, Caddebostan'a oranla daha iyi. Senin oturduğun yere daha yakınsa eğer Profilo'da izle derim...
YanıtlaSil