Oscar'ı al da gel, Ayla!

Gerçek bir hikayeden uyarlanan bir filmi sizce başarılı yapan en önemli etken nedir? Soru her ne kadar ucu açık ve göreceli olmuş olsa da, benim bu soruya vereceğim cevap kesinlikle yaşanmışlığın gerçekçi ve başarılı bir şekilde beyazperdeye uyarlanması yönünde olurdu sanırım.

Sizi bilemem ama gerçek hikayelerden uyarlanan filmlerin ben de her zaman özel bir yeri olmuştur. Aynı geçtiğimiz günlerde izleme şansını bulduğum Türkiye'nin Oscar adayı Ayla gibi...

İki haftadır gişe liderliğini neredeyse kimselere kaptırmayan bu filmi halihazırda izleme şansı buldunuz mu bilemiyorum ama filmin Türkiye standartlarına göre fazlasıyla iyi işlenmiş bir yapım olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

Gücünü ve etkileyiciliğini gerçek bir hikayeden alan film, 1950'li yıllardaki Kore Savaşı sırasında ailesini kaybeden küçük bir kıza sahip çıkan Süleyman Astsubay'ın öyküsünü gözler önüne seriyor.

Görevli olarak Kore'deki savaş alanına gönderilen Süleyman Astsubay, savaş meydanında bulduğu küçük kızı yanına alarak Ayla ismini verir. Birliğin neşesi haline gelen Ayla ile Süleyman Astsubay kısa sürede baba - kız gibi olurlar. Ancak 15 ay sonunda birliğin Türkiye'ye geri dönme kararı çıkar. Ayla'yı bırakıp dönmek istemeyen Süleyman Astsubay her yolu denese de Kore kanunlarını ne yazık ki aşmayı başaramaz. Küçük kızı geride bırakmak zorunda kalan Süleyman, Ayla'yı kalacağı yetimhaneye bırakırken tekrar bir araya geleceklerinin sözünü vermeden de edemez.

Filmin ilk perdesi benim için gayet sükut içerisinde geçerken ikinci perdeden itibaren gözyaşlarımı tutmak açık konuşmam gerekirse eğer çok güç oldu. Hele de Ankara, Ankara güzel Ankara marşı sırasında ne yalan söyleyeyim tüylerim diken diken oldu.

Dönem atmosferini yansıtma konusunda oldukça başarılı bir grafik sergileyen filmin oyuncu kadrosu da son derece başarılı. İsmail Hacıoğlu, Ali Atay ve küçük Kim Seol'un filmin ana kahramanları olduğunu da söylemeye gerek yok sanırım.

Bundan sonrası için söylenebilecek tek şey ise "Oscar'ı al da gel, Ayla" olsa gerek.

Şimdiden şansları bol olsun...



Tiyatrokare 25. Yılında 6 Farklı Oyunla Perde Açıyor

Türk Tiyatrosu'nun en önemli oyuncularını, dünya tiyatrosunun en önemli oyunlarında seyirciyle buluşturma hedefiyle, 25 yıl önce Nedim Saban tarafından kurulan Tiyatrokare, 2017 yılında altı ayrı oyun birden sergileyecek. Kimi zaman aynı gün ve saatte, hatta üç farklı kentte bile perde açabilen Tiyatrokare ekibi, kapalı gişe oynayarak başladıkları yeni oyunları Ahududu'nın da aralarında olduğu altı eserle, 25. sanat yılını kutlayacak.
Leyla'nın Evi, Fosforlu Hikayesi, Ahududu'nun yanı sıra çevre dostu sosyal sorumluluk projeleri kapsamında çocuklara ulaşan, Goody Çocuk Tiyatrosu ile beraber hazırlanan "Bir Dostluk Hikayesi", Anavarza Çocuk Tiyatrosu - Bal Arıları ve Hınzır Ayı ve Geberit'in desteğiyle sunulan Su Gelecektir oyunları, 2017'de Türkiye'nin farklı şehirlerinde ve sahnelerinde sergilenecek.

Yedi Yıldır kapalı gişe oynayan Leyla'nın Evi, Ayça Varlıer'in başrolünde yer aldığı Fosforlu'nun Hikayesi gibi ödüllü oyunları sahneye koyan Nedim Saban, 18 yıl kadar sonra Melek Baykal ve Suna Keskin'in önerisi ile yönetmenliğin yanı sıra Ahududu oyunu ile tekrar sahneye çıktı. İlk temsilinden itibaren seyircinin yoğun gişe ilgisini gören; Suna Keskin, Melek Baykal, Nedim Saban, Cem Güler, Halim Ercan, Dicle Alkan, Birol Engeler, Özgür Yetkinoğlu ve Bülent Seyran'ı aynı sahnede buluşturan Ahududu, Şubat ayı içerisinde İstanbul'da Profilo Kültür Merkezi, Kozyatağı Kültür Merkezi ve Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nde izlenebilecek. Şubat ayı içerisinde pek çok turneye de çıkacak olan Tiyatrokare'nin tüm oyunlarının biletleri Biletix ve gişelerde satışa sunuluyor.

Oyun Takvimi
2 Şubat Perşembe Saat 20:30 Profilo Kültür Merkezi (Leyla'nın Evi)
4 Şubat Cumartesi Saat 21:00 Profilo Kültür Merkezi (Ahududu)
5 Şubat Pazar Saat 16:00 Profilo Kültür Merkezi (Ahududu)
5 Şubat Pazar Saat 15:30 Kenter Tiyatrosu (Fosforlu)
9 Şubat Cuma Saat 20:30 Çorlu (Ahududu)
9 Şubat Cuma Saat 20: 00 Manisa (Fosforlu)
10 Şubat Cuma Saat 20:30 Kozyatağı Kültür Merkezi (Ahududu)
11 Şubat Cumartesi Saat 20:30 Kadıköy Halk Eğitim (Leyla'nın Evi)
12 Şubat Pazar Saat 15:30 Kenter Tiyatrosu (Leyla'nın Evi)
15 Şubat Çarşamba Saat 20:30 Grand Pera Emek Sahnesi (Fosforlu)
19 Şubat Pazar Saat: 18:00 Kadıköy Halk Eğitim (Ahududu)
19 Şubat Pazar Saat 15:30 Kenter Tiyatrosu (Fosforlu)
25 Şubat Cumartesi Saat 21:00 Profilo Kültür Merkezi (Ahududu)
26 Şubat Pazar Saat: 15.30 Kenter Tiyatrosu (Ahududu)


Golem ve Cin

İnsanlar tarafından kilden yapılan varlıklara Golem denildiğini daha önce duymuş muydunuz? Açık söyleyeyim, Golem ve Cin'e kadar ben duymamıştım. Ne olduğu konusunda da hiçbir fikrim yoktu.
Korkunç güçlere sahip bir büyücü tarafından, yalnızlık çeken bir adam için kilden yapılmış bir Golem ve bin yıllık esaretinden uyanan bir cin! 
Hazırsanız hep birlikte tam da hikayenin başladığı yere, yani 1899 yılının New York'una doğru yola çıkalım. Çıktığımız bu büyülü yolculukta ilk karşımıza çıkan kişiler ise elbette Golem ve Cin oluyor. Öncelikle yolculuğa onları tanımakla başlıyoruz.

Aile servetini bilinçsizliği yüzünden heba eden Rotfeld'in kötü büyücü Schaalman'dan istediği tek bir şey vardır. O da Amerika'ya giderken yanında götüreceği iffet, sadakat ve erdem sahibi bir kadının olmuş olmasıdır. Eh böylece emir demiri keser misali, Schaalman'ın yarattığı Golem ortaya çıkar. Cin'e gelince... O da Arbeeley'in ibriğini onaracağını sırada ortaya çıkmıştır. Sonrası malum! Olaylar olaylar...

Golem ve Cin'in hayatı üzerinden kesitlerin yer aldığı kitap hemen söyleyelim, her ne kadar birbirinden bağımsızmış gibi ilerlese de sonlara doğru muhteşem bir şova dönüşüyor.
Genç yazar Helena Wecker tarafından yazılan bu kitap, her ne kadar yazarın ilk kitabı niteliğini taşısa da, bana göre hikaye anlatımı ve kurgusu açısından da son derece başarılı çalışmalardan birisi durumunda. Hele de başlı başına tür olarak ele alırsak eğer başarı oranının bir o kadar daha arttığını söylememe gerek yoktur herhalde.

Fantastik türde kitaplardan hoşlanıyorsanız eğer Doğan Kitap tarafından yayınlanan Golem ve Cin'e mutlaka göz atın derim. Kimbilir belki sizin de ilginizi çeker, belli mi olur :)

Küçük alanların yegane kurtarıcısı...

Daha küçük bir çocukken hayalini kurmaya başladığımız o kutu gibi evlere en nihayetinde kavuştuk. Ancak o da ne? O küçücük bedenlerimize sığdırdığımız büyük hayallerimizdeki o evler, artık bize dar gelmeye başladı. İyi güzel ama biz hiç böyle hayal etmemiştik ki, bu süreçte neyi yanlış yapmıştık da bu evlere sığamaz hale gelmiştik?

Tabii ki hayatımızda fazlasıyla yer işgal eden büyük ve hantal eşyaların seçilmiş olmasıydı bizi bu denli gaflete düşüren şey. Oysa ki küçük bir eve sahip olanların en iyi bildiği şeylerin başını mevcut alanlarını en işlevsel bir şekilde kullanabilecekleri eşyaları seçmeleri oluşturmuyor muydu?


Açıkçası 55 metrekarelik bir evde yaşamını devam ettiren birisi olarak, açık konuşmam gerekirse eğer bu durumu en iyi bilenlerden biri olduğumu içtenlikle söyleyebilirim. Çünkü küçük bir evde oturduğunuzda eşyalarınızın fonksiyonelliğine dikkat etmeniz gerektiğini daha en baştan öğrenmek durumunda kalıyorsunuz. Kah deneye - yanıla, kah ise dekorasyon dergilerindeki öneriler sayesinde tecrübenizi gerçekleştiriyorsunuz. Durum böyle olunca küçük salonunuza en çok yakışacak şeyin L koltuk ve ona eşlik eden bir berjer olduğunu da biliyorsunuz.

O halde neymiş, küçük salonunuzda yer alan L koltuk veya başka bir deyişle köşe koltuğu, ister istemez kurtarıcınız haline gelebilirmiş.

Sizi bilemem ama benim tercihim her zaman L koltuktan yana olmuştur. Nedeni ise son derece basit! Köşe koltuklarının gerek yeteri kadar oturma alanı sağlaması, gerekse de mekanı eşyaya boğmaması, elbette ki benim için L koltuğu vazgeçilmez hale getirmiştir.

Her ne kadar köşe koltukları küçük alanlara sahip evlerin vazgeçilmezi gibi gözüküyor olsa da, değişik boyutlardaki salon ve oturma odalarına da son derece yakışmaktadır. Bu nedenle tarzınız ne olursa olsun, evinizin dekorasyonu sırasında L koltuk seçeneklerine mutlaka göz atmanızı tavsiye ederim.

Ayrıca size küçük bir de tüyo vereyim mi? Dar ve uzun odanızın daha geniş bir görünüme sahip olmasını istiyorsanız, köşe koltuğunuzun uzun kenarını, odanın uzun duvarına paralel olacak şekilde yerleştirmeyi unutmayın sakın. Bu hem alanınızın daha geniş hem de daha ferah olmasını sağlayacaktır.


Sakar Cadı Vini'nin Zaman Yolculuğu

Okuma yazmayı söktüğüm ilk günden bu yana kitaplarla ilişkim ne yalan söyleyeyim hep iyi olmuştur. O yüzden de türü veya kategorisi benim için hiç fark etmez.

Sahi etmez mi gerçekten?

Ne yalan söyleyeyim bu dediğime ben bile inanmadım.

Çünkü okurken keyif aldığım, o da yetmezmiş gibi zevkten dört köşe olduğum yegane bir tür var ki o da elbette ki çocuk kitaplarıdır.

Efendime söyliyim bir masal olsun, bir çocuk edebiyatı seçkisi olsun kendimden geçip, mutluluktan havalarda uçtuğumu hissederim.

Hele de içinde büyücüler, cadılar ve zamanda yolculuk gibi kavramlarda varsa, offf değmeyin keyfime doğrusu. Bir mutlu olurum ki sormayın gitsin.

Geçtiğimiz günlerde İş Bankası Kültür Yayınları tarafından çıkarılan çocuk kitaplarında komik denebilecek bir indirim olduğunu görünce, içimdeki kitap canavarı devreye girerek, "onu almasın, bunu da almalısın, almışken şunu da almalısın misalinden" iç ses olarak arka planda konuşmaya başladı.

Durum böyle olunca da 2 buçuk liradan 3 adet çocuk kitabı çantamdaki yerini alıverdim. Sakar Cadı Vini'nin Zaman Yolculuğu'da bu sepetteki yerini alan kitaplardan bir tanesiydi işte.

Sakar Cadı Vini'nin macera dolu hikayelerini daha önce defalarca duymuş olmama rağmen diğer kitaplardan bir türlü fırsat bulup, okuyamamıştım. Ben her ne kadar Vini ile gecikmeli olarak tanışmış olsam da küçük kuzucukları olanlar bu Sakar Cadı'yla tanışma olayını çoktan gerçekleştirmişlerdir diye düşünüyorum.

Hani bildiğimiz süpürgeli, şapkalı, çirkin mi çirkin cadılar olur ya, bizim cadımız da tam da böyle birisi işte. Ama tek farkla! Bu cadı aynı zamanda tam bir sakarlık abidesi, komik de birisi.

Kocaman kedisi Vilmur ile maceradan maceraya koşarken dilinden düşürmediği ise iki söz var.

"Abrakadabraaaa ve Kırılası Süpürgeler"

Sizin kulağınıza hangisi hoş geldi bilmiyorum ama benim favorim bu noktada Abrakadabra'dan yana oldu.

Laura Owen'in okul dönemindeki çocuklar için kaleme aldığı serinin bu kitabında Sakar Cadı Vini ve kedisi Vilmur'un başı, şaşıracaksınız ama yine derde giriyor. Bir de bakıyor ki her işi ters gidiyor. Okulda, Aggi Teyzesiyle ve ikiziyle de aksilikler peşi sıra birbirini kovalıyor. Üstüne üstlük bu da yetmezmiş gibi aksilikler Eski Mısır'da da peşini bırakmamaya devam ediyor. Her seferinde şansı yaver giden Vini bakalım bu sefer işin içinden nasıl çıkacak ;)

5 - 8 yaş aralığındaki çocuklara hitap eden kitabın içerisinde yer alan çizimleriyle çocukların ilgisini epeyce çekecek olan Sakar Cadı Vini ile hala tanışmayanlar için sadece şu kadarını söyleyeceğim.

Sakar Cadı Vini ve maceraları ile hala tanışmadıysanız eğer çok geçmeden tanışın derim. Zira bu cadı sizin bildiklerinize hiç benzemiyor, benden söylemesi ;)