Kitaplardan Korkan Çocuklar Buraya!

16:55 ebru altin 0 Comments

Siz hiç kitaplardan korkan çocuk gördünüz mü?
Şahsen ben görmedim!
Peki görmek ister miydim?
Tabii ki hayırrr…
Zira içinde barındırdığı birbirinden güzel karakterleriyle her seferinde muhteşem bir maceranın kollarını açtığı bir kitap nasıl korkutucu olabilir ki…
Bazen bir kahraman olup canavarlarla savaşırsınız, bazen de imkanı yok dediğiniz hayvanlarla arkadaşlık edersiniz. Dostluğu, paylaşmayı, yardımseverliği, sevgiyi ve bunun gibi bir sürü şeye farkında olmadan şahitlik yapmanız da cabası…
Hal böyleyken kitaplardan korkan çocuk olur muymuş hiç…
O da ne!
Uzaklardan bir yerden, cılız bir çocuk sesi duyar gibiyim sanki, “Ben korkuyorum” diye mırıldanan.
Evet, evet yanlış duymamışım!
Bu ses, Leopoldo’nun sesi değil mi?
Leopoldo’yu tanımayanlar için hemen söyleyeyim.
Leopoldo, Yüreğinin Götürdüğü Yere Git isimli kitabıyla gönüllerde taht kuran Susanna Tamaro’nun sevimli mi sevimli küçük kahramanının adı…
Bir kitap kahramanı olan Leopoldo, 8. yaşına daha yeni girmiş, her çocuk gibi gezmeyi ve eğlenmeyi seven bir çocukken, ailesi ise Leopoldo’nun aksine çocuklarının sevdiği şeylerden hazzetmeyen ve yalnızca kitap okumayı tercih eden bir ailedir.
Oysa onun istediği tek şey yalnızca doyasıya koşabileceği bir çift koşu ayakkabısından başka bir şey değildir.
Ama sonuç her defasında hüsranla sonuçlanır.
Çünkü o çok istediği spor ayakkabıya sahip olmak şöyle dursun, hediye olarak yine bir kitapla karşılaşmak durumunda kalır.
Sonrası ise malum…
Sel akıp giden gözyaşları, yanında da koca bir hayal kırıklığı…
Leopoldo kitapları sevmiyor! Ama onunkisi sebepsiz bir sevmeyiş de değil hani…
Çünkü hangi kitabı açsa kara kara harfler, kara kara lekeler havalarda uçuşmakta, dolayısıyla da çocuğun başı dönmektedir. Çocuklarının bu kitap korkusu hastalığını yenmek için anne ve babası nelere başvurmaz ki…
Ancak sonuç Leopoldo’nun çareyi evden kaçmasıyla sonuçlanır.
Tam da bitti denildiği noktada hikaye sil baştan başlar. Hem de ne başlamak…
Gerek yazım dili, gerekse etkileyici kurgusuyla okurken düşündüren, düşündürürken de sorgulayan “Kitaplardan Korkan Çocuk” isimli kitap için içtenlikle bir solukta okuyabileceğiniz keyifli kitaplardan bir tanesi diyebilirim.
Susanna Tamaro’nun o sihirli kaleminden çıkan “Kitaplardan Korkan Çocuk” isimli bu kitabını hala okumadıysanız eğer mutlaka okuyun derim :)

0 yorum :

Çavdar Tarlasında Çocuklar!

14:42 ebru altin 0 Comments

Zaman zaman da olsa okuduğunuz bir kitabın bittiği için üzüldüğünüz anlar oluyor mu hiç?

Açıkçası benim oluyor.

Evet, evet yanış okumadınız. Ciddi ciddi oturup, üzülüyorum.

Kimbilir belki de, kendimden bir parça bulduğum karakterin peşine düştüğüm o maceralı yolculuğun hali hazırda devam etmesini istediğim içindir üzülmem.

Aynı geçtiğimiz günlerde okuduğum, ancak yazmaya bir türlü fırsat bulamadığım Çavdar Tarlasında Çocuklar da olduğu gibi...

Kitap, kırklı yılların sonunda, başarısız bir kolej öğrencisinin Noel öncesi yaşadığı sıradışı birkaç günü, kahramanının ironik anlatımı aracılığıyla bizlere ulaştırıyor.

Kitabımızın baş kahramanı ise bu sefer maddi durumu oldukça iyi bir ailenin birkaç kolejden kovulmuş, çevresindekilerce tuhaf biri olarak görülen çocuklarından biri. Oysa bu sefer ki kahramanımız insanlar hakkında kesin yargıları genellemeleri olan, iki kayıp travması yaşayıp, içinde bulunduğu dünyada yer bulamama duygusuyla yaşamaya çalışan bir ergendir.

Bu arada bilinç akışı tekniği ile kaleme alınan bu kitapta, Holden'ın iç sesini takip ederken kimi zaman sarf edilen bir cümleden dolayı yer yer kendimizde bir alt metin yazarak ilerlemek durumunda kaldığımızı da belirtmeden geçemeyeceğim.

Aslında kitap boyunca Caulfield'ın ağzından türlü türlü tasvirler, hayat hikayesi ve kimseyi sevmeyen bir çocuk dinliyoruz.

Tüm bu süreç içerisinde de okuyucu olarak bir taraftan kolej ortamındaki hiyerarşinin şiddete varan sonuçlarına tanıklık ederken, bir taraftan da bu kurumlarda düzenin sarsılmaması uğruna göze alınan adaletsizliğe üzülüveriyoruz.

Kimbilir belki de bize çok tanıdık geldiği içindir bu denli üzülmemiz...

Tabii tek farkla!

Bu sefer üzüldüğümüz kişinin adı Holden Caulfield!

Hayatı ile ilgili birçok plan yapıp, kendi can sıkıntısını gidermeyen bu planlarını zaman içerisinde birer oyuna dönüştüren ancak kurumsallaşmış bir hayattan da kaçış planını asla uygulama fırsatı bulamayan bir kahraman!

Tüm kötücül düşüncelerden uzak, bir o kadar da yüreği tertemiz olan biri...

Ki yüreğinin temizliğini kardeşine fısıldadığı cümleler aracılığıyla bile net bir şekilde görmüyor muyuz?

"Her gün, büyük bir çavdar tarlasında, oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüme. Binlerce çocuk! Yetişkin olarak benden başka kimse yok ortalıkta. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum burada? Uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum. Nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor ve onları yakalıyorum. İşte bu yüzden ben Çavdar Tarlasında Çocukları yakalayan biri olmak isterdim."

Okurken gerçekten de karşınızda 15 yaşında bir çocuk olduğu hissi yaratan Çavdar Tarlasında Çocuklar, gerek anlatım dilinin yalınlığı gerekse de ustaca yapılmış betimlemeleriyle sizi bir anda içine çekiveriyor. Kelimeler adeta okurken kayıp gidiyor. Size ise kayıp giden o kelimelerin ardına düşüp, bir düşün içinde tekrardan hayat bulmak kalıyor.

Özellikle okumayanlar için şunu söylemek isterim. Hala fırsatınız varken Sallinger'in bu muhteşem kitabına sıkı sıkı sarılın. Kimbilir belki siz de kendi Çavdar Tarlanızda size ihtiyacı olan birilerine derman olursunuz, belli mi olur... ;)


0 yorum :

Sizin Işıklar Söndüğünde Hiç Hayali Arkadaşınız Oldu mu?

15:50 ebru altin 0 Comments


Sizce karanlıktan neden korkarız?
Kimbilir belki de hayali bir cismin her an karşımıza çıkabileceği varsayımıyla bilinçaltımızın bize oynadığı bir oyundan dolayıdır, bu karanlıkla olan sevimsiz ilişkimiz, ne dersiniz?
Ne de olsa insan kendi yarattığı kötülükleri göremediğinden dolayı korkmaz mı çoğu zaman karanlıktan. Bu olanağı tanıyan en verimli ortam ise yine karanlıktır elbette!
Geçtiğimiz günlerde gösterime giren Light Out'un çıkış noktasında da karanlık olduğunda görülüp, ışıklar açıldığında da fark edilemeyen bir varlık bulunmaktadır.

David F. Sandberg tarafından 2013 yılında çekilen ve kısa bir sürede de internet üzerinde adeta fenomen haline gelen çalışması Lights Out, her birimizin en büyük korkularından biri olan karanlık olgusundan yola çıkarak, beyazperdeye uyarlandı.
Filmde; babasının gizemli bir varlık tarafından öldürülüşünün ardından annesi Sophie ile yalnız kalan Martin'in korku dolu geceler yaşamaya başladığını görürüz. Sophie artık yaşlanmış ve hayali arkadaşı Diana ile konuşmaktadır. Bu durum ise doğal olarak Martin'in uyumaktan ve karanlıktan korkmasına sebep olur. Ailesinden uzakta yaşayan Rebecca ise olaylar kızışmaya başladığında kardeşi Martin'i himayesine alarak, kendi çocukluğunu kabusa çeviren Diana'nın gizemini araştırmaya başlamasıyla birlikte olaylar da ardı sıra gelişmeye başlar.
Karanlık ile konuşan Sophie'nin hezeyanları veya Martin'in yüzünden eksik olmayan o ölüm korkusu her ne kadar başlı başına sizi germeye yetmiş olsa da, filmde bana göre eksik olan birşeyler vardı. Bu nedenle opsss bayıldım, süperdi tarzında şeyler söyleyemeyeceğim.

Her ne kadar film bana o gerilim duygusunu çok net bir şekilde aktaramasa da sevgilim için durum tamamen tersi doğrultusunda işledi diyebilirim.  Zira sıkı bir filmkolik olan sevgilime göre film harbi harbi süper doğrultuda idi. Bu durumda takdir size kalmış ;)

0 yorum :

Zemberekkuşu'nu nasıl bilirdiniz?

15:04 ebru altin 0 Comments


Kayınbiraderinizin adını taşıyan kediniz, bir gün hiç iz bırakmadan yok olsa ve karınız da onun bulunması için bir medyuma başvursa, medyumun adını Yunanistan'ın bir adasından alan kardeşi ise sizinle rüyanızda sevişse ve üstüne bu da yetmezmiş gibi karınız da kediniz gibi ortadan kaybolmuş olsaydı ne yapardınız?

Hohhh! Hadi bakalım buyrun burdan yakın!

Yoksa hafif bir kokuyla karışık, beyin dalgalarınızda bir hareketlenme, efendime söyliyim bir yanma falan mı hissettiniz? Cevabınız evet ise hemen söyleyeyim, devreleri yakma konusunda yalnız değilsiniz, zira ben de varım!

Sizi bilemem ama benim Japon edebiyatının aykırı çocuğu Haruki Murakami ile tanışma şerefine erişmem, adeta bir tuğla kalınlığında olan 1Q84 isimli kitabıyla birlikte olmuştu. Sonrası da sırasıyla geldi tabii...

1Q84 ve İmkansızın Şarkısı derken Zemberekkuşu'nun Güncesi ile yeni bir maceraya doğru yola çıkma zamanım gelmişti artık. Sahi Zemberekkuşu dedikleri şey nasıl bir şeydi ki? "Ki-ki-ki diye ses çıkarmasının yanı sıra biz Zemberekkuşu'nu ne zamanlar görüyorduk veya göremiyorduk? Görüntüsü nasıldı? Kitap kapağındaki gibi miydi yoksa görüntüsü, hani olabildiğine endamlı türlerden falan!

Gerçek ile olağanüstü arasında gidip gelen yazar, hayalgücünün genişliğini bir kez daha gözler önüne sererken, çağdaş politikanın anlamsızlığından, İkinci Dünya Savaşı'nda Japonların saldırganlığından ve aşkın gelip geçiciliğinden söz etmeden de edemiyor bu kitabında!

Kitabın Tokyo'nun bir banliyösünde yaşayan ana karakteri Toru daha otuzlu yaşlarının başında; işsiz, evliliği kötü giden ve amaçsız biridir.

Perili olduğu söylenen bir evin bahçesinde önce kedisini sonra da karısını arar bu genç adam. O sırada ise 16 yaşındaki perukacı May Kasahara ile tanışır. Daha nice ilginç karakterlerle tanışması da cabası...

Aslında sıradan bir adamdır Toru Okada!
Ama sıradanlığının içinde bile sıradan olmayan şeyler gelip, vuk'u bulur.
Soğukkanlı olduğu içinde olayları akışına bırakır.
Kimbilir belki de tekamülü gereği öyle yapıyordur.
Okada'nun başına neler gelmez ki?
Önce beyzbol sopalı bir adamla dövüşür, ardından canlı canlı derisi yüzülen insanlara dair anıları dinler ve karısının kayboluşunun ardındaki sırrı arayıp, durur.
Ama ne yaşarsa yaşasın, umudunu yitirmez.
Çünkü karanlık bir odanın kapısının altından sızan incecik bir ışık huzmesi kadar güçlüdür umudu!
Dünyanın en çirkin adamıyla tanışır, her ne kadar kuyruğu eskisi gibi yamuk olmasa da kedisi eve geri döner ve bir sabah yüzünde mavi bir lekeyle uyanır.
Peki bunlar onun için önemli midir?
Elbette ki hayır!

Murakami'nin büyük bir ustalıkla bir metafor üzerine oturtarak kurguladığı bu kitabından öne çıkan başlıkları ise Kuyu, Hırsız Saksağan, Kahin ve Kuşçu oluyor.

Konu bakımından her ne kadar Leb-i derya gibi bir durum sözkonusu olsa da roman iki ana konu üzerinde dönüp dolaşıyor.

1. Romanın kahramanı Toru Okada'nın özel hayatı, takip edeceği yol ve bulacağı çözümler...
2. Toru Okada'nın hayatındaki insanların ve hayvanların Okada'ya olan etkileri!

Boş yere demiyoruz herhalde! Toplamda 738 sayfa olan Zemberekkuşu'nun Güncesi, Doğan Kitap tarafından Türkçe'ye çevrilerek, Murakami hayranlarının beğenisine sunuldu.

Öykü ve romanlarında, karakterlerin psikolojik olarak portresini başarıyla çizen ve okuyucunun karakterlerle rahatlıkla empati kurmasını sağlayan yazar, adeta kulağınızda hoşunuza giden bir müziğin dinleyici de bıraktığı o eşsiz hazza sahip nitelikte bir tat bırakıyor.

Böylesi bir yazarla hali hazırda tanışmamış olanlara ise sadece şunu söylemek istiyorum.

Emin olun, çok şey kaçırıyorsunuz...

Yol yakınken güçlü kelimeleriyle tüm benliğinizi ele geçirecek bu muhteşem adamla bir an önce tanışın derim.

Merak etmeyin, kesinlikle pişman olmayacaksınız!


0 yorum :

Bayan Peregrine'nin Tuhaf Hikayesi

17:08 ebru altin 0 Comments



Gizemli bir ada,
Terk edilmiş bir yetimhane ve tuhaf fotoğraflar...
İşte karşınızda 'Bayan Peregrine'nin Tuhaf Hikayesi'

Nedendir bilinmez resimli kitapları oldum olası hep sevmişimdir. O an için başka bir maceranın içerisinde nüfus ettiğimden midir yoksa hayal gücümün sınırlarında daha rahat dolaşmama yardımcı olduğundan mıdır bilinmez bir an da keyfin en haline bürünüveririm. Hem de ne keyif, anlatamam. Aynı geçtiğimiz günlerde su gibi akıp giden Bayan Peregrine'nin hikayesinde olduğu gibi...

Hikayemiz adı üzerinde oldukça tuhaf bir hikayeye sahip!
Kimine göre deli saçması, kimine göre ise muhteşem bir çalışma!
Sizin seçiminiz bu noktada hangisinden yana bilmiyorum ama benim yanıtım malum ;)
Yine de duymak -pardon okumak- isteyenler için hemen belirteyim.
Tek kelimeyle "Süperdi!"
Zira bitmesin diye sürekli dua ettiğim, biraz daha benimle kalsın diye okurken tasarruf yoluna gittiğim, ama her seferinde de kendimi okumaktan alıkoyamadığım muhteşem bir serüvendi benim için Bayan Peregrine'nin Tuhaf Hikayesi!

Kitabın genel türüyle ilgili de ne desem bilemedim doğrusu. Macera desem macera değil, fantastik desem tamamıyla fantastik değil. Biraz oradan biraz da buradan derken kelimelerin sihirli dünyası bu kitapta kendisine hayat bulmuş diyebilirim.

Bu arada kitabın içerisinde yer alan tüm o enteresan fotoğrafların hepsinin gerçek olması da işin tuhaf tarafı olsa gerek, ne dersiniz? Evet, evet yanlış duymadınız. Kitabın içerisinde yer alan tüm fotoğraflar, farklı farklı koleksiyonculardan ödünç olarak kullanılmış imajlar olunca insanın aklına da şu soru geliveriyor.

Bu fotoğraflar gerçekse -ki gerçek- kim tarafından nerede ve hangi zaman aralığında çekildi?
En önemlisi de günümüze nasıl geldi?
Zira bahsettiğim fotoğraflar öyle alışık olduğumuz karelerden ibaret de değil!
En basiti havada duran bir kız veya en akrobatik hareketleri benden ala kim yapacakmış şaşarım modundaki kişileri bile tarumar edecek görsellerden bahsediyorum. Kolay değil, insan neredeyse mala bağlayıp, boyut atlıyor.

1980 doğumlu Amerikalı yazar Ransom Riggs tarafından yazılan kitap, korkunç bir aile trajedisi yaşayan 16 yaşındaki Jacob'un babasıyla birlikte oldukça uzak bir adaya yolculuğa çıkmasıyla başlıyor.

Yetim olan dedesinin anlattığı hikayelerle büyüyen Jacob, çocukluğunun büyük bir bölümünü dedesiyle birlikte geçirmiştir. Fakat dedesinin anlattığı o hikayeler ne yazık ki aile büyükleri tarafından pek hoş karşılanmaz. Çünkü dedesinin anlattığı hikayeler bir çocuğa anlatılacak tarzda hikayeler değildir. Gizemli bir adadaki gizemli bir yetimhaneyi ve oradaki çocukların başlarına gelenleri anlatan dede Abe bir gün vefat eder ve Jacop da babasıyla birlikte dedesinin anlattığı o adaya gitme kararı alır. Oysa o adaya giderken başına neler geleceğinden bihaberdir.

Sonrası mı?
Sonrası malum...
Her bir satırı dolu dizgin geçen muhteşem bir macera!

İthaki Yayınları'ndan çıkan "Bayan Peregrine'nin Tuhaf Hikayesi", okurken son
derece keyif alabileceğiniz, anlatım dili ve kurgusuyla da tek kelimeyle sizi sizden alacak bir kurguya sahip, benden söylemesi.

Eğer fantastik - macera ikilisinin yaratacağı bu büyüleyici akıma kendinizi kaptırmaya hazırsanız şimdiden keyifli okumalar dilerim.

Dipnot: Aman canım bu kitabın tadı pek bir damağımda kaldı diyorsanız serinin 2. ve 3. kitapları olduğunu da ayrıca not düşelim ;)

0 yorum :

Kitaplardan korkan çocuk!

14:03 ebru altin 0 Comments

Siz hiç kitaplardan korkan çocuk gördünüz mü?
Şahsen ben görmedim!
Peki görmek ister miydim? Tabii ki hayırrr…


Zira içinde barındırdığı birbirinden güzel karakterleriyle her seferinde muhteşem bir maceranın kollarını açtığı bir kitap nasıl korkutucu olabilir ki…

Bazen bir kahraman olup canavarlarla savaşırsınız, bazen de imkanı yok dediğiniz hayvanlarla arkadaşlık edersiniz. Dostluğu, paylaşmayı, yardımseverliği, sevgiyi ve bunun gibi bir sürü şeye farkında olmadan şahitlik yapmanız da cabası…
Hal böyleyken kitaplardan korkan çocuk olur muymuş hiç...

O da ne!
Uzaklardan bir yerden, cılız bir çocuk sesi duyar gibiyim sanki, “Ben korkuyorum” diye mırıldanan.
Evet, evet yanlış duymamışım!
Bu ses, Leopoldo’nun sesi değil mi?
Leopoldo’yu tanımayanlar için hemen söyleyeyim.
Leopoldo, Yüreğinin Götürdüğü Yere Git isimli kitabıyla gönüllerde taht kuran Susanna Tamaro’nun sevimli mi sevimli küçük kahramanının adı…
Bir kitap kahramanı olan Leopoldo, 8. yaşına daha yeni girmiş, her çocuk gibi gezmeyi ve eğlenmeyi seven bir çocukken, ailesi ise Leopoldo’nun aksine çocuklarının sevdiği şeylerden hazzetmeyen ve yalnızca kitap okumayı tercih eden bir ailedir.
Oysa onun istediği tek şey yalnızca doyasıya koşabileceği bir çift koşu ayakkabısından başka bir şey değildir.
Ama sonuç her defasında hüsranla sonuçlanır.
Çünkü o çok istediği spor ayakkabıya sahip olmak şöyle dursun, hediye olarak yine bir kitapla karşılaşmak durumunda kalır.
Sonrası ise malum…
Sel akıp giden gözyaşları, yanında da koca bir hayal kırıklığı…
Leopoldo kitapları sevmiyor! Ama onunkisi sebepsiz bir sevmeyiş de değil hani…
Çünkü hangi kitabı açsa kara kara harfler, kara kara lekeler havalarda uçuşmakta, dolayısıyla da çocuğun başı dönmektedir. Çocuklarının bu kitap korkusu hastalığını yenmek için anne ve babası nelere başvurmaz ki…
Ancak sonuç Leopoldo’nun çareyi evden kaçmasıyla sonuçlanır.
Tam da bitti denildiği noktada hikaye sil baştan başlar. Hem de ne başlamak…
Gerek yazım dili, gerekse etkileyici kurgusuyla okurken düşündüren, düşündürürken de sorgulayan “Kitaplardan Korkan Çocuk” isimli kitap için içtenlikle bir solukta okuyabileceğiniz keyifli kitaplardan bir tanesi diyebilirim.
Susanna Tamaro’nun o sihirli kaleminden çıkan “Kitaplardan Korkan Çocuk” isimli bu kitabını hala okumadıysanız eğer mutlaka okuyun derim.

0 yorum :