Lütfen Bizi Yalnızlığa Terketmeyin!

22:00 ebru altin 2 Comments

Yorucu geçen bir yolculuğun ardından, denizin kıyıya vuran dalgalarının ninni gibi geldiği serin bir yaz akşamında uykuya dalmışım.
Gözlerimi açtığımda bilmediğim bir yerdeydim.
Şaşkın şaşkın etrafıma bakınırken bir anda yanımdaki sesle irkiliverdim. Oldukça iri ve uzun bir adam bana Prokonnesos kentine hoş geldin diyordu.
Prokonnesos mu? Orası da neresi, biz nerdeyiz, siz kimsiniz sorularını sıralayıvermiştim bir çırpıda.
Yanımda duran dev adam sabırla sorularıma cevap veriyordu. Antik Çağ dönemindesin çocuk. Adımızı daha önce duyduğunu sanmıyorum. Yolunu kaybettiğin de çok belli zaten. Her nereden geliyorsan taa Miletoslulara kadar gelmeyi başardın, haberin olsun.

Ben hala Miletos, Prokonnesos diyerek kendi kendime mırıldanıyordum.
Ama nasıl? Nasıl olurda o kadar yolu hiçbir engele takılmadan bir çırpıda geçip buraya kadar gelebilmiştim?
Paralel evren dedikleri şey bu muydu yoksa?
Yok, yok ihtimal vermem. Bunun adı bambaşka bir şeydi çünkü.
Büyükçe bir mermer parçasının üzerinde yanıma oturmuştu büyük dev adam. Hiç beklenmeyecek duygusallıkla bu kent bir deniz ticaret kolonisi olarak kuruldu, demişti. Adaya ismini veren de işte bu kolonidir.

O sırada sanki bir şey olmuştu. Sahneler değişmiş, oyuna yeni karakterler eklenmişti. Kalın bacaklarını saran toprak rengi deri şortu ile başka iri bir adam elindeki kılıcını savurarak bana doğru geliyordu. Boynunda büyükçe bir haç vardı. Biz dedi, biz Hristiyanlar Romalılar tarafından buraya sürgüne gönderildik.


Görüntüler akıp giderken, sesler birbirine karıştı. Artık bir şey duyulmuyordu.
Gözlerimi açtığımda gün yeni ışımaya başlamıştı. Hiç bilmezdim ki rüyamda anlattığım bu dev adamlarla Marmara Adası’na bağlı Saraylar Beldesi’ndeki açık hava müzesinde karşılaşacağımı. Oysa ki onlar tüm haşmetiyle yalnızlığa terkedilmiş açık hava müzesinde beni bekliyorlardı.

Türkiye’nin çoğu yöreleri gibi Marmara Adası da açıkçası buram buram tarih kokan yerlerden birisi. Ada üzerindeki az da olsa tarihsel kalıntılar ve çeşitli arşiv belgeleri bu adanın geçen yüzyıllar boyunca çeşitli ulus ve kültürleri bağrında barındırdığını da ortaya koyuyor.  

Tarihsel ve ilahi bir yazgıyla ve yine kendilerine ayrılmış zaman dilimleri içerisinde kimler gelip, kimler geçmemiş ki bu adadan! Yunanlılar, Bizanslılar ve nihayetinde çeşitli Türk soyları.


Sadece adanın ismi üzerinde yapılan çok küçük bir araştırma bile ada üzerinden gelmiş geçmiş ulus ve kültürler hakkında bizlere geniş bilgiler veriyor. Yunanca ‘Geyik Adası’ anlamına gelen Elafonesos , MÖ 6. Yüzyılın sonuna doğru Prokonnesos adını almış. Ardından Bizanslıların gelmesiyle burasının isminde de doğal olarak değişiklikler olmuş. Proikos/Deyiz kökünden türeyerek Proikonnisos’a oradan da Palatia’ya dönüşmüş. En sonunda da Saraylar olarak nam salmış.

Bir rivayete göre Bizans İmparatoru’nun kızı amansız bir hastalığa yakalanır. Hükümdar kızını hava değişikliği için Marmara Denizi kıyılarında bir geziye götürür. Açık denizde büyük bir fırtınaya yakalanırlar ve Proconnesos’a sığınırlar. Bir süre havanın sakinleşmesini beklerler. Adanın havası, beslenme koşulları imparatorun kızına çok iyi gelir. Öyle ki kızının amansız denen hastalığının iyileştiğini gören imparator mutlu olur. Geri dönerler ama burayı da asla unutmazlar. Bir süre sonrada buraya büyük bir saray yaptırırlar.


Bizans imparatorunun kızı için yaptırdığı bu saraydan dolayı o tarihten sonra burası da Palatia diye anılır.
Açıkçası Saraylar Köyü’ne mermer ihracatı için bir liman ve mendirek yapımı sırasında köyün batısındaki vadide, Roma çağına ait bir nekropolis yani mezarlığın ortaya çıkmasıyla başlayan çalışmalar Dr. Asgari ve Nur Nirven’in harekete geçmesini sağlamış.

Nitekim burada araştırmalar yapan Dr. Asgari, özrü dolayısıyla işlenmesi yarım kalmış ve ocak içinde terk edilmiş birçok antik eseri toplayarak Saraylar Köyü’ndeki tarihi mermer işçiliğini gösteren bir Açıkhava müzesi kurarak, tarihi kalıntıları bir arada toplamış.

Buraya kadar gayet güzel bir şekilde işleyiş tamamlanmış. Fakat sonraki aşama ne yazık ki düşünülmemiş. Adım attığınız her yerde bir tarihle karşılaşma ihtimalinizin yüksek olduğu bu belde de bu tarihsel abideler adeta yalnızlığa terkedilmiş.


Düşünün ki bu açık hava müzesinde M. Ö bilmem kaçıncı yüzyıldan çalışmalar sergileniyor ancak doğru düzgün bir kapısı dahi yok. Devamlı duran bir bekçisi hiç yok. Giriş çıkış saatleri ise keyfe keder bir süreçte işliyor.

Böylesi doğa güzelliklerine ve tarihe sahip olan bir yerin bu denli sahipsiz kalması, açıkçası insanı büyük bir hayal kırıklığına uğratıyor. Tanıtımının yapılarak, tarihe aşık olan kişilerin buraya çekilmemesi de cabası.

Gerek valilik gerekse de Kültür Bakanlığı’nın bir an önce burayı programlarına alıp, alacakları önlemlerle acil olarak bu doğal mirası korumaları gerekmektedir. Böylesi bir tarih yalnızlıkla başbaşa kalmayı hiçbir suretle hak etmiyor çünkü…

2 yorum :

Bu Blog da Direniş Var...

17:13 ebru altin 0 Comments


Kitaplarımla olan ilişkime şimdilik kısa bir ara veriyorum. Kitabım her daim çantamda, fırsat buldukça okumaya devam edeceğim. Kardeşçe ve huzur içerisinde yaşayacağımız aydınlık günlerin en kısa zamanda gelmesi dileğiyle...

0 yorum :